ORUCUN TARİHSELLİĞİ TARTIŞMALARI-IV
Yolculuk ve Hastalık
Ayetlerde[1] geçen sefer kelimesi de irdelenmeye muhtaçtır. Sefer, perdeyi açma, örtüyü kaldırma kök anlamlarına gelir. Sefertü’l-beyti, evi süpürdüm, tozu toprağı evden dışarı attım demektir. Gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldıran kitaba sefru[2] denir. Tevrat’ın apaçık bilgisini taşıyan ama gereğiyle uğraşmayan kitap yüklü eşekler benzetmesinde de esfâr kullanılır.[3] Sefîr(u),[4] düşmanlığı kaldıran, anlaşmanın üstündeki örtüyü kaldırandır. Sefâret,[5] kapalı konuların örtüsünü kaldırma amacıyla gerçeklerin elçiliğini yapma, kitap yazma ve yetenek sergilemeye denir. Ayrıca sefîr(un), süprüntü anlamına da gelir.[6] Sefer durumu, aktif bir iş içinde olma ve bu nedenle gel git yapmadır. Müzzemmil suresi de askeri ve çeşitli nedenlerle sürekli hareket halinde olanları dillendirerek seferin kapsamını geniş tutmaktadır.[7] Ayrıca sefer, açma, keşfetme anlamlarına da gelir. Birisi yola çıktığında karakter ve tavırları açığa çıktığı için yolculuğa da sefer denilir. Sefer tanımı içine yaya, deve, eşek, at, gemi, otomobil, hızlı tren, uçak, uzay mekiği, ışınlanma mesafelerine dayalı tüm yolculuk sınıflamaları girer. Bu nedenle seferî olmanın tanımı zaman ve koşullara göre değişeceğinden dolayı seferîlik için öne sürülen tüm açıklamalar bir yorumdan öte anlam ifade etmez. Önemli olan kişinin yaşadığı yerden bir yolculuğa çıkmasıdır. Yolculuğun iki köy, iki kasaba, iki şehir, iki ülke, iki kıta, iki gezegen arasında olması fark etmez.
Sürekli yolculuk halinde olan, aktif bir iş nedeniyle yolculuk yapan kimseler iş ve görevlerini yürüttükleri süre zarfında seferdedir.[8] Orucun amacının toplumsal sorumluluk bilinci kazandırmak veya Kur’an’ın iniş günü anısına teşekkürde bulunmak olması sebebiyle bu tür hareketli meslek gruplarının görev ve sorumluluklarını aksatmamaları için orucu başka sayılı günlerde parçalı veya toptan tutma imkanları vardır. Eğer oruç tutulması halinde sosyal sorumluluklar yerine getirilemiyor veya Kur’an’a layık bir teşekkür ortaya konamıyorsa takva ve şükür oruçları kişinin kendini daha rahat hissettiği ve sorumluluklarını aksatmayacağı günlerde tutulması gerekir.
Hastaların da oruç tutmaması gereği dillendirilirken hastalığın kapsamı da dikkate alınmalıdır. Tansiyon, kalp, şeker, kanser gibi hastalıkların yanında kişinin günlük yaşamında sağlıklı davranışını engelleyen durumların ortaya çıkması, zihinsel ve toplumsal üretimlerinin işlemez hale gelmesi durumunda oruç derhal bozulmalıdır. Çünkü bu durumda orucun amacı kaybolmuş ve bir işkenceye dönüşmüştür. Açlık ve susuzluk kişide davranış bozukluğu oluşturuyorsa kişi oruç tutmamalıdır. Bunun yerine fidye ödemelidir. Eğer ramazanı tutamıyorsa bir şey yapmasına gerek kalmaz. Bu bağlamda Kur’an’ın toplumsal birliktelik bilinci ve eşitlenme şuuru kazandırma ideali dikkate alındığında tıpkı takva orucunda olduğu gibi kişinin gönlünden geçen oranda ihtiyaç sahiplerine fidye vermesi iyi olur.
Hastalık veya zorunluluk hallerinde oruç tutulmamasına dair klasik kaynaklarda da epey aktarım vardır. Örneğin sahabeden Enes bin Malik, yol hazırlığı esnasında yola çıkmadan önce yemeğini yerken bu durumu soran kimseye “Yolculuğa çıkarken orucu bozmak Peygamber davranışıdır.”[9] demiştir. Hamile veya çocuk emziren kadının oruç tutmaması gerektiği vurgulanır.[10] Mekke fethi için ramazan ayında yola çıkıldığında Kurâu’l-Gamîm adlı yere gelinir. Haberci Muhammed burada eline aldığı suyu göstererek orucunu bozar. Bozmayanlara “Onlar insan gerçekliğine başkaldıran kimselerdir.”[11] der ve “Buradan sonra oruç tutmak iyilik değildir.”[12] diyerek orucunu bozar. Çünkü orucun halka bir eziyete dönüştüğünü görmüştür.[13] Yani Peygamber orucun bir eziyete dönüştüğü noktada orucunu bozmuştur. Zâhirî mezhebine göre de yolculukta oruç yemek vacip[14] olup oruç tutmak haramdır. Günümüzde orucunu bozan bir peygamber tipinden bahsetmek kişinin kâfir ilan edilmesi için herhalde yeterli bir sebeptir.
Geleneksel dindarlık formatı namaz ritüelinde gösterdiği dayatmacılığı oruçta da sergileyerek nüsûku[15] bunalıma dönüştürmüştür. Sahabeden Abdullah ibni Ömer “Gücü olduğu halde yeme ve içmeyi azaltarak kendinin ölmesine neden olan kişi cehennemliktir.”[16] diyerek hem ayetlerin hem de elçi Muhammed’in tavırlarına uygun bir sonuca ulaşmıştır. İşin özü Tanrı ve vicdan sürekli kolay olanı tercih etmemizi söyler. Âdem oğulları ve Havvâ kızları her alanda yaşamlarını kolaylaştıracak eylem, üretim ve düşüncelere girişmelidir. Dinler de bunun için vardır. Hiçbir ritüel/nüsûk gayesinin önüne geçirilemez. Hedefinin önüne geçirilerek kutsanan ritüel tâğuta[17] dönüşür. Ritüeller, maksada ulaştıran yollardır, bundan ötesi de yoktur. Ritüellerin insanlara dinin kendisi gibi gösterilmesi sonucunda ritüel zindanında mahkumiyet yaşanmaya başlanmış ve buna da dindarlık süsü verilmiştir.
Oruç Gecesi ve Gündüzü
“Oruç tuttuğunuz gündüzün gecesinde eşlerinizle cinsel içerikli söz ve eylemlerde bulunmanız serbesttir.[18] Çünkü erkek ile kadın birbirinin açığını örten ve birbirini elbise ile beden gibi tamamlayan bir bütündür.[19] Akıl ve sağduyu gereği eşlerin cinsel ilişki ihtiyacı bir gerçekliktir, bu nedenle toplumsal vicdan kimseyi bu konuda yargılamaz; cinsel ihtiyacın doyurulmasına sevecen yaklaşır. Bu nedenle eşlerinizden uzak durmayın, doğal güdünüzün gereğini yapın. Güneşin doğuşu ile batışı arası dışında[20] cinsel ilişki kurmanız, doyasıya yemeniz ve kana kana içmeniz serbesttir. Bir mekâna çekilip benliğinizle baş başa kalarak özdenetim süreci yaşadığınız ve kendinizle hesaplaşma içine girdiğiniz süreler ile plânlanmış ve programı yapılmış, yer ve süresi ayarlanmış olan öğrenme, öğretme ve bilgi paylaşımı ortamındayken[21] odaklanmanız gereken şey eşlerinizle cinsel ilişki kurma düşünce ve eylemi değildir. Toplumsal vicdan, akıl ve sağduyu sınırları bunlardır. Bu ortamdayken bırakın sınırı geçmeyi, sınıra yaklaşmayı dahi düşünmeyin.[22] Topluma karşı bireylerde sorumluluk bilinci artsın diye[23] vicdan, akıl ve sağduyunun sesi işte bu sözlerle yeniden yankılanıyor.”[24] ayetinde orucun gerçekleşme zamanı ve amacı söylenmektedir.
Araplar ay takviminin birinci ve ikinci gecesine hilâl, diğer gecelerine kamer der. Ehille, hilaller demektir ve ay başlangıçlarını anlatır. Ebu’l-Heysem’e göre Ayın ilk iki ve son iki gecesine hilâl, bunların arasındaki durumuna kamer denir. Kamerin şişmiş ve dolgunlaşmış meşhur haline de şehr denir. Ayette geçen mevâkît, mîkât’ın çoğuludur. Mikât, bir iş için belli bir vakitte gidilen/toplanılan belirli bir yere denir. Örneğin zamanı ve salonu belli bir konferans mekanı mîkâttır. Mekke’ye dışarıdan gelenlerin hac yapma amacıyla ihram giydikleri yere bu nedenle mîkât denmiştir.
Zaman geçmiş, şimdi ve geleceği içine alan süreçtir. Vak(i)t, bir iş için belirlenmiş olan zaman parçasıdır. Nisan, pazartesi, iki bin on yedi, dördüncü hafta, öğle gibi vakitleri içeren toplam sürece zaman denir. Hilâller de ayete göre mîkâtlar, yani vakit işaretleri olarak belirtilmiştir.[25] Hac ayları,[26] ölüm iddeti[27] ve âdetten kesilen kadının iddeti[28] gibi konularda hilaller dikkate alınarak hesap yapılır. Çünkü Arapların takvim anlayışında Yahudi kültürünün büyük etkisi vardır. Bilhassa Yahudilerin[29] de Ay takvimini kullanması ve Güneş takvimiyle zaman eşitlemesine girmek için günler eklemesi gibi Araplar da benzerlerini yaparlardı. Bu sebeple Ay’a göre işlemler yapma Arapların olmazsa olmaz alışkanlıklarıydı. Ancak Yahudiler bayramlarını ay adları değişmesine rağmen ay eklemeleriyle hep aynı mevsime getirirlerdi. Araplar da bunun gibi nesi denilen ay eklemeleriyle haram ayları ve hac zamanını aynı mevsime denk getirirdi.
Orucun ilk uygulamasında bir kimse oruç açma vakti geldiği halde orucunu açmadan uyursa ertesi akşama kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak dururdu. Yani tıpkı Yahudilerin yom kippur orucunda olduğu gibi geceleyin de yiyip içmiyor ve cinsel ilişki kurmuyordu. Başka bir aktarıma göre de kişi orucunu açtıktan sonra uyursa veya yatsı namazını kılarsa yeme-içme ve cinsel ilişkiyi kesiyordu. Ömer, bir akşam mescitten eve döndüğünde eşinin uyuduğunu görüp eşini uyandırır. Eşi “Uyuyorum, benimle cinsel ilişki kurma.” demiş olsa da Ömer onun uyuma bahanesi ürettiğini düşünerek onunla cinsel ilişki kurar. Ka’b bin Malik de Ömer gibi bir durum yaşar. Ertesi gün Ömer durumu Elçi Muhammed’e anlatınca Peygamber “Ömer bu sana yakışmadı.” der. Ömer ise üzgün biçimde evine gidince elçi Muhammed Ömer’e bir haberci göndererek oruç açtıktan sonra tekrar oruç tutulana kadar cinsel ilişki kurulabileceğini söyler.[30]
Kur’an’ın bir konuda verdiği izne rağmen kendini zora koşan birine Abdullah ibn-i Ömer “Tanrı’nın gösterdiği kolaylığı yapmayan kimsenin üstüne Arafat dağları kadar günah yüklenir.”[31] diyerek tepki koyar. Çünkü Kur’an’da bir eylemi zorla yapmak Tanrı katında daha değerlidir diye bir anlayış yoktur. Yine benzer içerikli olarak Zemahşeri’nin anlatımına göre de ilk dönemlerde oruç açılınca akşam ile yatsı arasında yeme-içme ve cinsellik serbestti. Fakat yatsının girmesiyle veya orucu açtıktan sonra kişinin uyuması durumunda bir daha yeme içme ve cinsellik özgürlüğü yoktu. Hatta kişi iftar açmadan uyusa ve yatsı vaktinde uyansa orucunu açmadan ertesi günkü iftara kadar oruç tutmak zorundaydı. Buna rağmen Ömer’in yatsı vaktinden sonra karısıyla cinsel ilişki kurması, durumu elçi Muhammed’e söylemesi ve pek çok kişinin de benzer durumu yaşadığını itiraf etmesi üzerine hüküm değiştirildi.[32] Yatsıdan sonra da oruca başlayıncaya kadar yeme, içme ve cinselliğin serbest bırakılması Kur’an’ın Peygamberi yönlendirdiği ve Peygamberin Kur’an hükümlerine bağlı olduğu konusunda önemli bir kanıttır.
Refesü’r-racul, adam kadını taciz etti, kadınla cinsel ilişki kurmak istedi demektir.[33] Halbuki Kur’anda cinsel birliktelik konusunda farklı cümle ve kelimeler kullanılırken[34] burada refes kullanılması ortada rızaya dayalı helal bir cinsel ilişki yerine iğrenç ve istenilmeyen bir tavrın tercih edilmesidir. Erkek ve kadını cinsel ortamda veya hayatı paylaşırken elbise gibi birbirini tamamlaması ne kadar güzelse oruçluyken cinsellik yaşamak da o kadar çirkindir. Arapların eski şairlerinden el-Câ’dî “Yatak arkadaşı yatak arkadaşını sardığında/Onun üstüne bir elbise olur.” mısralarıyla elbise olmak demenin Araplarda ne anlama geldiğini açıklamış olur. Zira kişi içgüdüsünü kontrol etmeyi, dürtülerini dizginlemeyi başarmak zorundadır. Çünkü orucun psikolojik sonucu budur. Egemen, doymuş, doyurulan, güçlü, varlıklı ve imkanlara sahip kimselerin cinsel yaşamlarını geçici bir süreliğine kesmeleri onların yokluğu içlerinde hissetmelerini sağlar. Ayrıca bir süreliğine de olsa eşitlenmenin ne demek olduğunu yaşayarak kavrar. Yoksa işin felsefesini yapıp neyin ne olduğunu yaşamamak kişide bir dönüşüm sağlamaz. Damdan düşmeden damdan düşenin hali anlaşılamaz.
Daha ilk cümlelerde geçen refes, İbni Abbas’a göre cinsel ilişki anlamına geldiği gibi yerine göre konuşmaktan kaçınmamız gereken her türlü fena ve çirkin sözlerdir.[35] Ancak dokunma ve öpme gibi eylemleri de kasteder.[36] Ayrıca eşlerin birbirlerine karşı söyledikleri tüm cinsel içerikli sözleri kapsar.[37] İlgili ayet gereği oruçta kötü söz, yalan, iftira, sövme yasaklanır. Yani doyasıya yeme, kana kana içme, cinsel ilişkiye girme, sövme, yalan söyleme, kırıcı ve yıpratıcı olma orucu bozar. Ayet oruç gecesinde refes’in serbest bırakıldığını söyleyerek oruç gündüzünde refesi yasaklamaktadır. Buna göre orucun temel amacı sövme, dövme, fena konuşma, cinsel ilişkiye girme, cinsel içerikli konuşmalar yapma, kırıcı ve yıpratıcı olma durumlarına karşı kişinin kendini kontrol eder hale gelmesini sağlamadır. Yani tam bir karakter eğitimi amaçlanmaktadır. Ancak geleneksel dindarlık yeme, içme ve cinsellikten uzak durmayı kutsayarak iftarla birlikte vahşice sofraya saldırmakta, paylaşım ahlakından uzak durmakta ve kişilik eğitimini hiç dikkate almamaktadır. Geleneğin öve öve yerlere sığdıramadığı oruç Kur’an’ın hedefleriyle örtüşmeyen oruçtur.
“Kim yalan söylemeyi ve buna dayalı eylemleri terk etmiyorsa Allah’ın onun yiyip içmeyi kesmesine ihtiyacı yoktur.”[38] hadisi ile “Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü sözler kullanmasın, bağırıp çağırmasın, gürültü patırtı çıkarmasın. Biri kendisine yakışıksız bir laf söyler veya kavga etmek isterse ‘Ben oruçluyum.’ desin ve ona bulaşmasın.”[39] hadisine göre doyasıya yeme, kana kana içme, cinsellikten uzak durma yanında yalan söylememe de orucun şartları arasındadır. Çünkü yalana karşı da kişi kendini tutabilmeli, dosdoğru[40] olma yolunda çaba ortaya koymalıdır. Bu durumda sömüren, soyan, çalan, kandıran, aldatan, hile yapan, ötekileştiren, dışlayan, onur kıran, birinin insani hak ve özgürlüklerini çiğneyen, katliam yapan, barbarlık[41] sergileyen kimselerin orucu Tanrı katında değersizdir. Onlar sadece yemek saatini değiştirir.
Elçi Muhammed’in oruçluyken eşini öptüğünü belirten rivayetlerin[42] ayetle çeliştiği görmezden gelinerek rivayet dirayete üstün tutulmuştur. Oruç özellikle siyasal, hukuksal, ekonomik egemenlerin yalan söylemelerini bilhassa yasaklamaktadır. Zira ramazan Dolunayında oruç tutması gerekenler özgür kişilerdi. Çünkü köleler ramazanda da çalışmak zorunda olan, efendilerin işlerini gören, zenginleri besleyen, imkân sahiplerinin emirlerini yerine getiren, yükleri taşıyan kimseler olduklarından oruçla sorumlu değillerdi. Orucun toplumsal bilinç kazandırması için efendiler oruç tutarak kölelerin hallerini, aşağı sınıfların ezilmişliklerini yaşayarak tecrübe etmeliydi. Çünkü oruç kişide biyolojik ve psikolojik zayıflık oluşturur, iş yavaşlatır; açlık, susuzluk, kadınsızlık, erkeksizlik ile her şeyi konuşamamanın ne demek olduğunu yaşatır. Bu nedenle oruç bir ödül değildir, gelenekçiler gibi övgüler dizilecek bir durum hiç değildir.
İman edenlerin hasta ve yolcu olmayanları, özgür ve imkânı yerinde olanları sosyal sorumluluk bilincini diri tutmak veya Kur’an’ın varoluş gerekçelerine teşekkür etmek için mutlaka oruç tutmalıdır. Çünkü efendi-köle, zengin-fakir, evli-bekar, alt-üst, yöneten-yönetici, seçkin-sıradan, arabalı-arabasız, evli-evsiz, paralı-parasız, tarlalı-tarlasız, bahçeli-bahçesiz, çocuklu-çocuksuz, sağlıklı-hasta, güzel-çirkin, boylu-cüce, patron-işçi, fabrikatör-emekçi, burjuva-proleterya sınıflaşmasında ilk kategorilere sahip olan ve kendini Tanrısal değerlere güven duyan biri olarak tanımlayan kimse egosal talepleri ve bedensel istekleri ile anatomisinin imkanlarını güneşin doğuşu ile batışı arasında kesmelidir. İftarını da ikincil kategoridekilerle açarak eşitlenme yolunda ilk adımları atmalıdır. Sonuçta egoist çıkarcılık zayıflatılıp bencil dürtüler kontrol edilirken paylaşım, destekleşme ve dayanışma ayağa kaldırılmalıdır.
Oruçlunun Gündüz Yeme ve İçmesi
Ayette geçen kulû ile veşrabû kelimelerini dikkatle incelediğimizde karşımıza geleneğin söylediğinden farklı bir oruç uygulaması çıkar. Çünkü kulû’nun ekl mastarı yanında ükl mastarı da vardır. Araplar nimet bolluğuna ulaşan kimseye ükl sahibi derler. Yani ükl ulaştığımız bol nimet ve rızık imkânlarıdır.[43] Buna göre kulû “bol bol yiyin, nasibinizi çok çok artırın” anlamlarına gelir. Ayrıca kulû, Arapçada katı gıda tüketimi için kullanılır. Bu nedenle kulû emriyle vücuda gerekli olan katı gıdalardan doya doya yiyin anlamı çıkar.
Ayetteki işrabû (veşrabû) kelimesinin şürb kalıbı dikkate alındığında işrabû emri sudan payınıza düşeni alın, sudan kana kana için anlamlarına gelir.[44] Kulû veşrabû biçimindeki birlikte kullanımlar[45] dikkate alındığında keyfine vararak, doya doya, kana kana yiyip için anlamı çıkar. Bu durumda kana kana içme niteliğinde olmayan, beyni koruyacak ve beden sağlığının tehlikeye düşmesini engelleyecek oranda olan su içme, asla doyurucu olmayan küçük lokmalık atıştırmaların oruca zarar vermediği ortaya çıkar.[46] Yani oruç esnasında hastalık, zaafiyet, toplumsal sorumluluklarını yerine getirememe, sağlıklı davranışı kaybetme tehlikesine karşı yemeğe doyurmayacak ve suya kandırmayacak biçimde yiyip içilebilir. Zaten işin başında hasta olanlar ile yolculuk yapanlar oruçtan muaftır. Zira bu kimseler oruç tutsa hastalıkları artar veya yolculuk amacına ulaşamayabilir. Aynen bu durum gibi yurdunda ikamet edip sağlığı ve varlığı yerinde olan birinin oruç tutarken hasta olması, akli melekesini kullanma yetisinin zayıflaması, iş yapamaz duruma düşmesi, insani ilişkilerinin saldırganlaşması, beden fonksiyonlarının zayıflaması, tansiyon dengesinin bozulması gibi sonuçlara karşı kişi az az da olsa ara ara su içip bir kaç lokma yiyebilir. Ancak asla ve asla su ile yemeğe doymamalıdır. Bunlara doyum iftarda başlayacaktır. Orucun amacı toplumsal yükümlülüklerinin farkına varma ve Kur’an’ın varlığına teşekkür olduğundan toplumda maraz çıkaracak ve etrafa zarar verecek davranışlardan uzak durmak orucun gereklerindendir.
Hiçbir ritüel bedensel veya ruhsal intihar nedeni olamaz. Amaca götürmeyen bir araç hüküm[47] Tanrı ve toplum tarafından makbul bir eylem kabul edilmez. Çünkü amacı sınıfsız ve sınırsız, tam eşitlikçi ve adil bir toplum,[48] güvenilir insanlık,[49] barış düzeni[50] ve barış yurdu[51] yaratma olan İslâm dini hem aşure orucuyla sosyal sorumluluğu artırma hem ramazan orucuyla Kur’an’ın doğum gününü kutlama hem de keffâret oruçlarıyla toplumun saygınlığını koruma maksatları takip etmiştir. Bu gibi nedenlerle orucun bireysel ve toplumsal zararlara sebep olmaması için kısmi yeme içmeye kapı aralamıştır. Her nedense ayetin bu inceliği dikkatten bilinçli biçimde kaçırılmaktadır.
Daha önceki milletlerin oruç metinlerinde de benzer Tanrısal talep ve uyarılar vardır. Tevrat’ta “Onlar ‘oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, benliğimizi yendiğimizi neden fark etmiyorsun?’ diyorlar. Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyif çatıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavga, çekişme, yumruklaşmayla bitiyor. Bu tarz oruç tutmakla sesinizi Tanrı’ya yükseltemezsiniz. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz?! İnsanın benliğini yenmesi gereken gün böyle mi olmalı?.. İstediğim oruç haksız yere köleleştirilenleri özgürleştirmek, tutsakları serbest bırakmak, her türlü köleliği kaldırmak ve yiyeceğinizi açla paylaşmak değil midir? Evsiz yoksulları evinize alır, çıplakları giydirir, yakınlarınıza yardımı esirgemezseniz ışığınız tan gibi ağaracak, acilen şifa bulacaksınız…Eğer köleleştirme, kaba işaretler yapma ve kötü söz söylemeye son verirseniz; açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların ihtiyaçlarını karşılarsanız ışığınız karanlıkta parlayacaktır.”[52] denilir. Tevrat’ın bu aktarımları ile Kur’an’ın amaçları aynı sesin kendi tarihsel dönemlerindeki kesitleridir. Tevrat’ta gösterilen hassasiyet İncil’de “Oruç tuttuğunuzda iki yüzlüler gibi surat asmayın…Oruç tuttuğunuzda elinize yüzünüze bakım yapmayı sürdürün.”[53] biçiminde anlatılarak oruç şovu reddedilir. Orucun kişide toplumla eşitlenme bilinci kazandırma amacı takip ettiğini Elçi İsa “Başkasını alçaltarak kendini yükselten herkes alçalacak, alçak gönüllü olan herkes de yükselecektir.”[54] diyerek dillendirir.
Tevrat, İncil ve Kur’an orucun amacını egemen, üstün, yönetici, zengin ve asil statüdekilerin ruhsal eğitiminde temel araç olarak görür. Oruç, toplumda kurulmuş olan alt-üst sınıflaşmasını yok etmeye dönük eylemleridir. Bu nedenle her türlü asgari ücretli, kiracı, alt memur, belediye işçisi, öğrenci, amele, gündelikçi, mevsimlik işçi, işsiz, garson, ırgat, taşeron işçi, çırak, kapıcı, temizlik işçisi, sanayi ve tarım işçisi, fuhşa düşürülmüş kadın ve erkek, zorla evlendirilen mağdur kadın ve erkek, kılıfına uydurulmuş yöntemlerle cezaevine atılmış masum, iftirayla hakları elinden alınmış kimse, sevdiklerinden koparılmış kişi, geçici işçi, geçimini zor sağlayan, kazandıkları zorunlu ihtiyacını karşılamaya yetmeyen kimseler oruç tutmakla sorumlu değildir. Zaten bunların halini anlamak için oruç varlıklı mü’minlere emredilmektedir. Yoksulu doyurma, infâk, zekât, ihtiyaçtan fazlasını verme,[55] köleyi özgürleştirme, dayanışma, yardımlaşma; eşitlenme ritüeli olan haccı yapma, yakınlaşma olan kurbanla kurbiyet (yakınlık) tesis etme, helâlleri geçici biçimde oruçla haram kılma gibi tüm eylemler eşitlenme, adil toplum kurma, barışçı ve özgür bir halk üretme amacı taşır. Hiçbir ritüel bizatihi kendini değil amacını gösterir. Bu sebeple herbir ritüel bir göstergedir.[56] Ritüeli amacının üstüne ve ötesine taşıyan kimse ritüelperest olur, nüsûk tapıcısı olur. Namaz değil dayanışma, hac değil ortak paydalarda buluşma, kurban değil paylaşma ve oruç değil eşitlenme asıl olandır. Aslı[57] es geçip fasla[58] takılanlar şekilci dar dindarlardır, hedefinden saptırılmış Yahudi ve Hıristiyan dindarlığının İslam kılığındaki takipçileridir; aslı yaşamının her alanında uygulayanlar Kur’an dindarlarıdır. Dinî göstergeler olan ritüeller bir alışkanlık eseri olarak ruhsal doyum verebilir, ancak nusûkların amacı için çaba ortaya koyanlar[59] bir ideali yaşayıp yaşattıklarından ruhsal doyumun zirvesini içlerinde hissederler.
[1] Bakara, 184-185
[2] Çoğulu: Esfâr
[3] Cum’a, 5
[4] Sefîr, Türkçede elçi, büyükelçi, konsolos anlamlarıyla kullanılır.
[5] Sefirlik, elçilik, büyükelçilik, konsolosluk
[6] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, S-F-R Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[7] Müzzemmil, 20
[8] YILMAZ, Hakkı, Tebyinü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 184. Ayet, Sefer, İşaret Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015
[9] Tirmizi, Savm, 76
[10] İbnu Mâce, Sıyam, 12
[11] Ulâike’l-‘usâtu
[12] Buhârî, Savm, 34, Cihad, 106, Meğâzî, 47
[13] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[14] Vâcip: Mutlaka gerekli, yapılması zorunlu olmakla birlikte en zorunlu olana göre bir tık daha az zorunlu olan, ikinci derece zorunlu, farzın bir alt düzeyi, en öncelikli olandan sonra gelen ilk öncelik, birinciden sonraki ikinci
[15] Nusûk: Gübreleme, sulama; bir eylem için motivasyon kazanma faaliyeti, hazırlık antrenmanı. Namaz, oruç, hac, kurban, ihram giyme, ezan okuma gibi
[16] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 351. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[17] Tâğut: Kâbe’de putların bulunduğu alan. Putlaştırıcı her türlü bakış açısını kasteder.
[18] Uhille le-kum leylete’s-sıyâmi ilâ nisâi-kum
[19] Hunne libâsun le-kum ve entüm libâsün le-hun(ne)
[20] El haytu’l-ebyaz(u) mine’l-hayti’l-esved(i)
[21] Ve entüm ‘âkifûne fi’l-mesâcid
[22] Ve lâ-tübâşirû-hunne
[23] Le’alle-hum yettegûn(e)
[24] Bakara, 187
[25] Yunus, 5; İsrâ, 12
[26] Bakara, 197/Eşhurun ma’lûmât
[27] Bakara, 234/Erba’ate eşhurin ve ‘aşran (4 ay 10 gün)
[28] Talak, 4/Selâsetu eşhurin (3 ay)
[29] Türkiye Hahambaşılığı Vakfı (www.turkyahudileri.com)
[30] Müsned, III, 460; Taberi, Câmiü’l-Beyân, II, 165
[31] Müsned, II, 71
[32] Bakara, 187
[33] Mahmud ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, Bakara Suresi, 187. Ayet Dipnotu, Ekin Yayınları, Çeviren: Harun Ünal, 1. Cilt, İstanbul, 2016
[34] Nisa, 21/Efzâ (başbaşa kalma); Nisa, 23/Nisâu-kumu’l-letîy dehal-tum (Cinsel ilişki kurduğunuz kadınlarınız); Nisa, 24/Ğayra musâfihiyne (Ahlak ve hukuk dışı ilişki dışına çıkmama-koşuluyla); Nisa, 43/Lâmes-tum (Cinsel ilişki kurmak); A’raf, 189/Fe-lemmâ teğaşşê-hê (Onunla cinsel ilişki kurunca); Bakara, 222/Ve-lâ tegrabû-hunne (Kadınlarla cinsel ilişki kurmayın), fe’tû-hunne (Kadınlarla cinsel ilişki kurun); Bakara 223/Fe’tû harsa-kum (Tarlalarınıza varın); Bakara 237/Gabli en-temessû-hunne (Kadınlarla cinsel ilişki kurmadan önce)
[35] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, R-F-S Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[36] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 364. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[37] YILMAZ, Hakkı, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Refes Maddesi, Nergiz Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2017
[38] Buhârî, Savm, 8; Tirmizi, Savm, 16
[39] Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 164; İbnu Mâce, Sıyâm, 1
[40] Sırat-ı Müstagiym
[41] Barbar: İnsan ve tarihi varlıkların düşmanı, medeniyetlerin düşmanı, bedevî; bilim, sanat, din ve felsefeye ait her türlü üretimi yakan ve yıkan
[42] Buhârî, Savm, 24; Ebu Davud, Savm, 33; Tirmizi, Savm, 31
[43] Zâriyât, 27
[44] Şu’arâ, 155; Kamer, 28
[45] Bakara, 60; A’raf, 31; Tûr, 19; Hâkka, 24; Mürselât, 43; Meryem, 26
[46] YILMAZ, Hakkı, Tebyînü’l-Kur’ân, Bakara Suresi, 187. Ayet, 2. Baskı, İşaret Yayınları, İstanbul, 2015
[47] Namaz, oruç, hac, kurban ritüelleri
[48] Hûd, 118; Şûrâ, 8
[49] Mü’min
[50] İslâm, müslim
[51] Yunus, 25/Dâru’s-selâm
[52] KİTABI MUKADDES, Eski ve Yeni Ahit, İşaya, 58:1-14, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997
[53] İNCİL, Matta, 6:16-18, Yeni Yaşam Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2001
[54] İNCİL, Luka, 18:9-14, Yeni Yaşam Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2001
[55] Bakara, 219/Afv
[56] Gösterge: Kendini değil amacını gösteren davranış ve işaret. Kırmızı ışık, kendi rengini değil dur demeyi göstermesiyle, sarı yaprak yaz mevsiminin bittiğini göstermesiyle birer göstergedir.
[57] As(ı)l: Temel, ana, esas
[58] Fas(ı)l: Ara, bölüm, kısım, ayrıntı
[59] Cihat edenler