- Cumhûriyet (re-public)
Cumhuriyet, monarşinin karşıtıdır. Machiavelli (Makyavel),[1] cumhuriyet terimini Kuzey İtalya’daki monarşiyle yönetilmeyen devletleri tanımlamak için kullanarak bugün anladığımız anlamdaki cumhuriyeti tarif etmiştir. Antik cumhuriyetlerden modern cumhuriyetlere geçişte elbette Magna Carta (1215),[2] Reform (1517), Rönesans (1550), Aydınlanma (1685),[3] Amerikan devrimi (1772), Fransız devrimi (1789) ve Paris Komünü’nün (1871)[4] insanlık tecrübesine yaptığı katkılar üzerinden modern cumhuriyete geçilmiştir. Ardından demokrasi; hukûk, eğitim, sanat, bilim ve felsefede gelişmiş ülkelerin yönetim rotası olmuştur.
Cumhuriyet; monarşinin kral, derebeyi, kilise gibi kurumlarıyla vuruşarak var oldu. Amerikan cumhuriyeti İngiliz monarşisiyle savaşarak kuruldu. Fransa devrimi, Fransa monarşisine karşı yürütülen bir ihtilalle ortaya çıktı, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nin feodal düzeni ve son dönem meşrûtî monarşisine karşı başkaldıran bir ihtilalle[5] kuruldu.
Cumhuriyet, halka ait olanın halka verilmesidir,[6] çoğunluğun sesi ve tercihini dikkate alır. Cumhuriyet; iktidârın bir aile, sınıf, zümre veya kişiye ait olmaması, yurttaşlık hukûkunun her türlü yakınlığın önünde olmasıdır. Ancak seçilme ve mevkilere gelme konusunda cumhuriyet rejimlerinde seçkinci, cinsiyetçi ve merkeziyetçi bir çizginin takip edildiği arızalar görülebilir. Cumhuriyet, monarşik veya oligarşik yapıların kendilerini gizleyerek bir yerde tutunmaları konusunda tam ayrıştırıcı değildir, bu durum burjuva cumhuriyetlerinin belirgin bir özelliğidir.
Cumhuriyet, yurttaş kimliğine çok önem verir ve bunda eğitimi kullanır. Cumhuriyet, toplumun şekillenmesinde devlet müdahalesini etkin kullanır. Cumhuriyet, devletin halka vatandaşlık hak ve sorumlulukları yükleyerek denetleme makamındaki yöneticileri de halkın seçtiği sistemdir.
Cumhuriyette görev ve sorumluluk ile yurttaşlık bilinci bireysel özgürlük ve tercihlerden önce gelir. Cumhuriyet yurttaşlık bilincini devletin beklediği görevleri en iyi biçimde yapan vatandaş nitelemesi üzerinden yürütür ve “En yi vatandaş, görevini en iyi yapandır.” sloganıyla motivasyon sağlar. Cumhuriyet kurumlar ve devleti öne çıkarır, vatandaşlık hakları çerçevesinde çizilmiş bir özgürlüğü seçer. Cumhuriyet “Aynı gemideyiz.” şiârından[7] hareketle kader birliği ve amaç ortaklığı üretmeyi ister. Cumhuriyet, “devlet ve düzen için halk” ilkesini benimsediğinden homojen[8] bir toplum yaratır.[9]
- Ulus Kimliği
Cumhuriyetin sağlıksız bir ulus devlete dönüştürülüp otoriter oligarklar[10] düzenine hizmet ettirilmesi cumhuriyeti topal ördeğe çevirmedir. Ümmet sözcüğünün içeriğiyle de uyumlu olan ulus, “kağan ailesinden her bireye ülkeden dağıtılan yer veya arazi payı” demekti. Ulus, eski Türkçedeki ül(mek), üleş(mek) sözcüğü ile eş kökenlidir. Zamanla kağan ailesinin toprak sınırları içinde yaşayanları da anlatan bir terim olmuştur. Böylece sınırları belli olan topraklarda yaşayan aşiretler veya kavimler birliğine ulus denirken günümüzde bir devletin içinde olup tüm farklılıklarıyla devleti oluşturan ve ortak değerlerde birleşen halk topluluğu anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Ümmetçilik, ümmet fanatizmi[11] olduğu gibi örneğin Almanya ulusçuluğu (ulusalcılık) da Federal Almanya Cumhuriyeti halkını kutsama veya yüceltme fanatikliğidir. Her fanatizm, vicdânlı ve objektif bakışın intiharıdır. Günümüzde millet kelimesine “bir ülke sınırları içinde yaşayan, aynı amacı taşıyan ve ortak bir dille anlaşan toplulukların birlikteliği” anlamı verildikten sonra millet ve ulus sözcüğü de birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Fakat bu tanıma rağmen ulusu oluşturan kavimlerden birinin dil ve kültürü üst kültür ve egemen kültür yapılırken bütünlüğü oluşturan diğer dil ve kültürlerin açıktan veya örtülü biçimde yasaklaması, baskılanması veya unutulmaya terk edilmesi sebebiyle ulus devletlerde sorunlar baş göstermiştir.
Ulus devletin üniter,[12] eyâlet[13] veya kanton[14] sistemiyle yönetilmesi biçimsel bir meseledir; ancak ulus kimliğini paydaşlardan birinin adıyla adlandırmak ve isim sahibi olan kavmin dil, kültür ve eğemenliğini ulusun diğer üyelerine zorla benimsetmeye kalkmak insan haklarını çiğneme, kardeşlik hukûkunu yok sayma ve birlikte yaşama kararını görmezden gelmedir. Böylesi dejavantajlı bir kimliklendirme ve zorbalık, ulus bütünlüğünü bozar, karşıt kimlik siyasetini üretir, zıt kültürlerin ayrılık seslerini doğrurur, ulusun bekâsını tehdit eder. Mesela Amerikan ulusu denildiğinde ABD sınırları içinde yaşayan, ana dili ve inancı farklı topluluklardan (halklar) meydana gelen, yirmi (20) resmî dili olan ancak İngilizceyi en yaygın biçimde kullanan, laik hukûkla yönetilen ve ortak amaçlarda birleşen bir toplum kastedilir. Bu tarz özgürlükçü ve kucaklayıcı ilkeleri öne çıkaran bir ulus devlet; tekçi, jakoben ve bağnaz[15] ulus tanımları dayatan ülkeler karşısında her yönden daha güçlü olur.
- Demokrasi
Demokrasi, demos (halk) ve krates (yönetim) sözcüklerinin birleşimi olup halkın yönetime doğrudan veya temsilcileri yoluyla dolaylı biçimde katılığı düzendir. Demokrasi, halkın yönetimde muktedir olmasıdır. Çoğunluğun iradesine göre bir yönetim kadrosunun oluşması cumhuriyetle ortak yönü olmasına rağmen demokrasi ülkedeki azınlık ve muhalefet haklarının korunduğu bir yönetim anlayışıdır.
Demokrasi çoğulcu yönetimi esas alır. Herkesin eşit yargılanması ve siyasal tercihlerini özgürce kullanması demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Demokraside herkesin toplanma, örgütlenme, mülkiyet, din ve ifade özgürlüğü vardır. Demokrasi o kadar insânîdir ki vatandaşlık hakları, yönetilenlerin yönetenlerden razı olması, oy kullanma hakkı ve yaşam hakkının haksız biçimde engellenmemesi yanında nüfus, inanç veya taraftarlık bakımından azınlıkta kalanların haklarının korunması gibi değerleri yaşatan sistemdir.
Demokrasi köleliğin karşıtı ve özgürlük rejimi olması nedeniyle devletin birey üstündeki dayatmasına karşı çıkmaktır. Demokrasi, başkasının haklarına dokunulmadıkça birey özgürlüğünü savunur. Demokrasi, bireysel özgürlük temelinde gönüllü sosyal sorumluluklar oluşturmayı, yurttaşlık bilinci yerine özne ve birey olma bilincini önemser. Demokrasi bireyi devletin üstünde bir değer olarak görüp devleti bireye hizmet aracı kabul eder. Demokrasi, insan olmanın getirdiği ve doğuştan hak edilen şeylere ulaşma olanağı sağlayan tüm yolların açık olduğu bir özgürlüğü ister. Demokrasi “Farklılığımızla güçlüyüz, çeşitililiğimizle kuvvetliyiz, değişik hedeflerimizle var oluşumuzu gerçekleştiririz.” demenin yoludur. Demokrasi, “bireyin özgür ve mutlu yaşaması için devlet ve düzen” ilkesini benimsemedir. Demokrasi heterojen[16] bir toplum yaratır.[17]
Demokrasi, cumhuriyetin ileri aşamasıdır. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir cumhuriyet olarak kurulması ilerici bir harekettir. Çünkü feodal toplum ve monarşik devlet düzeninden, askerî din-tarım toplum yapısından sanayi toplumuna ve halkın seçtiklerinin halkı yönettiği bir düzene, hukûkun üstünlüğünün kabul edilmesine geçiş çok ilerici bir aşamadır. Ancak süreç içinde 1923 koşullarında kalıp o dönemi yücelterek demokrasinin gerisinde kalmak gericiliktir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde tutkal vazifesi yapan söylemlerin gelişen ve değişen toplum düzeninde sürdürülmeye çalışılması, demokrasiye geçilmemesi bir gericiliktir.
- Demokratik Cumhuriyet
Demokratik cumhuriyet; feodal, aristokarat[18] ve otokrat[19] virüslerden tamamen temizlenmiş bir devletin tüm kurallarıyla demokarasiye alan açmış ilerici hamlesidir. Demokratik cumhuriyet; hiçbir alanda sınıfsal ayrım gözetilmemesi, halk meclislerine işlerlik kazandırılması, yerel yönetimlerin yerel halkın kaderinde halkla birlikte söz sahibi olması, halkın yönetimi şartsız biçimde doğrudan denetlemesi ve sorgulaması ilkelerine dayalı politik bir düzenin adıdır ve bu haliyle cumhuriyetin ilerici bir basamağıdır.
Demokrasinin burjuva[20] elinde kapitalizmin[21] ayakçısına dönüştürülmesi demosun iradesini felç eder ve özgürce sömürülmesinin kapılarını aralar. Bu durum, ilacın zehire dönüşmesinden başka bir şey değildir. O nedenle demokratik cumhuriyetin laik, sosyal (halkçı, toplumcu) ve hukûk karakterlerinden asla ödün verilemez.
- Toplumcu Cumhuriyet
Marks, toplumcu cumhuriyet, kızıl cumhuriyet, işçi cumhuriyeti biçiminde adlandırdığı cumhuriyet ile emekçi sınıfın iktidâr olduğu politik bir düzeni veya burjuva cumhuriyetinin emekçiler tarafından ele geçirilerek halkı burjuvadan kurtaran yönetim biçimini kasteder. Marks, bu tanımlarıyla 1848 devrimleri[22] ve Paris Komünü’nü özellikle öne çıkarır. Marks, koşullar gereği emekçi sınıfın burjuva cumhuriyetinde aldığı görevlerle emekçilerin özgürlüğünü sağlayacak bir cumhuriyet kurma çabalarını kızıl cumhuriyete giden yollardan biri olarak görür.
1848 devrimlerinin radikalleri de toplumcu cumhuriyet adını çok kullanırdı. Bu adlandırma o devirde hem oy kullanarak yönetimi değiştirme hakkını hem aldatıcı reformlar yerine halkın gerçek kurtuluşunu sağlayacak ilkeleri barındıran bir rejimi hem de sosyalistler ve cumhuriyetçilerin ütopyası olan demokratik ve sosyal (toplumcu, halkçı) bir cumhuriyeti tanımlıyordu. 1848’de Fransa Cumhuriyeti kurulduğunda bu cumhuriyetin nasıl bir cumhuriyet olması gerektiği tartışmalarında sınıfsal gerekçelerle burjuva sınıfı burjuva cumhuriyeti, küçük burjuva[23] sınıfı demokratik cumhuriyeti ve işçi sınıfı işçi cumhuriyeti istiyordu. Marks, gerçekçi bir analizle işçiler ve emekçilerin tam örgütlü bir sınıf olamadıkları için konjonktürde ezileceklerini belirtir. Bunun bir diğer nedeninin kurulan cumhuriyetin kapitalist egemen sınıfın ekonomik ve politik çıkarlarına göre sistemleştirilmesidir. 1789 devrimi Fransa’da bir burjuva cumhuriyeti kurduğundan doğası gereği emekçileri köleleştirme ve sermayedârları zenginleştirme misyonunu sonuna kadar sürdürür.
Marks, Paris Komünü deneyimini değerlendirirken emekçilerin isyanının sadece açık ve örtük krallıkları yıkmayacağını aynı zamanda sınıfları üreten çelişkileri yıkarak devrimi yapan sınıfı da yok edeceğini savunur ve böylesi bir cumhuriyetin ideal yönetim biçimi olduğunu düşünür. Marks, komünal örgütlenmeler üzerinden komünler inşâ ederek devlet makinesini yok edecek bir toplumsal dönüşümü sağlayan cumhuriyetin ideal cumhuriyet olduğunu vurgular. Onun toplumcu cumhuriyet, kızıl cumhuriyet, işçi cumhuriyeti dediği veya proleterya diktası denilen ara formülü esasında bu geçiş sürecini sağlayan köprüdür. Bu sebeple Marks, “Cumhuriyet, ama sosyal (toplumcu, halkçı) cumhuriyet” demiştir.
Marks’a göre toplumcu bir cumhuriyette “iktidar antikapitalistlerin, fabrika ve toprak mülkiyeti olmayanların elinde olmalı; bu yönetim toplumu burjuva başta olmak üzere her türlü baskı unsuruna karşı güvende tutmalı, komünler kurulmalı ve devlet gittikçe komünleşmeli; komünler tüm kurumlarıyla yerleştikten sonra devlet kaldırılmalı”dır. Marks, sadece burjuva cumhuriyetini ele geçirme üzerine yürütülecek bir politikanın yanlış olduğunu, çünkü emekçileri köleleştiren bir cumhuriyette politik iktidâr ele geçirilse bile sistemin işleyişi gereği emekçiler yine de özgürleşemez, burjuvazinin çarkları arasından kendini kurtaramaz. Marks, sosyal (toplumcu) bir cumhuriyetin tek başına işçi sınıfının mücadelesiyle kurulamayacağını; köylü, zanaatkâr ve küçük burjuvanın desteğiyle gerçekleşebileceğini vurgular.
Marks’a göre toplumcu cumhuriyet temsîlî bir hükümet[24] yerine halk delegasyonu[25] ile yönetilmelidir. Çünkü burjuva cumhuriyetinde burjuvanın kurduğu partiler ve onların desteklediği adaylar ile burjuvanın belirlediği kurallar üzerinden yapılan seçimlar asla halkın gerçek tercihini yansıtmamaktadır. Ama yetenek ve nitelikleri belli adayları bizzat halkın belirlediği ve seçtiği bir yönetim, halk tarafından yetkiler verilmiş gerçek bir cumhuriyet olduğundan halk delegasyonu gerçekleşir. Marks’a göre yürütme görevini üstlenmiş kurul, halk meclisi tarafından denetlenmelidir. Ayrıca Marks, hem delegasyonu hem de yürütme kurulunu halkın bizzat denetlemesi gerektiğini savunur, delegasyon ve yönetimi bir meslek olmaktan çıkarmayı özellikle vurgular. Marks, bu yöntemle yönetilen demokratik cumhuriyetin komünler tarafından dinamik biçimde denetlenmesini gerektiğini belirtir.
Diktatörlük, sınırlandırılmamış ve kalıcı bir otokrasi,[26] siyâsî ve sivil özgürlüklerin engellenmesi biçimdir. Ancak proleterya diktatörlüğü tanımındaki Marksist diktatörlük Roma hukûkundaki olağanüstü durumda geçici verilen kapsamlı gücü tanımlar. Marksizm, feodal ortamın, kralıkların egemenliğinden demokratik cumhuriyete geçişin kapsını aralayabilmek için proleterya diktatörlüğü tamlamasını kullanmıştır. Örneğin kapitalist toplumdan komüncü topluma geçiş aralığı olan sosyalist toplum süreci bir proleterya diktatörlüğüdür. Yani sosyalizmden komünizme evrilme aşamasıdır. Örneğin Lenin, Komünist Parti etrafında örgütlenmiş işçi ve emekçi sınıfının ortaya koyduğu devrimci iradeye proleterya diktatörlüğü der. Bu bahiste hemen akla gelen SSCB, komünist bir devlet değildi. Komünizme giden yolda kırık dökük bir sosyalizm uygulamasıyla bir proleterya diktatörlüğü dönemiydi. Sosyal demokratlar, anarşistler ve Troçkistler SSCB’yi yeterli düzeyde görmediğinden ciddi eleştirmiş, Stalinist yöntemleri hem sosyalizm hem de toplumcu cumhuriyet anlayışıyla çeliştiği gerekçesiyle yerden yere vurmuşlardır.[27]
Cumhuriyet’in 100. yılı kutlamalarında dillendirilen “Halk için cumhuriyet, cumhuriyet için sosyalizm” sloganı Marksist bir bakışın toplumcu cumhuriyet, kızıl cumhuriyet, işçi cumhuriyeti içerikli sloganıydı.
Kur’ân’ın özgürlük, kıst ve adâlet ayetleri; Vedâ Hutbesi, Medîne Sözleşmesi, Peygamber’in toplumsal dönüşüme yönelik eylemleri ve mülkiyet ilişkileri dikkate alındığında İslâm devriminin sosyalist cumhuriyet, tam demokrasi, halk cumhuriyeti ve demokratik cumhuriyet kurma idealinde olduğu ortaya çıkar.[28]
Bolşevik Devriminde olduğu gibi Muhammedî Barış Devrimi de dinler çağını kapatıp[29] akılcılık devrini[30] başlatan bir hareket olduğundan soyut itirazlarını somut çözümlemeler ve şartların gerektirdiği durumlar üzerinden yürütmekteydi. Vicdân elçisi Muhammed, hem yenilikleriyle hem de Arapların süregelen törelerini kullanarak mistik bir dindârlık yerine maddî dünyayı inşâ eden bir teori ve pratik ortaya koydu. O nedenle özgür, insan onurunu önceleyen, bireyi sistemlere feda etmeyen, hukûkun üstünlüğünü öne çıkaran bir âyetler zincirini insanlığa miras bıraktı.
devam edecek…
____________________________________________________________
[1] Machiavelli (öl. 1527/Makyavel): İktidârın sürdürülmesi için din ve milliyetçilik başta olmak üzere her şeyin kullanılması gerektiğini savunur. “Düşmanınıza saldırabilirsiniz; doğru mu yanlış mı yaptığınızı düşünmeniz gerekmez, er ya da geç yargıçlarınız sizi haklı çıkarmak için en iyi gerekçeleri bulacaktır.” sözü meşhurdur. Kutsal devlet fikrine sahip olan, devleti halktan, bireylerden daha önemli gören, “Devlet için halk, iktidâr için insan”sloganına sahip olan kişidir. İktidârı yaşatmak için yapılacak her türlü hile ve söylenecek her türlü yalanı “Dün dündür, bugün bugündür.” sloganında temsil eden omurgasız ve çıkarcı siyasetin teorisyenlerindendir. Politika ile etiğin çelişeceğini savunur.
[2] Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi): 1215’te imzalanmış bir İngiliz belgesidir. Bu belgeyle İngiltere kralının yetkilerinden bazıları alınmış, kralın yasalara uygun davranması gerektiği ve hukûkun kral iradesinden üstün olduğu vurgulanmıştır. Böylece İngiltere tarihinde kralın yetkileri ilk kez kısıtlamış ve derebeylere bazı haklar tanımıştır. (tr.wikipedia.org)
[3] Aydınlanma Çağı: Aklı kurucu ilke olarak benimseyerek tüm toplumsal yaşam ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesi dönemidir. Kant, aydınlanmacılığı, “aklı kullanma cesareti” olarak tanımladığında genel olarak Aydınlanma Çağı’nın felsefesini vermiştir. Aklın Kilise (tarîkât, cemaat, mezhep, Şeyhü’l-İslâmlık gibi) öğretilerinin yerine geçmesi 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkıp gelişmiş ve aydınlanma fikriyle yaygınlaşmıştır. (A. Kadir Çüçen, Batı Aydınlanmasının Düşünsel Kökenleri ve Eleştirisi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 83. Yılı Özel Sayısı/Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı ve Cumhuriyetimizin 83. Yılı Özel Sayısı)
[4] Paris Komünü: Fransa’nın yenilgisiyle sonuçlanan Fransa-Prusya savaşının ardından Paris’teki tüm devrimci eğilimlerin sivil bir ayaklanma başlatmasıyla kuruldu. Zengin-yoksul arasının iyice açılması, gıda stoklarının azalması, açlık ve yoksulluğun dayanılmaz hal alması gibi sebeplerle gerçekleşen bir devrimin ürünüdür. 28 Mayıs 1871’e kadar uzanan iki aylık sosyalist bir hükûmet dönemidir.
[5] İhtilâl: Bir devletin politik, sosyal ve ekonomik yapısını kökünden değiştirmek maksadıyla girişilen silahlı hareket. Kökten ve tümden değişim.
[6] Tunay Şendal, Kadim Bir Medcezir: Cumhuriyet ve Demokrasi, 20 Ekim 2022, www.perspektif.online
[7] Şiâr: Ayırıcı özellik, tutulacak yol, iz, belirti, işaret.
[8] Homojen: Bağdaşık. Her yerinde aynı özellik ve nitelik olan. Türdeş. Aynı veya yakın değerleri içeren.
[9] Ahmet İnsel, Cumhuriyet ve Demokrasi, Birikim Dergisi, 115. sayı, 1998.
[10] Oligark: Oligarşinin üyesi ya da destekçisi. Ayrıcalıklı yaşayan küçük bir grubun yönetim gücüne sahip olduğu sistem(in üyesi).
[11] Fanatizm: Taparcasına destekleme, aşırı bağlanma, birşeyin varlığını kendi varoluşunun sebebi olarak görmekten dolayı o şeye duygusal biçimde aşırı bağlanma ve bu sebeple her türlü eleştiriyi düşmanca görme.
[12] Üniter: Ülkenin tüm alanlarında tek yasanın uygulanması. Türkiye, İsrail, Tanzanya, Cezayir üniterdir; ancak monarşik cumhuriyet olan Ürdün, İspanya, Danimarka, Norveç, İngiltere ve Yeni Zelanda’da krallık yasaları olması nedeniyle üniterlik vardır.
[13] ABD 50 eyâlet, Almanya 16 eyâlet, Kanada 10 eyâlet ve 3 bölge, Avustralya 6 eyâlet, Fransa 18 eyâlet; Rusya, 2 parlamentolu başkanlık sistemiyle idare edilen, kendi anayasaları ile yasama ve yürütme organlarına sahip 21 cumhuriyet, 9 eyalet (Kray), 46 bölge (Oblast), 2 federal statüye sahip şehir (Moskova ve St. Petersburg), 5 özerk bölgeden oluşan, 83 idari birimli bir federasyondur.
[14] İsviçre 26 kantondan oluşur.
[15] Bağnaz: Mutaassıp. Bir inanç ve düşünceye aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünemeyen, ondan başka her öğreti ve her inanca şiddetle karşı olan.
[16] Heterojen: Ayrışık. Her yerinde farklı özellik ve nitelik olan. Türdeş olmayan. Farklı değerleri içeren.
[17] Ahmet İnsel, Cumhuriyet ve Demokrasi, Birikim Dergisi, 115. sayı, 1998.
[18] Aristo-krat: Seçkin sınıfın yönetimini savunan. Aristos, en iyi, en seçkin; kratia, yönetim demektir. Seçkinliğiyle en iyi konumunda olanların yönettiği sisteme aristokrasi denir. Aristokrat, sınıflı toplumda üst konumdaki sınıfların yönetimini savunandır.
[19] Oto-krat: Otokrasi taraftarı. Devletin tüm yetkilerinin tek kişide toplanmasını savunan.
[20] Burjuva: Köylü, işçi veya soylu sınıfına dâhil olmayıp sosyal statüsü ve gücünü eğitimi, işveren konumu ve zenginliğinden alan kentli. Bu kimselerin oluşturduğu sosyal sınıfa burjuvazi denir. Kur’ân’ın ağniyâ, bâhis, müstekbir, murâbî, kânîz, mele, mütref gibi adlarla belirttiği kimliklerdir.
[21] Kapitalizm: Para ve sermâyenin Tanrı gibi sevildiği ve özel mülkiyetin kutsandığı sistemdir. Para kazanmak, kâr elde etmek için üretme; zengin yoksul dengesizliği çıkaran bir ekonomik düzenleme içinde olma, emekçi sınıfı yaşayabileceği bir oranda tutup zenginleri daha da zengin etme sistemi.
[22] 1848 Devrimleri: 1848’de İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya ve Macaristan’da ortaya çıkan ayaklanmalar, devrim ve özgürlük hareketleridir. Bu olaylar Rusya, Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Hollanda Krallığını da etkilemiştir. 1848 olaylarının ardından Fransa’da Cumhuriyet ilan edildi, sosyal hukûk kavramı doğdu, Fransa’da halka seçme hakkı tanındı, ölüm cezası kaldırıldı, esir ticareti yasaklandı, İtalya ve Almanya’da siyâsî birliğin kurulması zemini oluştu, özgürlük açısından önemli kazanımlar elde edildi, halklar yeni haklara kavuştu, İngiltere’de seçim hakları genişletildi ve işci sınıfına yeni haklar verildi, sosyalist akımlar güçlendi ve sosyalist partiler kuruldu.(Murat Cenk, 1848 İhtilallerinin Sonuçları, www.muratcenk.com, 2018; 1848 Devrimleri, tr.wikipedia.org)
[23] Küçük burjuva: Burjuva ile işçi sınıfı arasında kalan, mülk sahibi olmasıyla kapitalistlere, kendi emeğiyle geçinmesiyle işçiye benzeyen bir sınıftır. Gelir seviyesi toplumun ortası veya ortanın üstünde olan sınıftır. Aslında tanıdığımız ortadirektir. Esnaf, tüccar, geliri iyi çiftçi, küçük işletme sahibi, doktor, öğretmen, polis, subay, yazar, sanatçı, üniversite hocası, faizle geçinen, kira geliriyle geçinen, avukat, mühendis, devlet memuru gibi orta sınıfı oluşturanlardır. Küçük Burjuva üyeleri durumundan şikâyet etse de asıl amaçları zenginleşip sınıf atlamaktır. Bu maksatla hangi iktidâr, ideoloji, grup yanında durmak kâr getirecekse ona yakınlaşır, onun yanında görünmeye çalışır. Bir yandan kurulu düzenden, burjuva sınıfından rahatsız olur öte yandan düzenin nimetlerinden yararlanma yoluna gider. Tek amaçları bir gün burjuva sınıfına katılmaktır. Bunlar çoğaltma, biriktirme, tepeler oluşturma sevdasıyla kazanma yarışı içine girer, kazanmak için her rengi alır.
[24] Temsîl(î): Temsile dayalı. Partilerin ortaya koyduğu adayların seçmenler tarafından milletvekili olarak seçilmesi yöntemi. Bu yöntemde seçilecek adayları halk değil partiler belirler; halk, partilere oy vererek adayı seçmiş olur. Bu tarz bir seçim, halkın gerçek tercihini yansıtmayan bir seçim oyunudur.
[25] Delegasyon: Yetkilendirme. Delege; devreden, görevlendiren, yetkilendiren, yetki aktaran, vekili yapan, emanet edendir. Delege etme; kişinin sorumluluğunda olan bir işi sorumluluğu altındaki başka bir kişiye devretmesi, iş aktarma. Delegasyon, bir topluluğu temsil eden kuruldur, temsil edilmek istenen kişi veya grup tarafından seçilen kişilerin belli yetkiler verilerek temsilcilik yapması sistemidir. Seçilmiş bir yönetici veya yönetim kurulunun işin niteliği ve çalışanın özelliğine göre çalışanlara yetki vermesi de delegasyondur. Delgasyon; insanları iş yoluyla geliştirme, görevin standartlarını, kişilerin hangi konularda yetkilendirileceğini, yetkinin nasıl kullanılacağını, olası hata ve risk noktalarını tanımlama, iş birliği içinde bir ekiple çalışma, orta ve uzun vadeli hedeflere odaklanma içerir. Delegasyon, yöneticilerin yönetim tarzlarını ve iletişimi geliştirmelerine, çalışanların katılımını artırmalarına yardımcı olur, kurumsal öğrenmeyi teşvik ederek kişilerin etkinliğini artırır. Delegasyon; iş gücünün etkili kullanımını, yöneticilerin daha kritik işleri yapmak için zaman kazanmasını, personelin kendi uzmanlık alanlarında karar almak için yetkilendirilmesini, takım ruhunun gelişmesini, çalışanlar arasındaki etkileşim yoluyla birbirlerinden bir şeyler öğrenmesini ve kendi çalışmalarını gösterme fırsatının sunumunu, diğer gelişim alanlarını keşfetmeyi, yeni projeler üretilmesi ve farklı noktalara taşınmasını, kişilerin yeteneklerini sergilemesi ve kendilerini geliştirmesini sağlayan bir ortam üretir. (www.erolaslan.com/etkili-delegasyon-becerisi)
[26] Oto-krasi (krates): Kişisel hak ve özgürlükleri gözetmeksizin merkezî otoriteye tam itaat etmek prensibine dayanan yönetim anlayışı. Bu yönetimde tüm siyasal, ekonomik, hukûkî, askerî yetkiler bir lider veya grubun elinde toplanır; yasama, yürütme ve yargı erkleri “kuvvetler ayrılığı” üzerine değil “kuvvetler birliği” anlayışıyla uygulanır.
[27] Krisis (haz.), Marksizm Kılavuzu, Toplumsal Cumhuriyet, çev. A. Kadir Gülen, Dipnot Yayınları, İstanbul, 2021.
[28] Namık Kaya, Antikapitalist Ekonomi-Politiğin Teolojisi Paradigmanın İnşâsı, Ezilenlerin Devrimi, Lora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[29] Mâide, 3/El-yevme ekmeltu le-kum dîne-kum
[30] Kur’ân’da 700’den fazla âyette aklın kullanılmasına gönderme vardır.