Duygu, Akıl Denkleminde DÜŞÜNCE
Düşünmek; bir yargıya varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki bağlantılardan yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak.
Düşünce; düşünme sonucu ulaşılan, aklın ürünü olan görüş.
“Düşünmek Yaşamaktır”- SENECA
İnsan için düşüncenin kaynağı akıldır. Düşüncenin kaynağını, bilinci mümkün kılan AKIL olarak tanımladığımızda (ki olması gereken budur); mekanik olmayan-canlı, gerçeği yansıtma yetisine sahip, etki altında kalmayan, varlığın öz dinamiği olan doğa ile uyumlu, sınırları olmayan, iradi bir düşünceden bahsetmiş oluruz. Aklın ürünü olarak ortaya çıkan düşünce gerçek düşüncedir. Bu düşünme biçimi sadece İNSAN ’da açığa çıkar. Aklını kullanarak ortaya çıkan düşünceleri onu; huzura, mutluluğa, kurtuluşa, aydınlığa ( cennete ) ulaştırır.
“Mutlu ve huzurlu bir yaşam, tutku (Arzu) ve korku gibi duyguların üzerinde; aklın ve düşüncenin elde ettiği bir zaferdir.”
Lucius Annaeus Seneca
Düşünceyi akıldışı kavramlarla tanımladığımızda ise ortaya çıkacak olan şey düşünce değil duygu olacaktır. Duygular aklımızın değil bedenimizin -nefsimizin-düşünceleridir. Sürekli vurgu yaptığım “beşer- insan görünümlü canlı” düşüncesinin temeline akli yetisini değil bedensel arzularını koyduğundan dolayı insan olmayı başaramamaktadır. Ancak aklını kullanmayan beşer, duygusuna düşünce muamelesi yaparak, gerçeğe sırt çevirmekte ve yanlış yargılarda bulunmaktadır. Yaşadığı duygusal durumların etkisi ile oluşan davranışlarının düşüncesi sonucu ortaya çıktığını zannetmektedir. İçten içe aklı onu bu konuda uyarsa da, kişi baskın duygularını meşrulaştırmak adına sayısız argüman oluşturmakta ve aklını etkisizleştirmektedir. Bu durum insanımsı canlıyı içerisinde debelenip durduğu, asla mutlu olamadığı, huzura kavuşamadığı karanlığa (cehenneme) mahkûm etmektedir.
Duygu; dışsal etkilerle, güdülerle, arzu ve ihtiraslarla oluşan zihinsel durumdur. Bu zihinsel halin sonucunda ortaya çıkan durum, aklı felce uğratarak kullanılamaz kılmaktadır. Aklın çalışma kabiliyetini engelleyerek kapatan duygular belli bir seviyeden sonra onun yerine geçerler. Aklı, duyguları tarafından istilaya uğrayan beşer, artık sadece aklını değil iradesini ve özgürlüğünü de kaybetmiştir.
Sağlıklı bir akıl( düşünce) , Efendisinin iradesi olmadan içine girilemeyendir. (PARACELSUS)
Bedenimiz bizden ne istiyor? Bu isteklerin kaynağı aklımız mı yoksa dışsal dayatmalar mı? Yıllardır insanlığı kontrolü altına alma çabasında olan iktidarlar, gücü ele geçirmiş devletler kişilerin yönelim ve tercihlerini oluşturmak ve yönlendirmek amacıyla sayısız strateji uygulamaktadırlar. Kişi son derece özgür olduğunu düşünürken aslında çoktan ayakları prangalanmış, düşüncesi esir alınıp mahkûm edilerek sistemin etkisi altında kalmış oluyor. Hem de farkında olmadığı bir köleliği sürdürürken özgür olduğunu düşünmeye devam ediyor. Karşı çıkması, isyan ve itiraz etmesi gereken bir durum oluştuğunun farkına bile varamıyor.
Ahlak -Karar verebilme yetisi
Vicdan, merhamet, adalet anlayışı gibi pozitif değer olarak tanımlanan yetiler duygularımızın mı yoksa aklımızın mı ortaya çıkardığı şeylerdir?
Burada bir kavramsal karmaşa söz konusudur, akıl dediğimiz nitelik kişide açığa çıkmamışsa, yani iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hak ile batıl olanı ayırmaya yarayan kabiliyete sahip değilse yapacağı yorumlamalar ve tanımlamalar hakikatte bir şey ifade etmez ve kendi içerisinde çelişiktir. Beşerin yapacağı iyi kötü tanımlar ve yargılar bir diğer beşer için farklılık arz edebilir. Dolayısı ile irade sahibi kişinin bu kabiliyeti edindikten sonraki çıkarımları gerekmektedir. İrade sahibi insanların bu konudaki tanım ve yargıları asla değişmez ve tek bir biçime karşılık gelir. Tüm iradelerin iyi kötü tanımı aynıdır (aklın yolu birdir) nitekim irade tekdir. İradesini açığa çıkaramamış beşerin yapacağı pozitif kavramlara dair tanımlamalarının da hakikate işaret etmeyeceği aşikârdır. Bilgi tektir, hakikat tektir, hakikat olmayan şeyler ise sayısızdır. Beşer (yeryüzünde debelenen canlı), tanımlamalarını yaparken aklını (düşünce yetisini) değil duygularını kullanır ve bunu düşüncesiymiş gibi hisseder. Beşer bu anlamda hem insan ile hem de kendisi gibi beşerlerle doğal olarak çatışmaya girer ve kendi doğrusunu dayatmaya çalışır.
Jacques Ranciére : “İnsan; zekânın hizmet ettiği bir iradedir. Zekâyı hataya düşüren şey iradesizliktir. Anlam, iradenin işaretidir” derken, iradesiz gelişimin ne kadar tehlikeli olduğu ve kötülüğe hizmet ettiğini şu cümleyle özetler. “Özgürleştirmeksizin öğretmek aptallaştırmaktır.”
Mutlak doğruyu kavramak ( hak ile batılı ayırt edebilmek ) ancak Akıllı, iradeli varlık olan insan için söz konusudur.
Konuya ilişkin İbnü’l Arabi’nin yaklaşımı da şu şekildedir; ”Akıl, hakikati sadece selbi ve soyut (dayatılanı inkâr etme- alışılmış olana aykırı- geleneksel olanı sorgulama) yolla idrak edebilir ve hakikati tasvir etmekten ( hakikati herhangi bir sınırlamaya tabi tutmaktan) de acizdir. Böyle olmakla beraber akıl, herhangi bir sınırı olmayan muazzam bir güçtür, sınırsız bir şekilde vahiy ve ilhamları (gerçek bilgi ve bu bilgiye götüren veriler) alıp kabul eder. Şayet biz aklı, fikir ( ön kabul, hakikate dayalı olmayan düşünce) yetisinin kısıtlamasından kurtaracak olursak o, yeni bir bilgi kaynağı aramak üzere yönünü başka tarafa çevirecek ve bilgi kaynağı olarak bunun yerine onu seçecektir. Kısaca, aklın fikir yetisi bakımından uymak zorunda olduğu sınırları vardır, kabul edici yönü itibarı ile değil.
“Gerçek şu ki Allah katında (Hakikat şu ki Aklın kavrayışı seviyesinde), yerde debelenen canlıların en kötüsü, akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.”
( Kur’an-ı Kerim Enfal- 22)
devam edecek…