BÜYÜK DEVLETİN BÜYÜK BAŞAĞRISI OLUR
Devlet kavramını olumlu yada olumsuz tüm değer yargılarından yalıtarak ele almaya çalıştığınızda, onu teknik bir mekanizma olarak ele almayı tercih ettiğinizde bile görmeniz gereken bir gerçeklik vardır. Eski Yunandan bu yana devlet üzerine yazılıp söyleneni “olan” değil, olması gereken bağlamında ele alırsanız son derece soyut analizler yapabilirsiniz.
Büyük devlet ,zalimden hesap soran bu anlamda ezilenlerin haklarını korumaya gücü yeten devletse başka. Ama olana baktığınızda “büyüklük” başka bir anlam taşır. Büyüklük özelikle ulus devlet için nasıl bir anlam taşımaktadır ?
Türkiye devleti özellikle son yıllarda büyüklük sendromunu daha yoğun biçimde yaşamaktadır. Geçmişini bir tarafa bırakalım, bugününe yönelik değerlendirmelerde bile objektif davranmayıp kendi hayal dünyasını gerçek sanarak siyaset yapmaya kalkmak, duvara çarparak öğrenmeyi kaçınılmaz kılar.
IŞİD konusunda NATO tarafından geliştirilen konsept bu açıdan Türkiye’yi yol ayrımına getirmiştir. Türkiye’nin daha güven içinde savunduğu SUK Başkanı Bahra, ABD’nin IŞİD’e yönelik girişimlerini değerlendirirken, işbirliğine “istekli ve hazır” olduklarını ifade ediyor. Suriye Ulusal Konseyi’nin askeri gücü olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) IŞİD’e müdahaleyi fırsata çevirmek için Esad’a da vurun çağrısı yapmaktadır.
Bölgede olan bitenler kendini büyük sanmanın ağır bedeli ile yüzleşmeyi kolaylaştıracak niteliktedir. Ancak buna açık olmak da bir siyasi basiret gerektirir. Bölgeyi şekillendirme, etrafa çeki düzen verme, komşu ülkelerde yönetimleri değiştirme iradesi ciddi bir siyasi güce dayanıyorsa üzerinde konuşulmaya değerdir. Bu yönde kullanılabilecek hiçbir araç sahibi değilken, bu doğrultuda siyasal söylem geliştirmek aslında büyük baş ağrılarına katlanmayı göze almaktır.
Bölge ülkelerinin gücünü hafife alan hatta küresel güçlerle boy ölçüşmeye yeltenen bir dış politika anlayışının buna paralel karşılığı var mı sorusunun en iyi cevabı rehineler konusudur.
Rehinelerin arkasına saklanmayı bir stratejik derinlik saymayı da dahil ederek ifade edebiliriz ki, artık kaçılacak bir yer kalmamıştır. IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun ortağı yapılmak istenen ülkelere baktığınızda “evi hırsız teslim etme” yolunun seçildiği kolayca görülecektir. IŞİD’e pratik destek veren yada en azından göz yuman, IŞİD’in varlığında siyasi kazanç uman bölge ülkelerinin IŞİD ile mücadele platformuna davet edilmesi NATO açısından son derece anlaşılır bir tercihtir.
Artık sadece Irak ‘da değil Suriye’de de dengeler değişmiş ve yeni ittifaklar kaçınılmaz hale gelmiştir.
Türkiye Irak’da Şii Türkmenler hatta Suriye’de Sünni Araplar dahil tüm eski yeni ittifaklarını kaybetme noktasındadır.
Türkiye büyük devlettir böyle partnerlere mahkum değildir diyerek kuyruğu dik tutmaya çalışsanız da, bu yalnızlaşmanın sonu, son derece ciddi bir kuşatmaya dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
Körfez ülkelerinin mali desteğine güvenerek içine girilen maceranın en tehlikeli noktasına gelip dayanmış bulunmaktayız.
Kürt sorununda atılacak adımların büyüklüğü, bu baş ağrılarına denk düzeyde olmak zorundadır.
Seçime sığınmak ve son bir kez daha minderden kaçmaktan başka çıkar yol kalmamış gibi gözükmektedir.
Büyük devlet olmak kolay değildir !