Kavramları karıştırıp, bozup, gevşetip, sakatlayarak ve içini boşaltıp, kafadan atma, günceli tutma biçiminde doldurarak kullanırsanız, olacağı budur: Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’nin bir Genel Kurmay Başkanı’nı “silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekten” tutuklarsınız ve bir çok kimse “olur mu böyle şey” der. GKB’nını tutuklamak Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde ilk kez olmuyor. Daha önce 27 Mayıs 1960’da, Orgeneral Erdelhun, “silahlı darbe örgütünü engellemekten” tutuklanmıştı.1964’e kadar hapisteydi; sonradan affedildi. İşin hukuki boyutunu medya zer-zevatı, süren bir davanın hüküm içeriğinin tartışılmasının “yasak” olmasına karşın tartışacaklardır. Hatta, başladılar bile: Fikret Bila “Terörle mücadele eden bir ordunun komutanları olarak terör örgütü kurmak ve yönetmek iddiasıyla karşılaşmak çok ağır bir suçlama niteliğinde.” diyerek, hem hüküm içeriğine müdahale etti, hem de kavramları iyice bulamaç etti.
Terör nedir? Fransız Devrimi’nin tarihçesini bilenler için terör bir devrim aşamasıdır. 5 Eylül 1793 – 28 Temmuz 1794 arasında Jakobin iktidarın triumvirası, Robespierre, Mirabeau ve Marat’nın, monarşist Soyluların İngiltere’den yardım istiyerek devrimi bitirmeye çalışmalarını önlemek amacıyla kurdukları devrim mahkemeleri aracılığı ile binlerce kişiyi ve hatta Jakobinler arasındakileri bile giyotine yolladıkları kanlı bir dönemdir. “Devrim çocuklarını yer” sözü, daha sonra giyotine gönderen bu triumviranın da giyotine gönderilmesine denmiştir.
Bu dönemsel ada pek de uygun olmayarak, sözlüklerde terör, “bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” veya “genellikle siyasi nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak” olarak tanımlanır. Aynı zamanda ulusal ve uluslararası hukuka, aşırıların, radikallerin ve köktencilerin berteraf edilmesi için bir suç tanımı olarak 1980’lerle girmiştir. Silahlı ayaklanmaların militanlarına, Cenevre Savaş Hukuku uygulanamasın [yakalananlara savaş esiri işlemi yapılamasın] diye, bu militanlara “terörist” denmiş ve “terörle mücadele” başta İslamcı aşırılar olmak üzere, tüm sol ve sağ aşırılara uygulanır hale gelmiştir. Son GKB’nin tutuklanmasında da tanımlanan suç böylesine bir suçtur. Bizim ulusal literatürümüzde bir zamanlar “anarşist” ve “irticacı” olarak addedilenler verilen 1980 sonrası bir etikettir.
Oysa, etimolojik olarak terör kelimesi Latince “korkudan titreme” veya ”titremeye sebep olma” anlamında terrerem’den gelir. Ancak daha eskidir: tre köküne (=tire-shake-sallanmak, titremek) kadar uzanır. Proto-Hint Avrupa (PIE= Proto Indo Europen/Sanskritçe öncesi) dillerine ait olan bu kök ile Türkçe titremek-terlemek [yorulan terler=İngilizce “tire”] arasındaki ses benzerliği dikkat çekicidir. Terrible (korkunç) sözcüğü ile de kökdeştir. Rus Çarı’na “Ivan the Terrible” (Korkunç İvan) denir.
Terör kelimesinin Türkçe karşılığı yıldırma=yılgı, korkutmadır.
Arapçada “tedhiş” olarak kullanılır. Tedhiş de, dehşet’ten türemiş, “ani korku, şaşkınlık, hayret” demektir. Dehşete düşer insan, dehşetle korkar. Dehşet de dahşa’dan (dhş) türemiştir; “işerken gelen titreme” demektir. Dehşet’in “dashak” ile sessel ve biolojik-organik bir ilişkisi var gibi.
İşte “terör” dediğimiz bu. Güncel olarak tanımladığımız suçla ilişkisi var ama güncel gelişmeler açısından daha oturaklı tarihsel ve bağlamsal açılımları da var.
Bu tarihsel ve semantik bağlamları güncele bağlamak için, terör’ün Türkçe karşılığı olarak kullanılan “yıldırma” veya “yıldırım” kelimelerini izleyelim.
Yal, yak, yıl gibi proto Türkçe köklerin tamamı ateş ve yok etmek ile ilgilidir. Yıldırma’dan türemiş “yıldırım” ise, güncel dilde bildiğimiz atmosferik bir elektrik akımı olan şimşek’in ateş halinde yeryüzüne inmesidir. “Şimşek çaktı, yıldırım düştü” deriz.
Yıldıran ile yıldırım aynı, dehşet ile tedhiş arasında var olan ilişkiye sahiptir. Semantik olarak zaten aşikar olan bu ilişkiyi bir de tarihsel olarak görelim.
I. Beyazıt’a verilen “yıldırım” lâkabı, açıkça “terörist” demektir:
Hammer’e göre, bu lakap Beyazıt’a, kardeşi Yakup’u aniden öldürmesi üzerine, diğer yöneticileri yıldırmak için verilmiştir. Uzunçarşılı, bu lakabın Türkçeyi resmi dil ilan eden Karamanlılar ile Konya’da yapılan savaşta, Şehzade olarak sol kanattaki Sipahilere komuta ederken gösterdiği dehşet ve hızlılık sonucunda babası Sultan Murat tarafından verildiğini söyler. Münnecimbaşı Tarihi’nde ise bu lâkabın, Beyazıt’ın kahramanlığının özünü oluşturan şiddet ve dehşetinden dolayı verildiği söylenir. Yani, I. Beyazıt’a açıkça “Terörist Beyazıt” demekteyiz. Beyazıt ise, Be-Yezit’den başka bir şey değildir (günümüzde “ulan Yezit”le karşılanabilir). Türkçede günlük kullanımdaki anlamı “şeytan” demek olan Yezit ise Muaviye’nin oğludur. Osmanlı Padişahı I. Beyazıt’ı, demek ki, “Terörist Şeytan” olarak anmak da etimolojik, semantik ve historik olarak uygundur.
Şimdi gelelim, terörist olarak suçlanan genel kurmay başkanının mezun olduğu Harbiye’nin marşına:
Bizi ilgilendiren sadece ilk iki mısrasıdır:
“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız.
Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız.”
Güfte yazarı, Hüsnü Öncü marşın semantik açıklamasını yapmış değil. Öncü, aynı zamanda Köylü ve Topçu marşlarının da güftecisi. 1960’da Ordudan emekli oldu. Emeklilik döneminde Karşıyaka’da mütevazi bir dükkan işleterek ve karnesine müzikten kırık getirmemek koşula ile öğrencilere ücretsiz müzik dersleri vererek, 92 yaşında 1998’de öldü. Atatürkçü laikçiler ve silah arkadaşları, onun için şu andaki hapisteki generallar kadar avazlanmadı. Onun marşı ile hislenen, heyecanlanan, yetişen laikçi Atatürkçülerin marşdan anladığı da, semantik derinliğe pek girmeden, sadece gazlama türünden Marş’ta geçen “yıldırımlar”ın gök görültülü şimşek olduğu. Peki neden şimşek değil de yıldırım? “Ahfad” ve “yad” kelimelerini kullanan Güftekâr mütevazi bilge müzisyen Harbiye öğrencisi Hüsnü Öncü, neden şimşek kelimesini kullanmamış; “Şimşekleri yaratan bir ırkın ahfadı”, neden değil, Harbiyeliler? Her ikisi de 14 hece yapıyor.
Çünkü, bu mısradaki “yıldırımlar” I. Beyazıt’a metanomik atıftır. İkinci mısra ile birleştirildiğinde ilk mısradaki “yıldırımın”, tarihsel “tufanlarda” doğal elektriklenmenin sonucunda oluşan şiddet ve dehşet olayı ile metonimleştirilmiş tarihsel bir şiddet ve dehşeti de içermesi gerekir. Tufan, burada aynı I. Beyazıt gibi tarihsel anlamda kullanılmıştır, doğal felaket olarak değil; tarihin ilk yıllarına metonimdir. Ayrıca, ırk, “yıldırım” yaratmaz; Yıldırım Beyazıt’lar yaratır. Doğal bir elektriklenme sonucu oluşan yıldırımlar yaratan bir ırkın torunu olmak ile, I. Beyazıt gibi Babasının (I. Murad) kurduğu Yeniçeri Ocağını “Devşirme Usulü Kanununu” çıkartarak kurumlaştırmış dehşetengiz bir padişahın torunu olmak arasındaki anlam vurgusunun neyi işaret ettiği çok aşikar değil midir? “Yıldırımların”, marşın konusu “asker” olduğuna göre, bu Orduyu ilk kuranlardan birine atıf olacağı çok açıktır. [Bakmayın siz o KKK’nın brövesindeki MÖ 202 midir, nedir, tarihine. Değiştirdiler de galiba. Merak ediyorsanız da burayı tıklayın, bakın.]
Demek ki, “I. Beyazıtlar yaratan bir ırkın ahfadıyız.”
Ya da, yukarıdaki semantik-etimolojiye uygun şimdiki dilde söylersek: “Terörist şeytanlar yaratan bir ırkın torunlarıyız.”
Şimdi herhangi bir GKB, size “Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genel Kurmay Başkanı terör örgütü kurmakla ve yönetmekle suçlanmıştır. Takdiri Türk milletine bırakıyorum” derse, onu nasıl takdir edersiniz? Doğrudur, demez misiniz? Bunların hepsi semantik “terör örgütü” değil mi?
Takdir bilgi ve akıl ile olur. Özdil’ini bilmeyenlerden olmayın!