L. Doğan Tılıç
Sedat Bozkurt, Pazar günü “80 öncesi sol terminolojinin en sıkı eleştirisi” dediği “Pratiğin kadar konuş!” başlıklı güzel bir yazı yazmıştı.
AKP iktidarının 23 yıllık o yolculuğunu özetleyen yazı farklı ülkelerin asgari ücretlerini karşılaştırarak başlıyordu. ABD, Almanya ya da İngiltere’deki asgari ücretli, o ücretle bir İPhone 17 aldığında hala cebinde epeyce para kalırken, Türkiye’deki asgari ücretlinin o telefonu alabilmesi için yaklaşık beş asgari ücreti üst üste koyması lazım.
Nereden nereye geldiğimizi gösteren şu karşılaştırmalar da çarpıcı: “Bulgar levası 2002 yılında bugünün parasıyla 0,73 ile 0,76 lira arasındaydı. Bugün 25 lira. … 23 yıl önce 1,40 lira olan dolar bugün 42,5 lira, Euro 1,5 liradan 49,5 liraya yükselmiş, benzinin litresi 1,45 liradan 57 liraya, çeyrek altın ise 30 liradan 9 bin 500 liraya çıkmış. … Bankalardaki mevduatın yüzde 82’si nüfusun sadece yüzde 1,35’lik kesimine ait. … borsadaki değerlerin yüzde 84’üne binde 4’lük bir kesim sahip. … İşte zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan ve ressamının iktidar olduğu tablo.”
Bu tabloya, tablonun ressamlarının en önemli konularda sürekli bir söylediklerinin tam tersini söylemelerini ve yapmalarını da ekleyin.
Gelin görün ki, “Türkiye’nin sorunlarını kim çözer?” diye sorulduğunda cevap; yüzde 36 hiçbiri, yüzde 23,2 AKP, yüzde 19,6 CHP oluyor!
Muhalefetin asıl dert etmesi ve pratiğini konuşturması gereken nokta burası.
Peki, pratik nasıl konuşacak? Tut ki konuştu, duyulacak mı?
“Duyulacak mı?” sorusuna yanıtın ön koşulu öncelikle duyurulmaya değer bir pratik olması.
Duyurmanın araçlarına gelince, Sedat’ın aktardığı tablonun ressamları ile muhalefetin olanakları arasında devasa bir uçurum var!
Maraşlı hemşerimiz Prof. Dr. Ben Bagdikian, “duyurmanın aracı” medya konusundaki kült kitabı Medya Tekeli’ni 1983’te yayınladığında ABD’deki medya patronlarının bir otelin salonunu doldurduklarını söylemişti. Kitabın 2004’teki son baskısında bu patronlar bir telefon kulübesine sığacak kadar “azaldı” ve onlara “5 Büyük” dedi. 25 yılda muazzam bir yoğunlaşma yaşanmış ve sadece ABD’de değil dünya genelinde haber akışı ve kültürel üretim 5 dev holding tarafından kontrol edilir olmuştu. Hiçbirinin asıl işi de gazetecilik değildi ve savaş sanayiinden turizme ve bankacılığa kadar her alanda faaliyet gösteriyorlardı.
A. H. Arsenault ve M. Castells, Bagdikian’ın yolundan giderek 2008’de yayınladıkları “Küresel Multi-Medya İş Ağlarının Yapısı ve Dinamikleri” başlıklı makalelerinde dünyayı bir ağ gibi saran 7 büyük multi-medya korporasyonu saydılar. Bunlar, her ülkede deregülasyonları ve özelleştirmeleri savunup, farklı yollarla iktidarlara dayatarak kendilerine yol açıyorlar dediler.
BirGün Pazar’daki “Dünyanın en zengin yedi milyarderinin tamamı medya baronu” çevirisi de bugün gelinen noktayı anlatıyordu.
Musk, Bezos, Zuckerberg gibi teknoloji multi-milyarderleri, hem dünyayı kıyamete sürüklediklerini görerek kendilerine yeraltında ve uzayda sığınaklar inşa ediyor, hem de küresel medyayı kontrol ederek kendi düzenlerini sarsacak pratik ve seslerin duyulmasına engel oluyorlar.
Kimse internete sığınarak, sosyal medyaya güvenerek pratiğini ve sesini duyuracağı yanılsamasına kapılmasın. Bunları reddetmesin ama buradan duyurdukları sesin düzeni rahatsız edecek kadar yükseldiğinde bir düğmeye basılarak kesilebileceğini de bilsinler!
“Türkiye’nin sorunlarını kim çözer?” sorusuna verilen yanıtlara dönersek; muhalefetin yapması gereken iki şey var: Toplumun en küçük birimlerine kadar ulaşıp oralarda örgütlenmek ve sorun çözebildiğini göstermek. Sonra da bunları anlatacak kendi bağımsız araçlarını yaratmak. Her eve girip, herkesle yüz yüze konuşarak, iktidarın neredeyse tümüyle kontrol ettiği beyaz camdan seslendiği insanlara, “candan seslenme” yollarını bulmak.




