2021 yılı, Türkiye ile Batılı emperyalistler arasındaki ilişkiler için bir “ezeli dostluğu” tazeleme günleriyle başladı.
Son yıllarda; içerideki giderek artan sıkışmasını, yeni Osmanlıcı amaçlarla perdeleyip, en gerici güçlerle ittifakını yenileyip saflarını sıklaştırmak için kullanan AKP iktidarı, Batılı emperyalistlerle yüksek perdeden “Had bildirmeli” söz düellosunu rutin bir tarz haline getirmişti.
Ama son haftalarda sanki Batı’yla kavga ettikleri bütün konularda sorunlar çözülmüş gibi, Erdoğan’dan başlayarak iktidarın sözcüleri; “Geçmişimiz olduğu gibi geleceğimiz de Batı’nın, NATO’nun Avrupa’nın yanıdır” propagandası yapıyorlar.
Daha birkaç ay öncesine kadar “Ey Fransa”, “Ey Macron”, “Ey AB”… diye nutuk atanlar, son haftalarda, tam tersine Erdoğan’ın Macron’a, “Sevgili Emmanuel” diye hitap ettiği mektuplar yazmasını öne çıkarıyor, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Hollanda Dışişleri Bakanı ile görüşmesinde, “Fransa ile normalleşiyoruz. Ortaklığa hazırız” diyerek AB ile ilişkilerinde gelinen yerden duyduğu sevinci ifade ediyor.
AB’YE TESLİM OLMA BİR TERCİH DEĞİL TEK SEÇENEK!
Tabii sadece hitaplar, verilen sözler, kullanılan üslup değişmedi. Bütün bu tartışmalarda en dolaysız hedef olan Yunanistan’la beş yıldır kesilmiş olan “istikşafi görüşmeler” yeniden başlatıldı. İlk toplantı pazartesi günü İstanbul’da yapıldı. İkinci toplantının Atina’da yapılacağı açıklandı. Dahası bütün bir 2019 yılını kapsayan Doğu Akdeniz’e araştırma gemileri ve savaş gemileri gönderildiği, arka arkaya NAVTEX’ler ilan edildiğine dair haberler de duymuyoruz artık. Havuz medyasında (Yeni Şafak’ın Yazarı) savaş tamtamlarının ritimcisi İbrahim Karagül’ün bile görevine son verildi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok ile önceki gün yaptığı görüşmede, gelinen yeri ve Türkiye’nin isteğini; “Türkiye, aday ülke olarak, en yüksek düzeyde kararlılıkla gerçek bir ortaklığa hazır” diyerek ifade ediyor.
Havuz medyası, burjuva siyasetin akilleri ve tek adam yönetimi için dış politikada sadece Doğu Akdeniz’de değil Suriye, Libya, Ege, Kafkasya politikalarının yanı sıra, Rusya ile de yürünecek yol kalmamış olması, MB’nin rezervlerinin “eksi 48 milyar dolar”a düşmesiyle de birleşince, Batı emperyalizminin kollarına atılmaktan başka yol kalmamıştı.Ancak bunu iktidar propagandasında, bu girilen yolu, başka seçenekler içinde Türkiye için en avantajlı tercihmiş gibi göstererek, bunu tek adam yönetiminin manevra kapasitesinin bir ifadesi olarak gösteriyorlar.
Oysa gerçek tam tersidir. İktidar, dış politikada ve özellikle de ekonomide geldiği yerde başka bir seçeneği kalmadığı için Batılı emperyalistlerin istediği çizgiye gelmiş bulunmaktadır
.‘HAVUÇ SOPA POLİTİKASI’ DEVREDEN ÇIKMIŞ DEĞİL
Bu gelişmeler içinde en gürültülü konuşulan, AB’nin mart zirvesine ertelenen yaptırımların, mart zirvesinde de gündeme getirilmeyeceğinin açıklanmasıdır.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, “Doğu Akdeniz’deki tartışmalı bölgelerde artık Türk gemisi yok; Türkiye ile Yunanistan arasında bu akşam İstanbul’da istikşafi görüşmeler başladı. Bunlar uzun zamandır beklediğimiz olumlu sinyallerdi ve artık yaptırımlar ile ilişkilerin gerilmemesi gerekiyor” diyerek, yaptırımların neden devreye sokulmadığını açıklıyor.
Kaldı ki, “yaptırımlar” tümden kaldırılmış da değil. Tersine AB kaynaklarından, eğer Türkiye bugün girdiği yolda ilerlerse yaptırımların devreye girmeyeceği, ama beklenen gelişmeler sağlanamazsa yaptırımların yeniden gündeme gireceği belirtiliyor.
Nitekim ismini vermeyen bir AB yetkilisi, yaptırımlar konusunda; “Bireylerin veya oluşumların isimlerini belirleme hazırlıkları devam ediyor, ancak konsey devam eden görüşmeleri dikkate alarak bunu şimdilik yapmak istemiyor. En kötü senaryo gerçekleşirse, Avrupa Konseyi sonraki adımları hazırlayacak ve hızlı hareket edebilecek” diyor.
Kısacası AB, geçtiğimiz yılın son aylarında açıkça ilan ettiği, “havuç-sopa politikası”ndan geri adım atmış değil. Tersine Erdoğan yönetimi; “Biz AB ile tam üyeleri görüşmeye hazırız” derken aynı zamanda, “AB’nin öne sürdüğü tüm koşulları yerine getirmeye hazırız” demiş olmaktadır. AB de bu adıma karşı yaptırımları devreye sokmayarak, “havucu” gösteriyor. Bundan sonrasında da havuç sopa ilişkisinin nasıl işleyeceğini, Erdoğan yönetiminin tutumu belirleyecek görünüyor.
DEMOKRASİYİ AB DEĞİL DEMOKRASİ GÜÇLERİ GETİREBİLİR
Tabii, AB’nin yatırımlarının uygulamaya sokulmayacağının açıklanmasına bir tepki de “AB muhibi” diyebileceğimiz çevrelerden geliyor. Bu çevreler, tek adam yönetiminin antidemokratik girişimleri, tek adam yönetimi bütün haşmetiyle sürerken AB’nin yaptırımlarını devreden çıkarmasını eleştiriyorlar.
AB emperyalistlerinin diğer ülkelerle ilişkide değişmeyen ilkeleri “Kendi çıkarlarına uygunluk”tur. Ötesi teferruattır. Ki, demokrasi, insan hakları, özgürlükler… gibi konular bu teferruatın içindedir.
Yani ülkemizde demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması, Türkiye’nin laik ve demokratik bir ülke olması mücadelesinin asli sorumlusu Türkiye’nin halkları, işçi sınıfı, ilerici demokratları, aydınları… Türkiye’nin demokrasi güçleridir.
Bu gerçeği bir kez daha gösterdiği için Erdoğan yönetimi ile AB ilişkilerinin seyrini, ayrıca dikkate almamızı gerektirmektedir.