14 Mayıs 1950, gerçekten de Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biridir. Ama Erdoğan’ın sunduğu şekliyle değil; tersine, o gün Türkiye, “Yeter söz milletindir” diyerek tek adam-tek parti dayatmasına isyan etmiş, yüzde 53’le muhalefete oy vermiştir.
Tek parti yönetimi 27 yıl sürmüştü. -Tıpkı bugünkü gibi- toplum tek adam yönetiminden yorgundu; değişim istiyordu. Meydanlar -tıpkı bugünkü gibi- kıpır kıpırdı. O zaman, -tıpkı bugünkü gibi- valiler, partinin emrindeydi: İstanbul mitinginde Vali Fahrettin Kerim Gökay, Cumhurbaşkanı İnönü’ye alanı dolduran onbinleri gösterip “işte Paşam, İstanbul” demişti. İktidar partisi, zafere gittiğini düşünüyordu. Oysa o gün “milli şef”i alkışlayan onbinler, üç gün sonra gidip muhalefete oy verdi.
27 yıllık tek parti iktidarı, o gece seçmenin bir fiskesiyle çöktü.
Tek adam yönetiminin vekilleri, valileri, polis şefleri, gazetecileri, paşaları, hüsran içinde evlerine döndü.
Dün, vefatının 10. yıldönümünde andığımız Mehmet Ali Birand’ın sunduğu “Demirkırat” belgeselini hatırlarken, o gecenin tanıklarıyla çok uzun söyleşiler yapmıştık. Bu söyleşilerden birinde gazeteci Orhan Birgit, çok önemli bir kulis bilgisi vermişti. Buna göre 14 Mayıs gecesi, 1. Ordu Komutanı partiyi arayıp Milli Şef’in emirlerini beklediklerini söylemişti. “Eğer Cumhurbaşkanı yeşil ışık yakarsa, seçimlere komünistlerin hile karıştırdığını söyleyerek müdahale edecekler”di. Mesaj İsmet Paşa’ya iletildi. Şu cevap geldi: “Milli irade nasıl tecelli ettiyse kendisi başta olmak üzere tüm devlet birimleri saygı göstermelidir.”
Türkiye’nin şansı, o kritik seçimde, ülkenin başında halkın seçimine saygı duyan, koltukta kalmak için direnmeyen bir devlet adamının olmasıydı. Önümüzdeki 14 Mayıs’ta öyle bir şansımız olmayacak. Tersine İstanbul seçimlerinde gördüğümüz gibi milli iradeyi hiçe sayabilecek bir Cumhurbaşkanı ve onu alkışlayan generallerle gidiyoruz seçime… Buna rağmen, -tıpkı o gün olduğu gibi, milletin “Yeter! Şimdi değişim vakti” diyen gür sesini bekliyoruz.