Yine “Allah’ın takdiri” diyecekler dedim ama bu kez (şu ana kadar en azından) söylemediler. Oysa iki hafta önce 100’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği o vinç kazası için böyle demişlerdi. Daha iki hafta geçmeden yaşanan ikinci büyük felakete de aynı sözlerle yaklaşmanın “kader” anlayışını sıfırlayabileceğini düşünmüş olmalılar. Allah’ın kaderin tecellisi olarak hep aynı mekanı seçiyor oluşu da herhalde merak uyandırır.
Ama Suudi adını taşıyan palavra krallıkta evlere şenlik sorumlu çok. Sağlık Bakanı sıfatını taşıyan zat, faciada yaşamını yitiren 700’den fazla kişiyi kendi ölümlerinden sorumlu tuttu. “Disiplinli olsalardı ölmezlerdi” lafı bu zata ait. Duyan da adı geçen ülkede her işin disiplinle halledildiğini sanır. Oysa ordusunun sayısı yüz bin olan, ama istihbarat elemanlarının sayısı 300 bini geçen ülkede “iş”ler disipline gerek duyulmayacak kadar “sıkı” tutuluyor malum. Şu baskıcı rejim dedikleri bu işte.
Palavra krallık derken neyi anlatmak istediğimi açayım. Daha önce bir yazımda şunları belirtmiştim. Filistin’de bir tren istasyonunda tahta bavulunun üzerine oturmuş bineceği treni bekleyen adamı görenler onun bir zamanların Suriye Kralı (!) olduğuna herhalde ihtimal vermezlerdi. Ama doğruydu. İngilizlerin de yardımıyla Osmanlı’ya başkaldıran Mekke Emiri Hüseyin’in oğullarından biriydi o tahta bavulun üzerindeki adam: Faysal. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İngilizlerle Fransızlar anlaşıp Suriye Fransız egemenliğine geçince tahtını, tacını kaybetmiştir “Faysal Hazretleri”. Velinimetlerinin tahtından(!) sepetleyip eline tutuşturdukları tahta bavuluyla getirip istasyona bıraktıkları bu adam o sırada kim bilir ne düşünüyordu? Palavra krallıklar böyle kuruldu Ortadoğu’da. Emperyalistlerin elinde kukla haline gelmiş, kendi halklarına da bela olmuş bu krallıkların başında Suudi Arabistan Krallığı gelir.
Emperyal bir destekle yıllardır hükümran olduğu kutsal topraklarda, orayı ziyaret edenlerin itikadi/mezhebi ritüellerine de saygısı olmayan Suudi yönetim, orada ölmeyi Allah’ın bir lütfu olarak düşünen kurbanların naaşlarını Vahabi inancın bir gereği olarak topluca çukurlara gömecek, daha önceki facia kurbanlarına yaptığı gibi. Kabir ziyaretini putlaştırma olarak değerlendiren Suudi kafa, bir çok Müslüman gibi Müslüman Türklerin/Kürtlerin de kabir ziyaretine önem verdiklerini, mezar başında dualar ettiklerini hesaba katmadan topluca gömer orada hayatını kaybedenleri. Kurban Bayramı’nda hacda kesilen milyonlarca hayvanı toplayıp dünyanın açlık çekilen yerlerine yollamak yerine çürüttüğü gibi.
Şeytan taşlamaya giden tünelleri çoğaltmak, olanları genişletmek için gerekli olan harcamayı yok ayakbastı parası, yok özel hizmet vergisi adı altında aldığı akçelerle yapabilecekken kılını kıpırdatmaması, insansevmezliklerini örtmede kullandıkları, herkesin de inanmasını istedikleri o yanlış “kader” anlayışının bir sonucu elbette. Orada ölenlerin, yakınlarının “Peygamber topraklarında öldüler”gibi son derece muhteşem bir teselliye sığındıklarını biliyor olmanın verdiği bir gevşeklik de var tabii ki.
Malum, İslam’ın beş şartı, Şehadet etmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek, Hacca gitmektir. Bunların ilk üçü yoksul ibadetidir. Para gerektirmez. Son ikisi yoksulun kolayca gerçekleştireceği ibadetlerden değildir. Ama, çok sayıda yoksul imanlı varını, yoğunu satıp inancının gereğini yerine getirmeye Kutsal Topraklar’a gider yine de. Yadırganacak bir yanı da yoktur bunun. İmanlı yoksullar verdikleri o paraların rantiye alanına dönüştürülmüş Kabe’deki, Kabe’yi de küçücük bir kulübeye dönüştürmüş olan, devasa yapılara gittiğini düşünmez, düşünse de bunu sorgulamazlar ne yazık ki. Haç paralarının, petrol gelirlerinin, ABD’deki en büyük yabancı yatırımcı ülke olarak kazandıklarının şımarttığı bu palavra krallığın mezar ötesi inanışları en katı, en acımasız haliyle savunup uygulaması korkunç bir ikiyüzlülük.
Yıllardır konuşulan, Kutsal Topraklar’ın Suudi krallığından alınıp tüm Müslüman ülkelerin oluşturacağı bir kurumla yönetilmesi fikri akla pek yatkın. Hani bir tür Vatikan gibi. Haç ziyaretlerini düpedüz ranta çevirmiş bir ülkenin elinden bu olanak alınmalıdır haliyle. Sayıları 63’ü bulan, birbirinden farklı itikat/mezhep farklılığını da içinde barındıran Müslüman ülkenin, elindeki kutsal yerlerin koruyucusu sıfatına da güvenerek gelenleri Vahabi ritüellere mahkum eden Suudi krallığına sessiz kalması garip değil mi?
Benim, hacca gideceğim falan yok elbette ama, bu palavra krallığın etkisinin kırılmasının yollarından birinin şu hac organizasyonunu ellerinden almak olduğuna inanıyorum. Gücü kırılmalıdır. Sadece kendi dışındaki mezheplere dayatmalarından kurtulmak kadar bölgede oynadığı uğursuz rolünün sona erdirilmesi için de gereklidir bu.
Şu paraların nereye gittiği konusunda biraz kafa yormalı hacı adayları. “İbadetimi yapar gelirim, günahı onların boynuna” demek, Suudilerin İslam dünyasında kan döken politikalarına da ortak olmak demektir bir anlamda. Keşke sorgulayabilseler, düşünebilseler, akıl yürütebilseler.
Bunu ben söylemiyorum. Kuran’da “efelâ ta’kılûn (Hiç düşünmez misiniz?/Hiç akıl yürütmez misiniz?)” diye uyarılmaz mı inananlar?
Ee, daha ne o zaman?(BirGün)