Hayatı boyunca emeğinden başka satacağı hiçbir şeyi olmayan bir insan niçin isyan etmez? Sadece bir kere geldiği şu hayata karşı, köle gibi çalışıp taksitle ölmeyi tercih ediyor? Çalıştıkça aldığı ücret sadece aç kalmamasını sağlayan ve hiçbir zaman sermaye yapamayacağı düşük bir ücret. Sermaye sahibi ise işçinin sırtından zenginliğine zenginlik katıyor. İşçi gece gündüz demeden sadece patronuna çalışırken, patron oturduğu yerden servet sahibi oluyor. İşçi kazandığı üç kuruşu kaybetmemek için korkudan tüm haksızlıklara boyun eğiyor.
Ülkemizde iktidara gelen siyasi partiler burjuva sınıfının çıkarları için çalışmıştır. Bir iktidar gösterin ki burjuva sınıfının çıkarına hareket etmemiş olsun. 1980 yılına gelindiğinde karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş neler getirdi? Neler götürdü? Getirdiklerinden ziyade çok şeyi götürdü. Sermaye sınıfı giderek büyürken işçi sınıfı giderek fakirleşti. Geldiğimiz durum ise içler acısı. Orta sınıf giderek proletaryaya dahil oldu. Oklar ters yönde açılmaya başladı. Öyle bir hale gelindi ki intiharlar arttı. İnsanlar ekmek çalmaya başladı. Ezilen kesim daha önce olmadığı kadar karamsarlaştı. Gençler tüm bu hayatın sadece bir ev bir araba için mi olduğunu sorgulamaya başladı. Üstelik bir ömür boyu çalışma uğruna. Hal böyleyken zenginler her geçen zaman zarfında ezilen kesim sömürüldüğü oranda zenginleşmeye başladı.
Bir haberde onursuz bir zengin milyonluk pastasını yerken onun altında ekmek çaldığı için tutuklanan bir insanın haberi uçurumu gözler önüne seriyor. Bu habere karşı birisi çıkıyor ve zenginliğe laf etmediğini ancak bunun da olmaması gerektiğini belirtiyor. Zenginliğe laf etmemek ne demek? O nasıl zengin oldu? Siz hiç helal parasıyla zengin olanı gördünüz mü? Bu zihniyet ile bir arpa boyu yol alamayız. Hiç bilgiyi tekelleştirmeden, devletten insiyatif almadan ve faiz olmadan nasıl zengin olunur? Bu ülkede sağından soluna bir iki istisna hariç çoğu parti burjuvaziden yanadır. Bakmayın siz onların ezilen kesimlere destek sözleri verdiklerine.. En büyük amaçları Türk burjuvazisini büyütmektir. Ve bunu başardılar. Geçmişten itibaren darbeleriyle burjuvaziyi güçlendirip işçilerin grev haklarını bile ellerinden aldılar.
Bu böyle gitmez. Bu gidişin sonu elbette isyandır. Başka çare yok. Sorun şudur ki ezilenleri isyana teşvik edecek bilinç eksiktir. Ama mutlaka bu aşağılık çelişkilere karşı dünyada büyük bir isyan olacaktır. Ben kâhin değilim. Ne zaman bu aşağılık düzenin yıkılacağını bilemem. Ancak kapitalizmin nasıl işlediğini biliyorsak ve kapitalizm giderek daha vahşi bir hal alıyorsa ve bu durum ezileni daha da eziyorsa er ya da geç bir isyan dalgası tıpkı 68 hareketinde olduğunu gibi tüm dünyayı etkisi altına alacaktır.
Emeklerinden ve isyanlarından başka bir şeyleri olmayan ezilen kesimin kaybedecek hiçbir şeyi yok. Sadece bir kere geldiği şu hayatı modern köle olarak geçirmektense isyan ederek şartları değiştirebilir. Ancak iki büyük sorun buna engel olmaktadır. Din ve milliyetçilik insanları iliklerine kadar zehirlemiştir. Onları kapitalizme hazır hale getirmiştir. Bir işçi düşünün ki hayatı boyunca patronu zenginleştiriyor, çalıştıkça karnını zor doyuruyor ama düzenin nasıl işlediğinden, nasıl sömürüldüğünden, nasıl sermayeye köle olduğundan bir haber yaşıyor. Hayatının önemli bir kısmını çalışarak geçiriyor. Emekli olunca bir ayağı çukurda yaşıyor. Sonra ölüyor. Böyle bir hayat neye yarar? İnsan dünyaya bunun için mi geldi?
Ben kaderci görüşleri her zaman tehlikeli buldum. Çünkü bir şeyin kader olması onun değiştirilemeyeceği anlamına gelir. Mesela coğrafya kaderdir sözünü sıklıkla duyarız. Bu şu demektir: Ne yapalım kader böyleymiş. Yani tüm bu eşitsizlikler karşısında bunun kader olduğunu söylemek korkaklıktır. Değiştirilen bir şey kader değildir. Toplumumuzda dindarından sekülerine kadar kadercilik bataklığı çok yaygındır. Hayır, bu düzen kader değil. Değiştirilebilir. Bu mümkündür. Geçmişte bunun örnekleri vardır.
Sovyetler Birliği yıkıldığında sevinç çığlıkları atan kapitalistler erken sevindiler. Şu zamanlarda ufakta olsa insanlar bu sistemin nasıl vahşi olduğunu, en büyük olanın para olduğunu ve paranın insan hayatından daha değerli olduğunu gördükçe kapitalizm yara almaktadır. Kapitalizmin ağır hissedildiği ülkelerde tüm baskılara rağmen grevler giderek artmaktadır. Tüm yasaklamalarına ve korkularına rağmen kıvılcımlar karanlıkta belirtmektedir. Artık insanlar bu düzenin zenginin yararına olduğunu geçte olsa keşfediyor. Ancak halkları cahil bırakan dincilik ve kapitalizm onların kafasını karıştırıyor. Bireysel düşünen, dünyadan bir haber olan birisi ne yapacağını bilmiyor. Daha da kötüsü şartlar o kadar kötü ki çalışan insan düşünecek, araştıracak zaman bulamıyor. En kötüsü ise hala uyanamayan, emeğinden başka bir şeyi olmayanların bu düzeni desteklemesi. İşte bu tahammülsüzleştiriyor insanı.
Peki niçin isyan etmiyoruz?
Kaybedecek neyimiz var ki korkuyoruz?
Her gün tükenirken isyanla dolup taşmıyoruz?
Sırtımızdan geçinenler bizleri iliklerine kadar sömürürken niçin ateşi yakmıyoruz?
Zengin gününü gün ederken, çocuklarına kaygısız gelecekler vadederken siz çocuklarınız için niçin endişelenmiyor sunuz?
Eğer susmayı tercih edersek daha da sömürüleceğiz.
Eğer susarsak nefes alacak zamanı bile çok görecekler.
Eğer harekete geçmezsek hep kaybedeceğiz.
Bu düzenin böyle gitmeyeceğini anlamalıyız.
Kolektif olarak hareket etmeli ve sınıf bilincini aşılamalıyız.
Kurtuluşumuzun anahtarı iki kavramdır: Bilinç kazanmak ve isyan etmek.
İki yol var: Ya susacak ve boyun eğeceğiz ya da isyan edeceğiz.