6’lı Masa sesini savaşa karşı olan barışçı demokratik muhalefetle birleştirebilse, iktidarın militarist, savaşçı, yayılmacı siyasetinin karşısında yer aldığını kitlelere haykırabilse, kitlelerle birlikte gümbür gümbür “savaşa hayır!” diyerek meydanları inletebilse, işte o zaman umut olabilir ve sandığının aksine, ancak o zaman seçimi kazanabilir
Siz onlara şehit diyorsunuz, ben kurban diyorum. Kendi bekanız, kendi çıkarlarınız, kendi menfur emelleriniz uğruna yabancı topraklarda ölmeye ve öldürmeye gönderdiği evlatlarımız onlar: iktidarın kurbanları…
Pençe-Kilit harekâtının başladığı 17 Nisan’dan bu yana 90 canımızı yabancı topraklarda yitirdik. Sadece son 6 günde sekiz “şehit”; Karkamış’a düşen füzelerde biri çocuk, biri genç öğretmen kızımızı, Taksim’deki terör eyleminde can veren altı insanımızı da ekleyin. Toplam 90 can, üstelik resmî rakamlara göre ve şimdilik…
Terör kurbanlarını ve Karkamış’ta yaşamını yitirenleri neden bu acı hesaba dahil ettiğimi soracak olursanız, tümü aynı bütünlüğün, sınır harekâtı adı altında yıllardır sürdürülen savaşın sonucu ve ürünü.
Ceylanpınar’ı hatırlamazsak 13 Kasım terör eylemini anlayamayız
Yıl 2015’ti, 28 Şubat’ta Dolmabahçe mutabakatını izleyen günlerde umut edilen barışı zedeleyen çatışmalar ve şiddet eylemleri düşük yoğunlukta da olsa sürüyordu. 7 Haziran seçimlerinde AKP çoğunluğu kaybetmiş, HDP güçlenerek 80 milletvekiliyle Meclis’e girmiş, Erdoğan yenilginin faturasını çözüm sürecine çıkarmıştı. 28 Temmuz’da, bu koşullarda Dolmabahçe mutabakatının süremeyeceğini dile getirdi ve “masa” devrildi. Kamuoyunu etkileyen en önemli gerekçe, 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisin evlerinde hunharca öldürülmesi ve cinayeti PKK’nin bir biriminin üstlenmiş olmasıydı.
Kimler tarafından gerçekleştirildiği kuşkulu bu olayın, o dönemde barış ve çözüm karşıtı derin güçler tarafından tezgâhlandığı daha baştan belliydi ama muktedirlere kamuoyunu ikna edecek bir gerekçe, daha doğrusu bahane lâzımdı. Yıllar sonra Ceylanpınar terör eylemi davasında bütün sanıklar beraat etti ve olay faili meçhuller arasında yerini aldı.
13 Kasım 1922’de Taksim’de patlayan bomba haberini aldığımda aklıma ânında Ceylanpınar olayı geldi. Nitekim sonraki günlerde, bombacının kimliğinden tutun da İstiklâl Caddesi’nde defalarca keşif yapmasına, bombayı patlatmadan önce bir saate yakın elinde torbayla beklemesine, sonra kullandığı evde elle konulmuş gibi bulunmasına, daha da önemlisi ifadelerine, ilişkilerine, geçmişine kadar bütün veriler, İçişleri Bakanı ve iktidar tarafından yapılan açıklamaları yalanlıyordu. PKK/PYD’nin, eylemi gecikmeden kesin olarak reddettiğini de hatırlayalım.
Taksim civarında 13 Kasım terör saldırısında yaşamını yitiren canlarımızı, savaş uğruna verilen kurbanlar arasında saymamın nedeni bu işte. Ceylanpınar’ın amacı barış sürecini sona erdirmekti, Taksim’de patlayan bombanın amacı daha da açık: Kim, hangi örgüt yapmış olursa olsun Erdoğan-Bahçeli ittifakının aylardır “bana bir koca lazım, o da bu gece lazım” sabırsızlığı ve özlemiyle hazırlandıkları Kuzey Suriye’ye, Rojava’ya, Kuzey Irak’a kara harekâtına kamuoyunda haklılık kazandıracak gerekçe sağlamak.
Kim yaptı bilemem ama kimin işine yaradığı apaçık ortada.
Karkamış’ta, karşı taraftan atılan bir bomba, obüs, vb. nedeniyle yitirdiğimiz iki canımızı da kurbanların arasında saymamın nedeni ise açık: Savaş varsa, düşman (!) topraklarını ağır bombardıman altında tutuyor, köylerini, mevzilerini, tarlalarını, evlerini hallaç pamuğu gibi atıyorsanız, karşıdakinin elleri de armut toplamaz. Her savaşta iki taraf vardır; ve savaş varsa terör, şiddet, kan, ölüm, zulüm de vardır. Savaş vicdanların karardığı noktadır.
Kara harekâtı yeni acılar, yeni ölümler demektir
Eli kulağında denen, Erdoğan ve Bahçeli’nin dur durak bilmeden tekrarladığı, 6’lı muhalefetin ise “askerlerimizin ayağına taş değmesin”den öte karşı çıkmadığı, hatta İYİ Parti’nin en hamasi militarizm söylemiyle alkışladığı Pençe-Kilit kara harekâtının bilançosu çok ağır olur. Şehit cenazeleri peş peşe geldiğinde, yitirdiğimiz canlar çoğaldığında, yeni göç dalğaları sınırlarımızı zorladığında, kriz içinde debelenen ekonomi büsbütün sarsıldığında, beka yutturmacasının etkisi savaş tamtamları çalanların hesaplarını da bozabilir. Ama, bu hesabı yapmayan, seçimlerde iktidarı yitirecekleri korkusuyla gözleri büsbütün kararmış olanlar, kitleleri bir kez daha kandırmak için her türlü aracı kullanarak, kendi bekalarından başka bir şey olmayan beka silahını çekerek her türlü muhalefeti sindirmeyi bu defa da başarabilirler.
Muhalefet, derin devletin en savaşçı, en şoven ve en Kürt düşmanı odaklarına dayanan Cumhur’cuların oyununa gelecek mi yine? Bu savaştaki acı kayıpların ortağı olacak mı? Şehitlerimizin, kurban edilen canlarımızın kanının kendi ellerine de bulaştığını, yarın tarihin kendilerini de değerlendireceğini hâlâ anlayamayacak mı?
6’lı Masa sesini savaşa karşı olan barışçı demokratik muhalefetle birleştirebilse, iktidarın militarist, savaşçı, yayılmacı siyasetinin karşısında yer aldığını kitlelere haykırabilse, kitlelerle birlikte gümbür gümbür “savaşa hayır!” diyerek meydanları inletebilse, işte o zaman umut olabilir ve sandığının aksine, ancak o zaman seçimi kazanabilir.
Boşuna konuşuyorsun, diyeceğinizin farkındayım. Ama susmak bile vicdanımı yaralıyor. Hiç değilse kendi ahlakımız, kendi vicdanımız için, şu günlerde nerede, nasıl yapabiliyorsak öyle, “Bu bizim savaşımız değil, SAVAŞA HAYIR” diyen sesimizi yükseltelim.