Son haftalarda Alman medyasında çalışan meslektaşlarımız arayıp Erdoğan’a karşı aday olan Kılıçdaroğlu’nu, siyasi pozisyonunu, kişiliğini, isminin nasıl telaffuz edildiğini sormaya başladı. Kamuoyu yoklamaları, muhalefet adayının Erdoğan’la arayı haftadan haftaya açtığını gösteriyor. Bu da ona yönelik ilgiyi artırıyor.
Sadece medya değil, siyasette de meraklı yoklamalar başladı.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) Eş Başkanı Lars Klingbeil ve beraberindeki heyet, geçen hafta deprem bölgesinde Kılıçdaroğlu ile buluştu. Ziyaret, siyasi içerikli bir buluşmadan ziyade insani bir temas niteliği taşıyordu, yine de iki sosyal demokrat liderin birarada görüntü vermesi önemliydi.
Berlin, Türkiye’deki her seçim öncesi haklı olarak teyakkuza geçiyor. Çünkü son yıllarda Türkiye’deki her seçim gerilimi, misliyle Almanya’ya yansıyor. Bir yandan Erdoğan, ya bizzat gelerek ya parti yöneticilerini görevlendirerek Almanya’daki taraftarlarını mobilize ediyor, öte yandan yine Almanya’da örgütlü muhalifler, rejime karşı bayrak açıyor. Alman hükümeti, bu çatışmada nötr kalmaya, sadece çatışma çıkmamasını sağlamaya çabalıyor.
Öte yandan otokrasi ile demokrasi çekişmesinde tarafsız kalmak, gündelik huzur ya da iktisadi çıkar için otokratik bir rejimden yana taraf olmak anlamı da taşıyor. İki ülke arasında bu kadar siyasi, iktisadi, toplumsal, tarihi ilişki ve ticari bağlar varken, mülteci anlaşması hala geçerliyken, Erdoğan’ın Ukrayna krizindeki rolü, İsveç’in NATO üyeliğine direnişi ortadayken Berlin, Ankara’yı rahatsız etmekten özellikle kaçınıyor. Sadece Berlin de değil; Brüksel, Paris, Londra, Stockholm de öyle…
Siyasal İslamcılar “Hristiyan dünyanın Türkiye’ye karşı savaş açtığını” iddia ededursun, gerçek, bunun tam tersi gibi görünüyor.
Ancak şimdi iç dinamiğin değişmesiyle Batı dünyası, ne olup bittiğini anlama çabasına girişti. Bugüne dek pek ihtimal vermedikleri muhtemel bir hükümet değişikliğinde, muhalefetin nasıl bir politika izleyeceğini anlamaya çalışıyorlar. Bu bile, Ankara’da taşların yerinden oynadığının bir göstergesi…
Arayan Alman meslektaşlara, “Kılıçdaroğlu” ismini heceletirken, “Bir an önce öğrenseniz iyi olur; yakında bu ismi çok sık tekrarlamak zorunda kalabilirsiniz” diyorum.
BİZE DAİR
Türkiye’de seçimlerin yapılacağı 14 Mayıs, 1950’de Türkiye’nin ilk adil demokratik seçiminin yapıldığı tarih olarak biliniyor. Uzun bir tek parti rejimi o gün el değiştirmiş ve iktidar, liberallere geçmişti. Bu kez de 14 Mayıs bir başka tek adam rejimini değiştirir mi göreceğiz; ancak bu Mayıs’ın bir başka önemi, 2013’teki Gezi ayaklanmasının 10. yıldönümü olması… Erdoğan’ın, iktidarı döneminde karşılaştığı en büyük isyanın yıldönümünün seçim kampanyası ile çakışması, onun için bir başka şanssızlık… Ama bizler Gezi’nin 10. yılını Berlin’de, Gorki Tiyatrosu’nda düzenlenecek bir dizi etkinlikle, sergiler, forumlar, tiyatro oyunlarıyla kutlamaya hazırlanıyoruz. Seçim coşkusu ve değişim umuduyla birleştiğinde, buradan doğacak enerjinin Türkiye’den de hissedileceğini tahmin ediyoruz. Yakında etkinliklerin tüm ayrıntısını buradan yazacağım.
Hepinize iyi haftalar.