AK Parti iktidarlarının dış politikasını, özellike de Ortadoğu ve münhasıran Suriye politikasını başından beri eleştirenlerden biriyim. Ama, haklı çıkmanın artık bir anlamı yok; olan oldu, Türkiye, iktidarın yanlış politikalarda ısrarının bedelini ödüyor, daha da ödeyecek gibi görünüyor. Son olarak, Türkiye tüm çabasına rağmen, Rakka operasyonun dışında kalmanın hüsranını yaşıyor. Dahası, ABD’nin Rakka operasyonunu YPG ile ittifak içinde yapması, bu çerçevede YPG’ye silah vermesi, tam bir hezimet tablosu oluşturuyor. Suriye politikasının diğer bir boyutu, Türkiye’de iktidarın Kürt siyasetinin tam bir açmaza girmiş olması. Barış sürecinin sona ermesi, Kürt meselesinin tekrar askeri/güvenlikçi siyaset zeminine oturmasının bedeli, içerde demokrasi ve özgürlüklerden vazgeçiş, sınır ötesinde ise tam bir bilinmezliğe savruluş oldu.
ABD’nin ve genelde koalisyon güçlerinin, Suriye’de birinci tehdit olarak tanımladıkları IŞİD ile savaş çerçevesinde PYD-YPG ile ittifakı yeni bir gelişme değil. Diğer taraftan, Türkiye’nin müttefiklerini aksi yönde etkileme çabalarının nafile olduğu belli idi, iktidar siyaseti bu gerçeği kabullenmekte zorlandı, halen de zorlanıyor. Buraya kadar tamam, ama bence, ABD’nin YPG ittifakını Türkiye’nin bu denli gözüne sokması, zorlaması fazladan bir siyasi anlam taşıyor. Bu noktada, Türkiye sadece Suriye ve Kürt siyasetleri çerçevesinde yanlış politikalarının değil, ABD ve Batılı müttefikleri ile ilişkilerindeki savruluşun bedelini ödüyor, veya ödettiriliyor.
Yok, mesele iktidar çevresinin hatalarını ‘başarı’ hikâyesi olarak takdim etme çabası ile iddia ettikleri gibi Batılı müttefiklerinin, Türkiye’nin parlamasını engellemek için önünü kesme gayreti falan değil. AK Partisi siyaseti, işin başında, Suriye siyasetini Batılı müttefiklerine rağmen değil, onlar ile uyum ve işbirliği içinde şekillendirdi, sonra Batı siyaseti istikametini değiştirdi, ama Türkiye Esad rejimini devirme siyasetinde ısrarcı oldu. Diğer taraftan, Suriye’de öncelik Kürt otonomi girişimlerini engellemek olarak belirlendi. Bu noktada, Batılı müttefikleri ile ters düştü, Batılı müttefiklerine terslenmeye başladı. O kadar ki, hiçbir ittifak ilişkisi içinde hazmedilmesi mümkün olmayan suçlamalara girişildi, açıktan ‘teröre destek’ ithamlarına başlandı, kısacası fazlasıyla yüz göz olundu. Ben hiç meraklısı değilim, ama sonuçta Türkiye Batı ittifakı içinde bir NATO üyesi, iktidar bu ilişkiyi ‘gözden geçirmek’ten öte zorladı. Gediğimiz noktada, bu sonuçların neler olabileceğini görüyoruz.
Ancak, diğer bir gerçek de, Türkiye’nin bu denli köşeye sıkıştırılmasının kimseye hayrı olmayacağı. Umarım, Türkiye’nin elindeki tek koz olan, ‘bölgeyi istikrarsızlaştırma’, dış siyaset olarak belirlenmez. Ama, böyle bir ihtimal var ve Batılı müttefiklerinin Türkiye’yi bu yöne sürüklemesi tam bir felaket olur. Tam da bu nedenle, mevcut iktidar/devletin böyle bir savruluştan imtina etmesi gerekiyor.
Diğer taraftan, Suriye’de Kürtlerin hak ve özgürlük alanının gelişmesini destekleyen biriyim, ancak Türkiye ile kavganın kızışması, Kürtlerin kazanımlarına olsa olsa zarar verir diye düşünüyorum. Türkiye’nin de, Türkiye ve Suriye’deki Kürt çevrelerinin de, gelecekte Batılı müttefikler ile değil, birlikte bir gelecek tasarlamak durumunda olduğunu hatırlaması gerekiyor. Umarım, ABD ve Batı desteği Kürtlere bu gerçeği unutturmaz. Ve umarım Türkiye de, Kürtler de Batılı güçleri ikna yerine birbirlerini ikna, birbirlerine karşı silah yerine barış inşasının araçlarını temin etme yol ve yarışına girerler.