Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.
(Fâtır Sûresi 24. Âyet)
Bu ayet; esasen Her Şeyin Yaratıcısı’nın bütün kültür, coğrafya, zaman ve hallere kendi dillerinden seslendiğini açıkça bildiren bir mucize ayettir.
Âyet tektip bir dünya ve kültür istenmediğini. Farklı kültür ve dillere farklı elçilerle seslenildiğini bildirerek ilâhî maksadın esasen bütün insanlığın eğitimi olduğunu açıklamış olmaktadır.
Nasıl ki buyuruluyor:
“Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve benizlerinizin farklı oluşu da O’nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda ilim sahipleri için ayetler vardır.
(Rûm Sûresi 22. Âyet)
İlâhî rahmet; bir kozmik enerji gibi bütün insanlığa dalga dalga ulaşan bir tekâmül ve arınma tesiridir. Bu mânâ enerjisinden insanlığın nasibi ilimde derinleştiği kadardır. İlim aşka yol açar aşk da ötelere yol açar.
İlk indirilen âyette bildirilen/istenen temel değer/vasıf ilimdir.
“Oku” (İkra) emri, ilim öğren ve ilim üret emridir. Bu “aklı gönlün önüne al, aklı duygu ve güdülerinin esiri haline getirme” şeklindeki hayatî önemde bir emirdir.
İlim neden bu kadar önemli ve önceliklidir? Aslında cevap açıktır. İlimle birlikte olmayan aşkın sonu hezeyan ve hüsrandır. Aşk gerçek burcuna ancak ilimle oturur. Dolayısı ile Allâh’ı aşk ile anmak bilim üretmektir. Bilim ürettikçe yakîn artar.
İlim aşk ilişkisi doğru anlaşılmadan evrensel rahmet bütün insanlığa ulaşamaz. Allâh varlığı rahmetle doldurmuştur. Onu zulüm ve karanlıklarla zahmet haline çeviren biz insanlarız. O halde insanların zulmünden Allâh’ın rahmetine kaçmak istiyorsak. Her türlü bağnazlığı terkederek bilime ve bütün insanları barışa götürecek sebeplere kendimizi adamalıyız.
Yobazlığın temel karakteristiği nasıl tektipçilik ise aydınlığın da temel karakteristiği çokluk ve çeşitliliğin âhengidir.
Cenâb-ı Hakk dini ve varoluşu tektipçilik üzerine değil çokluğun birliği ve birliğinin zuhûru üzere kurmuştur. Evrende süregiden bu sisteme din literatüründe sünnetullah (Allâh’ın davranışı – tavır ve tarzı) diyoruz.
Tektipleştirme görünürde birlik iken aslında kalpleri, zihinleri ve toplumsal psikolojiyi parça parça hâle getirir ki Kur’an dilinde bu durum “şıkak ya da fahşâ” kavramlarına denk gelir.
Şöyle buyuruluyor:
Sen onları birlik/beraberlik halinde sanıyorsun, oysaki onların kalpleri darmadağınık/parça parçadır. Böyledir; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.
(Haşr Sûresi, 14. Âyet)
Tektipleşme insanı kaldırabileceğinden aşırı bir baskıya maruz bıraktığı gibi sebep olduğu aşırı kontrol hırsı tam tersine hayatı kontrol edilemez hale getirecektir. Çünkü akılcılığın; çıkar, hırs ve gücü ele geçirme tutkusu için devre dışı bırakılması, ilimsizlik ve cehaletin kutsanması sonucunu kaçınılmaz olarak doğuracaktır. İlimsizlik ve cehaletin kutsanması aslında kindarlığın kutsallaştırılmasıdır. Bu akraba kavramların birbirini zincirleme bir etki ile beslemesi şaşırtıcı değildir.
Kur’an öfkeyi yutmanın kindarlığı terketmenin doğruluğunu vurguladıkça (Âl -i İmran 134, Maide 8, Haşr 10) yobazlık (tektipçilik) tam tersini yapmanın doğru olduğunu savunur. Bu savunu aslında Rahman’ın erdem okyanusu ile fazilet yarışına girmeye benzer.
Şu hadis gerçekten kindarlığın terki ve birliğin âhengini anlamak konusunda muhteşem bir açıklamadır:
“Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin! Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!”
(Kaynak: Müslim, Birr, 30)
Çürüme, iflâs daima psikolojik boyutta başlar. İç dünyası parça parça olan ilimden nasipsiz bağnaz kalabalıklar ne derece birlik içinde görünseler de sonunda ağır bir parçalanma ile yüzyüze gelirler. Baskı insanları adaletsizliğe, adaletsizlik, korkuya, korku, öfke ve aşırılıklara sevk eder.
Bu sosyo – psikolojik aşırılık/baskı (fahşâ) bir evre sonra iç hesaplaşmaların konusu haline gelir. Aynı âyet bu duruma hayranlık uyandıran bir açıklıkla değinmektedir.
“…Onların kendi aralarındaki problemleri/çıkmazları çetindir/ciddidir…” (Haşr, 14)
Kur’an’a göre varlık; âhenge yani çokluğun, çeşitliliğin, farklılıkların birbiri ile uyumlu olarak yükselişi prensibine dayanır. Âhenk kelime anlamı ile “farklılıkların uyumu” demektir. Cenâb -ı Hakk tevhidi bu uyum olarak yaratmış, öğretmiş ve tekâmülü bu uyum yasasına (diyalektiğe) oturtmuştur.
Gerçek âhenk Nûra – aydınlanmaya,
Sahte âhenk ise karanlıklara – yobazlığa götürür.
Selâm olsun bütün âhenk ve aydınlık arayıcılarına.
Selâm olsun sevgi ve rahmet kültürünün erlerine.
Selâm olsun tüm hak elçilerine!
(Saffât Sûresi, 181. Âyet)