Dalgalanan bir denizde çırpınan bir aydındır Ali Şeriati…
Çok yönlü ve ilk bakışta karmaşık gibi gözüken hatta çelişkiler içerisinde olan bir portreye sahip gibi gözükerek bizleri yanıltabilir. Onun çok yönlülüğü ve hayata dar bir çerçeveden değil, 360 derecelik bir bakış açısıyla baktığı için onu tam anlamıyla tanımlayabilmek kolay değildir. Bir tarafta gelenekçilik diğer tarafta seküler bir dünya görüşü arasında çırpınan bir aydın olan Şeriati, gerçek bir aydının verdiği sorumlulukla bulunduğu dünyayı iyi okumuş bir entelektüeldir.
Bir tarafta Buda diğer tarafta Sokrates, Bir tarafta Doğu dinleri diğer tarafta semavi dinler ve Doğu-Batı ekollerini hatmederek dünyayı anlamaya çalışması onun çok yönlü bir bakış açısına sahip olduğunu gösterir bizlere. Ali Şeriati’nin Marksizm kitabını okurken onu Marksist ve inançsız sanabilirsiniz. Kitaplarından Hz. Muhammed (sav) demek yerine Muhammed demesi hatta daha ileri giderek onu devrimci bir karakterde sunması ve Marks’la kıyaslaması kendi dönemi içerisinde kolay bir iş değildir.
Ali Şeriati’yi dalgalı bir denizde insanları kurtaran gemi kaptanına benzetiyorum. İki kutuplu bir dünya… Bir tarafta Batı blokunu temsil eden Kapitalizm, diğer tarafta Doğu’yu temsil eden Sosyalizm hareketi ve arada kalmış İslam toplumları… Kendi ülkesinde laikler ve mollalar arasında sıkışan gençlik… İşte Şeriati böyle zor bir dönemde adeta çırpınan bir aydın portresi sunar.
O klasik İslami terimlerle gençliğe hitap etmez. Sorbonne’da büyük sosyologlardan aldığı dersler sayesinde ve gençliğinden itibaren okuduğu büyük düşünürlerin eserleri onu Kur’an’ın kavramlarını modern kavramlarla yorumlamasına yol açar. Bu sayede, düşüncesi seküler kavramlarla yoğrulmuş olan gençliğe Kur’an’ın sosyal adalet mesajını anlatır. Geleneği iyi bildiği için de Marksist kavramların Kur’an’ın mesajıyla benzerlik taşıdığını kanıtlamaya çalışır. Bulunduğu çağına karşı sorumlu olan Şeriati, halkın tüm kesimini inanç farklılıklarına rağmen aşama aşama bir yere getirmeyi amaçlar. Güçlü hitabeti, hiçbir kâğıda bakmadan saatlerce konuşması ve kitaplarının büyük çoğunluğunun konuşmalarından ortaya çıkması, onun büyük bir üstat olduğunu gösterir.
Ali Şeriati’nin en önemli yaptığı işlerden birisi İslam’ın modern kavramlarla tekrardan yorumlaması ve bu yolda bir yol açmasıdır. Önümüzde tarihi eser niteliğinde bir Mushaf var. Şeriati’nin yapmak istediği acaba Muhammed günümüzde yaşasaydı, Kur’an bu çağda konuşsaydı ne derdi? Ezenin mi ezilenin mi tarafında yer alırdı? İşte Şeriati’nin Kur’an’ın kavramlarıyla Marksist kavramları kıyaslaması onu şu sonuca götürmüştür: Olsa olsa Kur’an’ın ezilenler ile ilgili söyledikleri ve Marks’ın söyledikleri arasında en fazla ince bir çizgi bulunabilir. Ali Şeriati Marksizm’i eleştirir; ondan da vazgeçmez. Tarihin yorumlanmasında Marksist tarih anlayışının büyük önemi var. Ali Şeriati’nin düşün dünyası Marksizm dinsizlik değildir. Onu ilgilendiren bilimsel sosyalizmdir ve onun bilimsel tarafı onu ilgilendirir. Şeriati, bir öğrencinin kendisine hitaben “Muhammed ve Marks savaş halinde” dediğinde “Müslüman olamıyorsan Marksist ol” diyecek kadar açık görüşlü bir aydındır. Çünkü onun ana derdi bir takım teolojik meselelerde “topu taca atmak” değildir.
Bu kadar acımasız bir dünyada adaletsizliklerin yerine “İnanıyor musun, inanmıyor musun?” gibi bitmeyen ve bitecek gibi durmayan bir tartışma yerine muhafazakarları harekete geçirmeye çalışmıştır. Şeriati bir taraftan muhafazakarları gizlendikleri yerden çıkarmaya çalışırken diğer taraftan din karşıtı aydınlara mesajlar verir. Onun aydınlara mesajı ana özü dini muhafazakarlara bakarak küçümsemelerinden dolayı bir sistem şeklinde olmaktadır. Ezilenlerin yanında yer alan aydın kesimin dünya görüşündeki öncülerle Ali Şeriati’nin öncüleri arasında olsa olsa en fazla teolojik bir takım fark olur. Kimdir Şeriati’ni öncüsü? Ebu Zer el-Gıfârî’dir. Dönemin saray takımına isyan eder ve eşitliği savunur. Ebuzer, Şeriati için tam korkusuz bir sosyalisttir.
Şeriati’nin bu çok yönlü duruşu, Müslümanların araştırma yaparken dar bakışlarından kurtulması için iyi bir fırsattır. Bazı Müslümanlar İneğe taptıkları için Hindularla dalga geçerken, Hindular da Müslümanların Hacer-ül Esvet taşını kutsadıkları için dalga geçmektedirler. Şeriati verdiğimiz bu örneği getirir ve onun mesajı birçok dini inceleyerek sosyolojik tespitler yaparak bugün İslam’ın diğer dinlerin yanında hangi konumda olduğunu görmesini sağlar. Doğu kültürünün yanında Modern Batı’yı inceleyerek İslam’ın diğer tarafta nerede olduğunu anlamaya çalışır.
Kıta felsefesi geleneğine karşı olan uzmanlığı ve bu çok yönlülüğü dünyaca ünlü düşünürlerin kendisi hakkında söz söylemesine sebep olmuştur. 20. Yüzyılın en ünlü düşünürlerinden olan Micheal Foucault, Şeriati hakkında ‘’görünmez mevcut’’ diyerek; İran’da sosyalistinden mollasına kadar tüm halkı harekete geçirecek bir dehaya sahip olduğunu anlar ve ondan övgüyle bahseder. Sartre ise “benim bir dinim yok ancak olsaydı Şeriati’nin ki olurdu” diyerek onu sahiplenir. Ancak söylememiz gerekir ki Şeriati için bu sözlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü Şeriati’nin amacı övülmek değil, bu eşitsizlikler dünyasında harekete geçilmesidir.
Yazının başından itibaren Şeriati’nin çok yönlülüğünü ısrarla vurgularken eşi Puran Şeriati’nin anısından da bahsetmek istiyorum. Şeriati, öğretim görevlisi olarak Meşhed Üniversitesi’ne atanmış ve ünü kısa sürede üniversite öğrencileri arasından yayılmıştır. Amfiler tıklım tıklım dolarken Şeriati hakkında komünist öğrenciler arasında olumsuz söylemler ortaya çıkmıştır. Bir gün komünist bir öğrenci Şeriati’nin gerici olduğunu düşünmüş ve onun dersine girerek onu sinirlendirmek istemiştir. Derste sakız çiğnemesi, Şeriati ders anlatırken cama doğru bakması ve yakışıksız birtakım hareketlerine rağmen Şeriati’nin hiç taviz vermeden derse devam etmesi öğrenciyi tam bir Şeriati hayranı yapar. Şeriati’nin derslerini dinledikten sonra onun hakkında düşündüklerinin yersiz olduğunu anlaması, Şeriati’nin etkileyiciliğini gözler önüne serer.
Şeriati’nin birçok sözü var ancak şu sözü onu özetler gibidir “Bizi sadece bizden olanlar anlar.” Evet, Şeriati’yi anlamak için onun karmaşık dünyasını, sorumluluk hisseden, yılmayan ve Doğu’dan Batı’ya uzanan o hareketli yapısını anlamak için o dünyaya girmek gerekir. O dünyaya girebilmek için dar kalıplardan çıkabilmek ve ağır bir sorumluluk hissetmek gerekir. ‘’İzmlerle’’ paramparça olan dünyadan bir kaçıştır Şeriati; yalnızlığa kaçıştır. Kendisi “Üstün insanın derdi yalnızlıktır” derken bu yalnızlığın verdiği sorumluluğu ve o acılığı yüreklerimizde hissettirir.
Gerek Türkiye’de gerekse İran’da şu şartlarda bir Şeriati çıkmadı ve çıkmayacak. Gençlerin dar kalıplara sokulduğu, kutuplaşmalarla bölündüğü, inanç-inançsızlık gibi teolojik tartışmaların aşılamadığı bir ortamda bir Şeriati çıkması mümkün değildir. Gelenekçilik zindanından çıkan gençlerin diğer tarafta modernizm zindanına geçmesi onun bakış açısını yine dar kalıplara sokmaktadır.
Umalım ki yeni Şeriatiler tekrar gelsin ve bize ışık olsunlar. Bizleri dar kalıplardan çıkararak şu paramparça olan dünyada bizlere doğru yolu göstersinler.
Yeni Şeriatilerin gelmesi umuduyla…
Ahmet Özkaya kimdir?
1993 yılı Kadıköy doğumludur. İlköğretim ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi coğrafya bölümünde bitirdikten sonra, Marmara Üniversitesi’nde Pedagojik formasyon eğitimi almıştır. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nde tezli yüksek lisansa devam etmektedir. Post-Coğrafya kitabının yazarıdır. Ayrıca çeşitli dergilerde makaleler ve popüler bilim platformlarında yazılar yazmaktadır.