HAYATIN ANLAMI VE BEN KİMİM SORUSU
Filozoflar ve düşünürler hayatın anlamı konusunda yüzyıllardır kafa yoruyorlar. Hayatın anlamı ne? Yaşadığımız hayatı nasıl anlamlandırabiliriz? Hayatın genelgeçer, verili bir anlamı var mı, yoksa biz bu anlamı bir çeşit arkeolojiyle kendimiz mi keşfedeceğiz? Anlam aranıp bulunan bir şey mi, yoksa yaratılan bir şey mi? Anlam denen bilinmezlik aşkın bir şey mi, yoksa bu dünyada ikamet eden bir varlık mı?
Hayatın anlamı konusunda daha ileri gitmeden yakından bakmamız gereken önemli bir alan daha var. Ben kimim? Anlam arayışının “anlamlı ve inandırıcı” olması için bence bu çok kolay görünen kritik sorudan başlanması gerekir. Evet, siz kimsiniz?
İnsanlar genellikle kim oldukları konusuyla pek ilgili değildirler. Onlar daha çok “ne” oldukları ya da “neye sahip oldukları”yla ilgilenirler. Onlar doktordur, öğretmendir, mühendistir ya da ev, araba, arsa sahibidir. Halbuki kim olduğumuz sorusu temel bir sorudur. O kadar temel bir sorudur ki yaklaşık 2500 yıl önce Delphi’deki Apollo Tapınağı’nın girişindeki alınlık denen bölgeye altın harflerle yazılmıştır: Kendini Tanı!
Biz başkalarını tanımaya, çevremizdeki uzak – yakın insanlar hakkında derin tahliller yapmaya, yargılar oluşturmaya çok istekliyizdir. Fakat sıra kendimize geldiğinde bu isteğimiz birden köreliverir. Acaba neden böyle? Kendi içimize bakmaya, gerçekte kim olduğumuzu keşfetmeye neden bu kadar isteksiziz? Bundan niçin bu denli korkuyoruz? Yoksa bizi korkutan içimize baktığımızda göreceğimiz şeyler mi?
Mark Twain, “İnsanlar aya benzer; hiç kimselere göstermedikleri karanlık bir yüzleri vardır” der. Acaba o karanlık yüzlerimiz ne gibi sırlar barındırıyor? Bir başka düşünür de “İnsan en büyük yalanları kendine söyler” der. Kim bilir bugüne dek kendimize ne gibi yalanlar söyledik. Kendimizi ve çevremizi iyi, ahlaklı, doğru insan olduğumuza inandırdık belki. Siz gerçekten başkalarının tanıdığı kişi misiniz? Siz kimsiniz gerçekten? En dibe, içinizin en karanlık dehlizlerine girip hiç kendinize baktınız mı? Ordaki çıplak gerçekle, süslenmemiş-gizlenmemiş sizle göz göze geldiniz mi? Size dair olan her içsel bilgiyle cesurca yüzleştiniz mi? Yoksa içinizde gördüğünüz ve hepsi de insana dair olan pek çok rezilliği, bayalığı tıpkı pisliğini örten bir kedi gibi gizlice örttünüz mü?
Siz kimsiniz gerçekten? Ana-babanızın ve çevrenizin olmanızı istediği kişi misiniz, yoksa kendi olmayı başarmış bir orijinal mi? Sizin değerleriniz neler gerçekten? Ana-babanızın ve toplumun çaktırmadan size empoze ettiği değerler mi, yoksa her birini ölçüp biçerek benimsediğiniz kendi özgün değerleriniz mi? Siz gerçekten kim olduğunuzla mı ilgilisiniz, yoksa dışardan nasıl göründüğünüzle mi?
Siz kimsiniz gerçekten? Önce bunu bir halledelim. Daha sonra hayatın anlamına ve sizin mutluluğunuzun neye benzeyebileceğine bakarız. Ama iyi haber şu: kim olduğunuz konusundaki farkındalıktan sonra yolumuz fazla uzun değil.
Hayatın bir anlamı var elbette ve anlamsızlık-saçma bile bir anlamdır aslında. Ama unutmamalı ki hayat anlamını kendini ve hayatı sarsılmaz bir entelektüel cesaretle sorgulayabilen, gerekirse yenisini yapmak üzere yıkmaktan kaçınmayanlara gösterir. Anlam, kendi olma yolcuğuna çıkabilen cesur yaşam savaşçılarının payına düşen bir ödüldür. Kendine bile yabancı olan birine hayatın sunacağı bir anlam olamaz…
Süleyman A. Örnek