Aylar önce başladığım ve bir türlü sona erdiremediğim yazı dizisinin, ‘yirmi dördüncüsü’ yayınlanmıştı iki hafta önce. Konu, hükümet sistemleri ve o sistemlerin demokratikleşmesiydi. Yazıların hedef kitlesi, ilgili, merak eden ancak bu güne dek konuya ilişkin bir şey okumamış olanlardı. Osmanlı-Türk anayasal gelişmelerinden ve diğer ülkelerin hükümet deneyiminden söz ederken, elimden geldiğince ilkelerin, kurumların, geleneklerin ve ‘sözcüklerin’ tarihini anlatmaya çalıştım. Çünkü ‘norm’, oluşur. Onun oluşma süreci bilinmediğinde, normla ilgili olan ya da öyle görünen açmazları kavramak mümkün olamıyor.
1876’dan bugüne toprağımızda anayasa tartışmasının sona ermemesinde herhalde en günahsızı, anayasaların metinleridir. Siyasal/toplumsal sorunların genellikle anayasa-yasalara havale edilmesinde, o metinlerin zannedildiği ölçüde payı yok. Türkiye’de iktidarlar, çözemedikleri, çözmeye cesaret edemedikleri, hatta çoğu zaman varlığını kabullenmekte zorlandıkları tarihsel ya da güncel sorunları, yasaların sözcüklerine ve mahkemelere havale etti. Oysa siyasal ve toplumsal çatışmalar mahkemede çözülmez. Çözülmedi, çözülmeyecek de.
Oysa yazı dizisine başlamak için, anayasa tartışmasının olmadığı bir dönemi seçmiştim. Rahat düşünebilmek ve yazabilmek için. Bir anayasa değişikliği kavgası başladığında böyle bir diziyi sürdürmek zorlaşır. Ayrıca, doğrudan güncele ilişkin söyleyeceğiniz bir şey varsa da, büyük gürültü içinde duyulmaz olur. Kişisel olarak, bu durum ve duyguyu 2010’da yeteri kadar yaşadım. Makul bir söz söylemeye çabalayan her satırın nasıl olup duvara çarptığını ve duyulmaz hale geldiğini, getirildiğini deneyimledim.
Hal böyleyken iki haftadır, ‘anayasa yazıları’ konusunda ne yapmam gerektiğimi düşünüyorum. Elimden başka bir şey gelmediğinden, anayasa yazmayı sürdüreceğim sürdürmesine, ancak güncel anayasaya önerisi (!) ‘oltasına’ gelmemekten, hatta ortaya bir metin çıkarsalar dahi, görmemek ve duymamaktan yanayım. Tabii hiç zannetmesem de, bir metni toplumun önüne koyarlarsa o zaman yazmak zorunda hisseder insan, başka mesele. Ama keşke, o durumda dahi görmezden gelinebilse. Keşke.
Kötü bir şaka diyeceğim ama o bile iltifat kalır. Muhtemelen daha önce defalarca yaptıkları gibi, nabız tutup hayalini kurduklarının ‘yolunu yapmaya’ çalışıyorlar. Ülkenin şu koşullarında yeni anayasadan, yok efendim 1921 ruhundan, demokrasiden, katılımdan vs. bahsedebilmeleri hakikaten sözsüz bırakıyor insanı. Türkiye’nin 2021’i, olsa olsa ‘anayasa tartışılamayacak koşullar’ bahsine konu ve katkı olur.
Her neyse, lafı uzatmak dahi saçma görünüyor. Kendilerine, iyi ‘ruh çağırmalar’ dilerim. Hiç kuşkusuz, âdetten olduğu üzere “Ne yani sizler darbe anayasasından mı yanasınız?” gibi zırva ithamlar işitilecektir, ancak bu kez 2010’dan farklı olarak bunların hiçbir muhalif tarafından ciddiye alınmayacağını tahmin ediyorum. Ola ki hâlâ beklentisi olan ‘bir’ muhalif kaldıysa, diyecek bir şey yok, Allah çoluk çocuğuna, sevenlerine sabır versin. ‘Anayasa’ ile ilgisi olmayan bu anayasa gevezeliğinin, bir an önce sönümlenmesini dilerim.