4. Devrim Kitabı Kur’ân
Kur’ân; para babalarına, servet ve sermâyenin ana sahiplerine, taşınır ve taşınmaz mal zenginlerine, burjuva sınıfına, baskı ve dayatma yöntemleriyle gerçekleri gizleyip insanların ellerindekini alan ve insanların sahip olduklarını sahte yöntemlerle azaltanlara; zenginlik, kariyer, makam ve konfor şımarıklığı sergileyenlere; servet tepesi oluşturan, hortumladıklarından hesapsızca harcayan, sahip olduğu servet ve makamın gücüne dayanarak büyüklenenlere; kendi hesabına gelecek biçimde emirler yağdırıp yasa, tüzük ve yönetmelikler çıkaranlara karşı oluşan dalganın protest[1] bir duruşudur. Bu sebeple İslâm’a giriş “Hâyır, Olamaz, Asla”[2] çığlıklarıyla başlar.[3]
Kur’ân; yoksulluk nedeniyle istemek veya el açmak zorunda kalanların, güçsüzlerin, bedavadan kazanmayıp emeğiyle geçinenlerin; politik, ekonomik ve toplumsal yönden sahipsiz bırakılarak aşağılanan, ötekileştirilen, hakları yenen, ucuz ve pis işler kendisine layık görülenlerin; evlenmeye zorlanan geç kızların, ölümle burun buruna kalıp öldü ölecek durumda olan açların, birikmiş serveti ve eline geçen kazancı olmadığından zorunlu ihtiyacını karşılayamayanların; yolu açılmayan, yol bulamayan, yol verilmeyen, yol alamayan, yolu görünmeyen, yolu kesilenlerin; temel ve zorunlu ihtiyacını karşılayabilmek için borçlananların; yeteneği, niteliği, donanımı ve yeterliliği olmasına rağmen siyâset, ticâret, torpil, husûmet ve hukûksuzluk yoluyla kapılar yüzüne kapatılanların; ölmemek için bedeni dâhil her şeyini teslim eden yoksulların, haksız biçimde tutuklananların, kölelerin; gömülen, satılan, borç karşılığında kullanılan, kocasını başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalan, kocası ölünce birinin üzerine attığı özel eşya ile onun malı olan, “Anam veya bacım gibisin.” denilince kocasına bağlı bir köle durumuna düşürülen, mirastan ya yararlandırılmayan ya da eksik faydalandırılan kadınların; ailesini geçindirmek için harcayacak bir şey bulamayanların, ailesinin nafakasını azaltmak zorunda kalan, azın azıyla yaşamaya çalışan, parası veya malı temel ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli orana sahip olmayanların, geçimine yetecek miktarda imkâna ulaşamayanların sesi, itirazı ve isyanıdır.[4]
Kur’ân; çalınmış haklarını kazanmak için hırsız egemenlerle çarpışanların bir gün mutlaka tüm ezilenlere önderlik ederek Firavun düzenlerini yıkacağını; ezilenler hangi inanç ve renkten olursa olsun onların yardımına koşmanın şart olduğunu, ezilenleri ayağa kaldırmak için ezenlerin düzenlerini yıkıp yok etmek gerektiğini; ezikleşmiş olup kurulu düzenden yararlanma yoluna gidenlere, etliye sütlüye karışmayanlara karşı ezenlere gösterilen devrimci isyanın aynısının gösterilmesi gerektiğini vurgular.[5]
Kur’ân; bireysel zenginleşme yarışına, engellileri aşağılamaya; yetim, yoksul ve açlar üreten sisteme; sermâye tekeline;[6] çoğunluğu yoksul olan bir toplumda altın, gümüş, para, arsa ve değerli kâğıt biriktirerek zengin bir azınlık sınıfı oluşturmaya; kamu mülkünü özel malı gibi kullanmaya, emeğin servet sahipleri tarafından metâlaştırılmasına, soygun düzenine, yolsuzluğa, sınıfsal zenginliğe,[7] gerçekleri karartanlara, emeği sömürenlere ve dayanışmayı kırmaya çalışanlara karşı mücâdeleyürüterek devrimci atılımlarını ortaya koyar.[8]
Kur’ân; sürüleşmiş ve pasifleşmiş toplum yapısına; ortak akılla hareket etmeyen, danışma konseyleri oluşturmayan, toplumla müzâkereden[9] kaçan uygulamalara; makam, imkân, görev ve sorumlulukları gereği sahip olduğu pozisyonu kullanarak insanların başında boza pişirmeye kalkanlara; emaneten elinde tuttuğu imkânları keyfine göre kullanmaya çalışanlara, üretilmiş semboller ve kavramlar üzerinden[10] toplumu esir alıp halkı kontrol etmeye çabalayanlara; Kur’ân, hadîs, fıkıh, mezhep gibi değerler üzerinden susturmaya, kandırmaya ve yönlendirmeye çalışanlara; inanç, yaşam biçimi ve ideoloji dayatanlara karşı direnmeye çağırır.[11]
Kur’ân; Firavun düzeninin tüm çağlardaki yansımalarına, dezenformasyon[12] düzenlerine başkaldırır.[13] Kur’ân; tekelleşmeyi[14] yasaklar, bireysel zenginleşmeye karşı çıkar ve efendi-köle, zengin-yoksul, ağa-maraba, işçi-paton sınıflaşmasını reddeder.[15] Kur’ân, ihtiyaç sahiplerine karşılık beklemeden vermeyi; verilenlerin mutlaka bir derde deva olmasını, delikleri tıkaması, açlık ve yokluğu gidermesi gerektiğini; hiçbir ihtiyaç fazlasını elde tutmadan derhal ihtiyaç sahibiyle paylaşmayı emreder.[16]
Kur’ân emeği, toplumda denge sağlamayı, herkese aynı uzaklık ve yakınlıkta durmayı, hak edilen şeyi hak edene hak ettiği oranda vermeyi, eşit davranmaktan asla vazgeçmemeyi, hiçbir çıkar hesabı yapmadan iyilik yapmayı, ekonomik döngüyü sadece zenginler arasında döndürmemeyi, yoksullukla mücâdele etmeyi, hem ekonomik hem de politik gücü tek elde ve tek merkezde toplamamayı önemser.[17]
Kur’ân; elde ettiği makam nedeniyle kişinin kendini güvene aldığı siyasal, dinsel, askerî ve hukûksal zırhların bir bir delindiği zamanlara; zenginlik ve mevkileri nedeniyle sınıflı toplumu ayakta tutanların felaketlerle karşılaştığı günlere din günü;[18] kamu malını kendi başına veya yandaşı, akrabası ve taraftarları ile birlikte yiyenlerin hesap vereceği gün ve ortama çok büyük bir gün[19] der.
Kur’ân; kalemini satan aydınları; korku üzerinden din inşâ eden, cehennem ve günâh tehditleri üzerinden sanal bir dindârlık üretenleri; bol bol ritüel yaparak, yöneticilerin işlerine karışmayarak, toplumu ritüellerle uğraştırarak hem egemen siyasal sistemlerin devamını sağlayan hem de halkı egemenlerin verdikleriyle yetinmeye alıştıranları; yöneticilerin iktidâr ömrünü uzatmak için dini söylemler üzerinde çarpıtmalar yapanları, insanlara bol bol yalan söyleyerek halkı yönetime karşı saygı ve bağlılığa alıştırmak amacıyla yöneticilerin yanında duranları, tüm din ve tapınak işlerinin sorumluluğunu üstlenip devlet içinde bürokratik din işleri görevi yürüterek yönetimden beslenen din sınıfını mücâdele edilmesi gereken gruplar içinde ele alır.[20]
Kur’ân; her türlü kayırmacılığa, kendi görüşlerini dayatan politikalar uygulayan iktidâr düzenlerine, kendinde Tanrı özellikleri görüp kendinin eleştirilmesini engelleyenlere, dost ve düşman fark etmeksizin insanlara eşit davranmayanlara, zulme sessiz kalarak pasif zâlimlere;[21] ait olduğu her şeyi ve her değeri putlaştıranlara asla ve asla taviz verilmemesi gerektiğini vurgular.[22]
Kur’ân; halkın mülkünü çalanların hortumlarının kesilmesini emreder.Ayrıcaduruşu olmayan, rüzgâra göre yön değiştiren, gerçeği bilerek gizleyen ve isteyerek nankörlük yapanlara ödün verilmemesini; devrin büyüklenen ve sınıflaşan saray ve konak sahiplerine, zenginler sınıfına ve burjuvasına; kavmini kutsayan, kavminin seçilmiş bir topluluk olduğuna inananlara; toplumda açıktan veya örtük bir kast ilişkisini ve sınıfsal düzeni savunanlara; insanı beklemediği yer ve zamanda zora sokanlara, vicdânî değerlerden şaşkın biçimde kaçıp aptalca tuzaklara düşenlere; belge, bilgi ve kanıta rağmen gerçek ve doğruların yanında durmayanlara; büyük kazançların peşine düşüp altta kalanlarla ilgilenmeyenlere, kurgulattığı yalanlar ile insanları kandıranlara, aklı karıştıran bilgi ve haber üretenlere, bilinçli seçimiyle harekete geçen kimselerden rahatsız olanlara, gelecek kaygısı ve güvenlik endişesi uyandırarak iktidârını ayakta tutanlara, gösterilenleri maymun gibi taklit eden ve söylenenleri papağan gibi tekrarlayan tipler üretenlere; cinsiyet ayrımı, kavmiyet yarışı ve mülkiyet sınıflaşması yaratanlara karşı mücâdele etmeye çağırır.[23]
Kur’ân; topluma önderlik edenlerin güvenilir, omurgalı, cömert, özü sözü bir, çağının gerçeklerinden habedâr, olayları izlemek yerine olaylara müdâhale eden, iyilik peşinde koşan, kötülüğü engellemek için sürekli çabalayan; yol açan,yol gösteren, yol ve yöntem belirleyen; gösterdiği yolda önce kendisi yürüyen, risk almadığı ve çilesini çekmediği bir yol ve yöntemi başkasına önermeyen, örnek alınacak bir karaktere sahip olan; doğru bilgi, akıl, tecrübe, derinleşme ve analizleriyle ışık olan; daima barışın yollarını arayan,[24] feci bir sonun muhakkak geleceğini söyleyerek kasıtlı yanlış yapanları korkutan olmaları gerektiğini vurgular.[25]
Kur’ân; barış ve aydınlanmaya giden devrim sürecini diriliş, uyanış ve bilinçlenme; kamuoyu oluşturma; mitingler, toplantılar ve platform[26] ortamları yaratma; çevreye yayılma, sağa sola dağılma; direnişe geçme ve zulme karşı isyan başlatma, ezenler ve onların yamağı[27] olan eziklere karşı ezilenlerin yürüttüğü her türlü çatışma; nefes nefese kalma, yeni soluklarla hayata dönme, destekler ile güçlenme; zengin ile yoksulun, yöneten ve yönetilenin, ezen ile ezilenin yer değiştirmesi aşamaları çerçevesinde sıralar.[28]
Kur’ân; sınır tanımaz cinsel dürtüyü,[29] toplumsal birliği parçalamayı, gerçekleri çarpıtmayı, bölücülük ve ayrıştırmayı, torpilci kazancı, diktatörler ve onların kurulu düzenine itaati yasaklayarak devrimci duruşun ilkelerini belirler.[30]
Kur’ân; zâlimlere diz çöktürülmesini, muktedirlerden hesap sorulmasını, yiyici ve yalancı ekiplerle savaşılmasını, örgütlü mücâdele yönteminin benimsenmesini, mücâdelenin sürekli olmasını, büyüklük taslayanlara karşı alttan alınmamasını, herkese anladığı, tanıdığı, algıladığı ve bildiği dilden konuşulmasını bir devrimcinin hareket tarzları olarak dikkate sunar.[31]
5. Devrim Önderi Muhammed
Vicdân elçisi Muhammed; toplumsal barışın istenmesini sadaka sayar; cimrilik, bencillik ve tekelciliği reddeder; dilenmeyi toplumsal bir felaket olarak görür, kendi emeğiyle geçinir, kardeşlik ve güven temelli bir şehir kurar, mülkiyetin tek elde toplanmasını istemeyen ve her ortamda paylaşılmasını arzu eden bir anlayışı temsil eder, emek ortaklığına dayalı bir mülkiyet ortaklığı kurar, ihtiyaç fazlası parayı elinde tutmaz ve derhal ihtiyaç sahibine verir, topluma ait bir malın bireysel kullanımına asla izin vermez, olanak ve fırsatlar nedeniyle çok kazanan birinin kendinden daha az kazanan birini korumak ve herkesi daha eşit bir ortamda yaşatmak için bağış yapılmasını teşvik eder, umrâyı destekler,[32] ortaklıkta kâr ve zarar eşitliği ilkesini benimser; ekilebilir araziyi icara (kiraya) vermeyi yasaklayarak arazinin ya dinlenmek için boş bırakılmasını ya arazi sahibinin ekmesini ya da başkalarına ekim için karşılıksız verilmesini ister, toprakta/arazide özel mülkiyeti kaldırır, halk birbirine yakın imkâna ulaşınca meyve bahçeleri ve toprakta özel mükiyet izni verir, ihtiyaç fazlası ve insanlığın ortak ihtiyacı olan yaşam araçlarının depolanması, saklanması ve başkalarının faydasından uzak tutulmasını yasakladığından ihtiyaç fazlası suyu depolayarak satmayı yasaklar, kamu arazilerinin mülkiyetini özel kişilere devretmez.[33]
Vicdân elçisi Muhammed; sahipsiz bir arazinin etrafını çevirip başkalarına kullanım yasağı getirmeyi engeller; yoksulluğun yaygın olduğu bir toplumda bireysel zenginlik yaşamayı ve doya doya yemeyi yasaklar, çocuklar arasında eşit davranmayı emreder; birilerinin yokluk içindeyken başkalarının keyif ve eğlence içinde olamayacağını, toplumda yaşam kalitesi bakımından eşitlik sağlanmadan lüks eşya edinilemeyeceği vurgular; yoksuluk, açlık ve eşitsizliğin egemen olduğu toplumda lüks arabalara binip pahalı evlerde oturarak toplum ortalamasının üstünde yaşamayı yasaklar; kişinin elinde para ve mal saklaması nedeniyle mülkiyet mirası bırakmasından rahatsız olur, soyu veya kabîlesi bilinmeyen kimselerin kabîle dayanışmasına bağlı olarak bazı haklardan yarlanmasına imkân veren yardımlaşma ve bir güvenlik ilişkisi olan velâ’nın devamını sağlar.[34]
Vicdân elçisi Muhammed; tüm insanlık zorunlu ihtiyaçlarını karşılayana kadar lüks ve ayrıcalıklı harcamalardan sakındırır, himâyı yasaklar,[35] memurların hediye almasını engeller, krallar gibi yaşamayı ve davranmayı reddeder ve bu nedenle halkıyla aynı koşullarda yaşar, sanatsal yarışmalar yaptırır, ritüellerin bile yüksek sesle yapılarak çevreyi rahatsız etmesini istemez, kendine özel muamele yapılmasından rahatsız olur, kendisine bir taht yaptırıp oturması teklifini reddeder; halkın yediğinden yer, giydiğinden giyer ve oturduğu biçimde oturur; köleler ve çocuklarla sohbet eder, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, zenginler ile makam sahipleri için ayağa kalkanları dininin yarısını kaybetmekle suçlar, insanların kendisi için karşısında ayakta ve elleri öne bağlanmış biçimde durmasından hiç hazzetmez, herkesle eşit hakka sahip olduğunu söyler; yemek yedirmeyi, açları doyurmayı, tanıdık tanımadık herkesi barış içinde yaşatmayı erdemli davranışlar diye niteler.[36]
6. Sonuç Olarak
Kur’ân ilkeleri ve Peygamber uygulamalarına tarihsel ortamında ve kendi gerçekliği içinde analitik bakıldığında vicdân elçisi Muhammed ve Kur’ân’dan devrimci, dinamik, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, direnişçi, paylaşımcı, dayanışmacı, sürekli mücadeleci ve örgütçü karakterlere sahip bir sol çıkar. Geleneklerimiz, atalarımız, dedelerimizin dini, kabîlemiz, büyüklerimiz, ölmüşlerimiz, soy ağacımız, yüce soyumuz, örfümüz, kültürümüz, düzenimiz, sınırlarımız, statülerimiz, sosyal konumumuz, kölelerimiz, câriyelerimiz, yönetimimiz, ritüellerimiz, ulularımız, yasa maddelerimiz, tüzük ve yönetmeliklerimiz ile politik düzenimiz tartışılamaz diyenler Peygamber’in karşısındaki Müşriklerdi. Müşriklerin putlaştırdığı ideolojinin karakteri objektif irdelendiğinde karşımıza solculuğun hasmı olan ideoloji çıkar.
Tevhit,[37] adâlet (eşitlik, eşit muâmele), kıst (hak edilen şeyin hak edilen oranda verilmesi), iman (güven), İslam (barış), zekât (fazlalığın paylaşılması), sa’y (emek), salât (dayanışma) ve kurbân (yakınlaşma) gibi bilinçli eylemlerin yanında durmayı inanç değeriyle birleştirenler; hatta kendini Kur’ân Müslümanı ve Peygamber yoldaşı görenler veya çağımız koşullarında antikapitalist olmanın kriterlerini Muhammedî devrimin, tevhidî inkılâbın ve devrimci İslâm’ın kapsamı alanında kuranlar tüm zamanların vicdân, sağduyu, barış ve devrim bilinci olan sol ile barışmalı; solla birlikte hareket ederek vicdânlı bir dünya kurmalıdır. Emperyalistlerin 6. Filosuna karşı namaz kılanların değil, 6. Filo’yu protesto ederek emperyalizme karşı direnenlerin yanında durmak devrimci Peygamber’in önderliğini benimsemektir.
Günümüzün en büyük ihtiyacı 1400 yıl öncesinin sosyalizmi olan İslâm ile çağımızın Cebrailsiz vahyi olan sosyalist liretatürü hak ettiği biçimde sentezleyerek ayağı yere basan ve Anadolu’nun gerçekliğiyle uyuşan bir İslâmî sol inşa etmektir.[38]
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nı kutlamada en önde gidenler ideolojik bakışını Kur’ân’dan üreten İslâmî Sol yoldaşları olmalı ve onlar yeryüzünün tüm gerçek emek örgütleriyle omuzdaşlık yapmalı, abdestli kapitalizm ile burjuva iktidarına karşı omuz omuza mücadele etmelidir.
Yaşasın, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı!
Kahrolsun; Firavunlar, Ebû Lehepler, Abdestli Kapitalistler Düzeni!
[1] PROTEST: İtiraz, red, karşı çıkma, muhâlif bir görüşü dile getirme.
[2] Âl-i İmrân, /Lâ.
[3] Haşir, 7; A’raf, 60, 85; Tövbe, 34; Mü’minûn, 33; Bakara, 275; Nisa, 6; A’raf, 31; Sebe, 31-34; İsrâ, 16; Sa’d, 78.
[4] Kalem, 17-20; Furkân, 67; Bakara, 83, 155, 220, 236, 266; Muhammed, 4; A’raf, 157; Mâide, 89; Beled, 13; İsrâ, 26, 31; Mâun, 2; Enbiyâ, 95; Tahrim, 1; Meâric, 25; Furkân, 65; Kalem, 46; Tövbe 60, 91; Nisâ, 25; Nur, 33, 61; Duhâ, 9; Mâun, 2; İnşirâh, 7; Kehf, 30; Sebe, 37; Zilzal, 7-8; Fussilet, 46; En’am, 132, 135; Âl-i İmran, 136, 195; Hac, 28; Rum, 54; Fetih, 17; Nisâ, 32; Duhâ, 10; Mearic, 25; Hac, 36.
[5] Sebe, 31-33; Nisâ, 75; Kasas, 5.
[6] TEKEL: Üretim ve dağıtımın sadece bir kuruluşun elinde bulunması olup başkalarına hayat hakkı tanımayan ekonomik egoizm. İnhisar, monopol.
[7] SINIFSAL ZENGİNLİK DÜZENİ: Toplumu zengin azınlık ve yoksul çoğunluk oluşacak biçimde yukarıdan aşağıya doğru düzenleyip, çalışan kol ve zihin emekçilerini sürekli az sayıdaki büyük sermâye sahiplerinin çalışanı konumunda tutan, ülkenin asıl ve büyük kaynaklarını emekçiler yerine servet, kariyer ve güç sahiplerinden oluşan küçük bir azınlık arasında paylaşan sistemdir.
[8] Bakara, 177; Necm, 39; Hûd, 113; Nahl, 90; Ğâşiye, 1; Mutaffifîn, 1; Nisâ, 29; Şûrâ, 36; Necm, 32; Tövbe, 34; Abese, 33; Fecr 17-21; Abese, 1-2; Tekâsür, 1-2.
[9] MÜZÂKERE: Fikir alış verişinde bulunma.
[10] Vatan, millet, din, iman; terör, düşman, vatana ihanet, gâvur; ezan, bayrak; nâmus, şeref gibi.
[11] Bakara 104, 177, 119; Kâfirûn, 6; Fâtır, 5; Ahkâf, 21; Kâf, 45; Ğaşiye, 22; Şûrâ 38;
[12] DEZENFORMASYON: Doğruluğu şüpheli veya kesin yanlış olan bilgileri yayma, bilgi çarpıklığı, bilgi kirliliği.
[13] Bakara 49-50; Âl-i İmrân, 11; A’raf 103-104, 106, 109-137; Enfâl 52-54; Yûnus 75-92; Hûd 96-99; İsrâ 102-103; Tâhâ 20-24; Şu’arâ 10-58; Neml 12; Kasas 3-40; Ankebût 39; Sâ’d 12; Ğâfir/Mü’min 23-46; Zuhruf 46-55; Duhân 17-31; Kâf 12; Zâriyât 39-40; Hâkka 9; Müzzemmil 15-16; Nâziât 17-25; Fecr 10.
[14] TEKELLEŞME: Tekel durumuna gelme, kimseyi siyaset ve ticâret başta olmak üzere hiçbir alanda yaşatmama. Mutlak tek olma.
[15] Nahl, 71; Haşir, 7; Müddessir, 6; Bakara 155, 268; Kasas, 24; Âl-i İmran, 181.
[16] Âl-i İmrân, 92; Haşir, 9; Bakara 43, 196, 219, 245, 261; Tövbe 60, 103; Furkan, 67; İsrâ, 29; Dehr, 8.
[17] Necm, 39; Hucurât, 9; Hadîd, 25; Mâide, 3, 16, 42; Sa’d, 35; Nisâ, 128; Teğâbün, 16; Âl-i İmrân, 140, 180; Haşir, 7; Bakara 29, 45, 110, 143, 148, 184, 202; Fussilet, 11; Tâhâ, 5; Rahman, 9.
[18] Vâkı’a, 41-56; Şu’arâ, 82; Saffât, 19-24; Zâriyât, 13-14; İnfitâr, 17-19; Şu’arâ, 82.
[19] Mutaffifîn, 5; Ahkâf, 21.
[20] Mâide, 44; Âl-i İmran, 79; Tövbe, 31; Nahl, 8; Lokman, 19; Müddessir, 50-51; Cum’a, 5.
[21] PASİF ZÂLİM: Kimseye hiçbir kötülük yapmamasına rağmen haksızlık, yanlış, dayatma ve baskıya karşı hiçbir biçimde tepki koymayan, eleştiri ve ses çıkarmaktan uzak duran. Pasif zâlimler ne kadar çok olursa aktif zâlimler o kadar mutlu ve güçlü olur. Bu sebeple vicdân elçisi Muhammed’in ilk işi herkesi lâ demeye çağırmak, ezilen veya korkusundan susan pasiflere tepkisel davranış bilinci kazandırmaktır.
[22] Hûd, 37; Tövbe, 23; Hûd, 113; Mâide, 8; Nisâ, 58; Yunus, 83; Enbiyâ, 29; Âl-i İmrân, 195; Bakara, 85; İbrâhîm, 13; Nûr, 12.
[23] Bakara, 14, 19, 26, 102, 105, 135, 221; Âl-i İmran 67, 95; Tövbe 1-7, 28, 33-36, 77, 101; Mâide 38, 64; Tebbet, 1; Fetih 10, 24.
[24] Barışın sağlanması için bireyci, kabîleci, kavmiyetçi ve devletçi egolar terk edilmeli; “Benim atalarım sütten çıkmış ak kaşıktır, ne zulmetmiş ne de zulme susmuştur. Atalarım her zaman adâletin yeryüzündeki kılıcı olmuştur.” biçiminde insan ve tarih gerçeğiyle uyuşmayan hazır cevaplar terk edilmelidir. Zayıflıkları, saplantıları, zulümleri, haksızlıkları ve yetersizlikleri olan ataların iyi, güzel ve yararlı eylem ve sözlerinin örnek alınacağını; saçmalıklarının kendilerine bırakılacağını söylemek erdemin yoludur. Zâlim ataları mâsumlaştırmaya çalışmak Kur’ânla çatışmak ve vicdân elçisi Muhammed’e savaş açmaktır. Sağcılığın devlet, semboller, liderler ve atalara yüklediği kutsallık, tüm putları ve putlaştırmaları yıkmaya gelmiş devrimci İslâm’ın karşısındaki ideolojik sapmadır. Tevhîdin (birliktelik bilinci) geçmişteki dili olan Kur’ân ile günümüzdeki değer ortağı olan sol, barışa giden yolları sağcılığın ürettiği putlara rağmen inşâ edecektir.
[25] Ra’d, 7; Enbiya, 107; Ahzab 21, 46; Bakara, 119, 143; Ahzab, 21; En’am, 115; Hâkka, 40; Kalem, 4; Şuarâ, 107.
[26] PLATFORM: Yer, zemin, alan. Aynı veya benzer amaç taşıyan ancak birbirinden farklı yapılanmalardan oluşan grupların meydana getirdiği ortak toplantı ve karar alma ortamı.
[27] YAMAK: Bir işte yardımcı personel olarak çalışan.
[28] Ankebût, 14; Tâhâ, 102; Abese, 33; Kıyâmet, 1; Tövbe, 46; Haşir, 2; Sebe, 12; Lokman, 28.
[29] DÜRTÜ: Dışarıdan yapılan bir etkiyle bedensel/ruhsal dengenin değişmesi.
[30] Hucurât, 9; Şûrâ 27, 39; Tövbe, 47; Âl-i İmrân, 99; En’am, 164; Meryem, 20.
[31] Mâide, 54; Fetih, 29; Nisâ, 59; Nahl, 90; Hûd, 116; Şûrâ, 39; Mâide, 42; Sa’d, 26; En’am, 129; Mâide, 51; Şûrâ, 41; Kasas, 41; Meryem, 72
[32] Age, Kitabu’l-Hibe, 1171 Nolu Hadis. “Ben hayattayken evim, atım, arabam, malım gibi şeylerin kullanımı veya mülkiyeti sende olsun.” anlamına gelen sözleşmeye umrâ denir.
[33] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarîh, Kitabu’z-Zekât, 730 Nolu Hadis, Çeviren, Tahric ve Notlar: Abdullah Feyzi Kocaer, 1. Cilt, Yeni Şafak Gazetesi Kültür Armağanı, İstanbul, 2004; A.g.e., Kitabu’z-Zekât, 713 Nolu Hadis; Kitabu’z-Zekât, 749 Nolu Hadis; Kitabu’z-Zekât, 756 Nolu Hadis; Kitabu’l-Buyû, 984 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hars ve’l-Muzâraa, 1071, 1079 Nolu Hadisler; Kitabu’l-Hars ve’l-Muzâraa, 1077 Nolu Hadis; Kitab-u fi’l-İstikrâz, 1103 Nolu Hadis; Kitab-u fi’l-İstikrâz, 1112 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hibe, 1162 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hars ve’l-Muzâraa, 1078 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hars ve’l-Muzâraa, 1084 Nolu Hadis; Prof. Dr. İbrâhîm Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Müzara’a-Zirai Ortaklık, 5383 nolu hadis, 15. Cilt, Ankara, 1988; Kitabu’l-Hibe, 1173 Nolu Hadis; Kitabu’l-Musâka, 1090, 1096 Nolu Hadisler; Zuhayli, Mülkiyet ve Özellikleri.
[34] Age, Kitabu’l-Musâka, 1097 Nolu Hadis; Kitabu’l-Mezalim ve’l-Gasbi, 1121 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hibe, 1161 Nolu Hadis; Kitabu’l-Hibe, 1166 Nolu Hadis; Canan, Zühd ve Fakr, 2080 Nolu Hadis; Zühd, Ebû Umame’den, Ebû Dâvûd; Ebû Davud, Tereccül 1, (4161); İbnu Mace, Zühd 22,(4118); Tirmizi, Libas 38, (1781); Kitabu’l-Vesâyâ, 1200 Nolu Hadis; Buhârî, Bey’u’l-velâ ve hîbetu-hû Babı, 5/167; Müslim, 1506; Ebû Dâvûd, 919.
[35] Cahiliye Araplar’ı verimli bir arazi üzerinde konakladıklarında yüksekçe bir yerde bir köpeği havlatır ve köpeğin sesinin ulaştığı tüm alanı kendine tahsis eder, korumasına alır ve özelleştirirdi. Buna himâ denirdi.
[36] İbrahim Canan, Kanaat, 4855, 4856 Nolu Hadisler; A.g.e., Cilt 5, Timaş Yayınları Dağıtım, Sezgin Neşriyat ve Ciltcilik, İstanbul, 1988; Buhari 2/982; İçtimâî Yardımlaşma, Cilt 2; Buhari, Tarih; Bidaye 86/48; Canan, 4. Cilt, 727 Numaralı Hadis; Canan, 4. Cilt, 692 Numaralı Hadis; Heysemî, IX, 21; İbn-i Sa’d, II, 193; Heysemî, IX, 21; İbn-i Sa’d, I, 372; Heysemî, IX, 20; Buhârî, İsti’zân, 15; Ebu Davud, Edeb,165; Beyhakî, es-Sünenü’l Kübrâ; Alâuddin Abidin, el-Hediyye’l-Alâiyye, 249; benzer bir hadis ve açıklaması için bk. Fetâvay-i İbn-i Salah,18; el-Beyan vet-ta’rif, 2/205; Heysemî, IX, 21; Yusuf Kandehlevi, Müntehab Ehâdîs, Müslümanlara Mali Yardım Yapmak, Gülistan Neşriyat, Tercüme: Hayri Demirci, İstanbul, 2012. (tud’imu’d-da’âm ve tegrau’s-selâm).
[37] TEVHİT: Tüm farklılıkların barış ve güven içinde yaşayarak oluşturduğu toplumsal birliktelik. Tevhid’in sosyolojik karşılığı Medîne Sözleşmesi’yle ete kemiğe bürünen Medîne toplumudur.
[38] Marks’ın Kapital’i için Cebrailsiz vahiy yakıştırmasını yapan kişi Pakistan’ın İslamcı büyük şairi Muhammed İkbâl’dir.