Can Ertuna
Eğer teknolojiyi yakından takip ediyorsanız her gün yenisi çıkan yapay zekâ temelli uygulamalara yetişmekte güçlük çekiyor olmalısınız. Teknolojiye biraz mesafeliyseniz bile çevrenizde yazı, görsel, video üretimlerini yapay zekâyla yaptığını, hatta ChatGPT’yle dertleştiğini anlatan birileri olabilir. İnternet kullanım alışkanlıklarımız değişiyor, yapay zekâ hayatımızın her alanına sızıyor.
Şirketler kullanıcıları ürünlerine bağlamak, yatırımcılar da koydukları paranın rekor kârlar getirmesi için kıyasıya mücadele ediyor. Yapay zekâya yönelik yatırımlar, küresel ekonominin yönünü belirleyen ölçekte.
YAPAY ZEKÂYA AKITILAN DEV KAYNAK
Birleşmiş Milletler, bugün dünyada 300 milyon insanın açlıkla mücadele ettiğini ve yıllık 93 milyar dolarlık harcamayla bu sorunun çözüleceğini açıklamıştı. Bu miktar, teknoloji devlerinin yıllık yapay zekâ yatırımlarının yalnızca üçte biri. Meta, Alphabet, Microsoft ve Amazon’un, sadece bu yılki yatırım miktarının 375 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
Şirketler ilk nükleer bombanın üretildiği Manhattan Projesi’nin on katını ve NASA’nın aya insan göndermek için yıllarca para akıttığı Apollo Programı’ndan fazlasını bir yılda veri merkezleri ve çiplere yatırdılar. ABD’nin 500 milyar dolarlık veri merkezi hamlesine OpenAI ve Oracle gibi şirketlerin dahil olduğunu düşününce toplam rakam daha da büyüyor. Uluslararası finans kuruluşu Citigroup, 2030’a kadar veri merkezlerine yapılan yatırımın 2,8 trilyon dolara yaklaşacağı öngörüsünde bulunuyor.
Bu tablo, yapay zekâya yönelen para akışının reel ekonomik karşılığı olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Bir yanda trilyon dolarlara koşan yatırımlar, diğer yanda “acaba yeni bir balon mu?” tedirginliği var.
PATLAMAYA HAZIR BİR BALON MU?
“Dot-com balonu” ifadesi, 1990’ların sonu ile 2000’lerin başıında yaşanan bir krizi anlatır. İnternetin yeni yaygınlaştığı bu yıllarda, “.com” (İngilizce dot com) uzantılı her şirketin geleceği değiştireceği düşünüldü ve yatırımcılar gözü kara biçimde şirketlere para akıttı. Evet, internet hayatımıza girdi ama potansiyeli abartılan birçok şirketin de içi boş olduğu anlaşıldı ve teknoloji hisseleri çöktü.
Bugün yapay zekâya dönük agresif yatırımları o döneme benzetenlerin sayısı az değil. Çünkü dev şirketler kendi finansal güçlerine güveniyor olsa bile, sektörde çok sayıda küçük şirket toplumsal faydadan çok kazanca odaklanan risk sermayesi fonları tarafından destekleniyor. Bu finansörler için etik bir gelişim süreci değil, katlanarak artan bir kâr önemli. Hem de mümkün olduğunca hızlı…
Dahası, piyasada yüz milyarlarca dolar sürekli dev birkaç şirket arasında el değiştiriyor. Örneğin yapay zekânın motoru olan çipleri üreten Nvidia’nın yatırım yaptığı şirketler gidip tekrar Nvidia çipleri alıyor ya da ChatGPT’yi geliştiren OpenAI, sistemi işletmek için Microsoft’un altyapısını kullanıyor ve yatırım olarak ondan aldığı parayı geri ödüyor. Para dönüyor, şirket değerleri yükseliyor; fakat henüz büyük ölçekte sürdürülebilir gelir üreten bir model ortaya çıkmış değil. Abonelik gelirleri yetersiz. Her şirket, yapay zekânın “Google’ı” olma arayışında; yani kullanıcı ilgisini paraya dönüştürebilecek noktayı bulmaya çalışıyor. Yapay zekâ modellerine reklam entegre etme çabaları yeni başladı.
Yarışta geri düşmek istemeyenler riskli yatırımları göze alıyor. Rakibinden fazla işlemci gücüne sahip olmak kritik önemde. Anthropic şirketinin yöneticisi Amodei’ye göre çip döngüsü o kadar hızlı ki bir yıl önce alınan milyarlarca dolarlık donanım, bir sonraki neslin gelişiyle hızla değer kaybediyor. Bir veri merkezini iki yılda inşa ediyorsunuz; ama o merkez kurulduğunda bile gereksiz ya da yetersiz kalabileceğini bilmiyorsunuz. Bu nedenle kullanıcıların ilgisini sürekli canlı tutmak zorundalar.
Bununla birlikte, 20 yıl öncesinden farklı olduğunu savunanlar da var. Onlara göre yatırımlar bu kez soyut hayallere değil, fiziksel altyapıya; veri merkezlerine, üretim hatlarına yapılıyor. Yine de IMF, büyük bir çöküş yaşanmasa bile bazı şirketlerin beklentileri karşılayamayarak batabileceği uyarısı yapıyor. Sonuçta aynı internet gibi artık yapay zekâ kullanacağız ve birileri bu ucu açık piyasanın kazananı olurken diğerleri silinip gidecek.
Mesele yalnızca finansal değil. Yapay zekânın emek piyasası üzerindeki etkisi şimdiden hissediliyor. Stanford Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, 2022’den beri müşteri hizmetleri, muhasebe ve yazılım geliştirme gibi alanlarda giriş düzeyi işlerde %13’lük istihdam daralması yaşandı. Bazıları bunun yalnızca başlangıç olduğunu düşünüyor; beyaz yakalı giriş seviyesinin yarısının yok olabileceği öngörülüyor.
Bu tablo, servetin dar bir kesimde birikmesi riskini de artırıyor. Teknolojiyi üretenler ve dağıtanlar ile yatırımcıları zenginleşirken sıradan kullanıcılar daha kırılgan hale geliyor.
ABD – Çin rekabeti yapay zekâ alanında da kendini gösteriyor. Düzenlemelere karşı çıkanlar bunu da bir bahane olarak kullanıyor, “yarışı Çin’e kaybetmemek için şirketlere karışılmamalı” diyorlar. ABD’de büyümenin önemli bölümünün teknoloji yatırımlarından geldiğini bilen Trump yönetimi zaten sermaye dostu. Beyaz Saray teknoloji şirketlerini denetlemeye çalışan ülkelere yaptırım tehdidinde bulunuyor.
SERMAYEYLE TOPLUMUN AYRIŞAN ÇIKARLARI
Yapay zekâ teknolojilerine dönük bu yatırım çılgınlığı patlamaya hazır bir balon mu yoksa fiziksel altyapıya dayanan bir yeni sıçramaya mı işaret ediyor bu tartışma konusu. Fakat kesin olan bir şey var: Tüm bu aşırı beklentiler, çok küçük bir şirket grubunun çıkarları etrafında şekilleniyor. Bu devler arasındaki rekabet yalnızca finansal bir risk üretmiyor; üretilen coşku toplumsal ve siyasal etkilerinin gerektiği gibi tartışılmasını da engelliyor. Balon patlarsa hisse sahipleri zarar görebilir; fakat denetimsiz rekabette hayatlarımızı altüst edebilecek modern bir Frankenstein’ın ortaya çıkma riski de büyüyor.




