Röportaj: Kadir Bal
Editör: Ümmü Gülsüm
2 Haziran 2012’den beri Ankara’da, Kızılay Konur Sokak’ta Roboskî Katliamı’nın hesabını sormak üzere açılmış bir stant var: Roboskî’ye Adalet Standı. Mazlumder öncülüğünde Hür Beyan Hareketi’nin de desteğiyle açılan stant bu gün 25. gününü doldurdu ve kesintisiz bir şekilde üstelik herhangi bir süre sınırına da tabi olmadan varlığını sürdürüyor. Stant gönüllülerinden Hür Beyan Hareketi mensubu Emre Berber ile arkadaşımız Kadir Bal konuştu.
Öncelikle bizlere kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
İsmim Emre Berber. Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuyorum. Ankara’da, bir grup öğrenci olarak 2 yıldır Hür Beyan Hareketi adı altında haktan ve adaletten yana sahih bir düşünsel temele oturan siyasal ve geniş perspektifli müslümanca bir pratik ortaya koymaya gayret ediyoruz.
Hür Beyan olarak Mazlumder’in Roboskî Katliamı hakkında giriştiği gündemleştirme çabalarına ve eylemlere elimizden gelen desteği sunduğumuz gibi şimdi yine Mazlumder Genel Merkezi tarafından Konur’da açılan Roboskî’ye Adalet Standı’na da desteğimizi ve katkımızı sunuyoruz.
Konu hakkında stand açma fikri nasıl ortaya çıktı?
Mazlumder Roboskî (kamuoyunda bilinen ismiyle; Uludere) Katliamı gerçekleştiği günden beri konunun en yakın takipçilerinden oldu. Katliamın gerçekleşmesinin hemen akabinde Mazlumder Diyarbakır ve Hakkari şubeleri ile beraber; Genel Merkezi’n de katılımı ile bölgeye giderek tetkikatta bulundu ve bir rapor yayınladı. Ardından yine Mazlumder öncülüğünde dört örgütten oluşan Roboskî’ye Adalet Platformu adıyla konunun gündemden silinmemesine ve sun’î gündemlerle üzerinin örtülmemesine yönelik çeşitli çalışmalar geliştirildi. Bunlardan muhtemelen en etkili olanlarından biri Roboskî’de ölenlerin ağzından mektup formatında yazılmış kendi hayat hikayeleriydi. Bu hayat hikâyeleri hem kamuoyuyla paylaşıldı, hem de devletin belirli mercilerine otuz dört gün boyunca postalandı.
Velhasıl; stand fikri bu eylemselliklerin ardından her çarşamba Mazlumder’de toplanıp Roboskî Katliamı hakkındaki gelişmeleri ve yapılabilecekleri tartışan MAZLUMDER Genel Merkezi öncülüğündeki gönüllülerden oluşan bir ekipten sâdır oldu.
Bu stantla neyi amaçlıyorsunuz?
Bu stantla öncelikle konunun sun’î gündemler oluşturularak gündemden düşürülmemesini sağlamaya çalışıyoruz. Zaten Başbakan’ın kürtaj konusunu ortaya atarak Roboskî Katliamı’nı gözlerden uzaklaştırmaya çalışmasından ve İdris Naim Şahin’in insanlığımızdan hicap etmemize sebep olan açıklamalarından sonra Kızılay’a bir stant açma fikrinin netleştiğinden bahsedebiliriz.
Ayrıca sürekli irtibatta olduğumuz Roboskî’li köylülerin kamuoyunda doğru anlaşılmakla ilgili kaygıları söz konusu. Katliamın gerçekleştiği günden bu yana köyde yaşanan bazı gelişmeler basına ya hiç yansımıyor, ya da yanlış yansıyor. Bu nedenle stant vesilesi ile kamuoyunu doğru bilgilendirmeye de gayret ediyoruz.
Temel olarak Roboskî için adalet talep ediyoruz. Etkin bir soruşturma yapılarak katliamın faillerinin bir an önce bulunması ve sorumlularının yargılanması, bu yargılanma sonucu cezalandırılması ve devletin mağdurlardan özür dilemesi somut taleplerimizi oluşturuyor.
Stantta neler yapıyorsunuz? Nelerle meşgul oluyorsunuz?
Öncelikle konu hakkında bastırdığımız meselenin teknik ve insani boyutunu çok somut bir şekilde izah eden bildirilerimizi dağıtıyoruz. Şimdiye kadar yanılmıyorsam 12.000 bildiri dağıtıldı ve devamı da halihazırda dağıtılıyor.
Ayrıca her gün mikrofondan sokağa karşı daha önce bahsetmiş olduğum Roboskî’ye Adalet Platformu ile yürütülen süreçte yazılmış olan hikaye/mektuplardan okuyoruz. Ben bu hikaye/mektupları bilhassa önemsiyorum. Çünkü bunlar okunduğunda orada ölen insanların kuru birer rakam ve istatistik değil bizler gibi hayalleri, inançları, arzuları, hırsları, yoksunlukları ve heyecanları olan insanlar olduğunu çok açık bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Ve bu mektuplar sokağa karşı okunduğunda çoğu kez insanlar işlerini güçlerini bırakıp duraksayarak dinlemeye koyuluyorlar. Yeri geliyor onlarca insan bu hikayeleri ve ardından amfiden yayınladığımız ağıtları dinliyorlar. Rica ettiğimizde sokaktan geçen pek çok insan da bu hikayelerden okudu. Hatta yeri geldiğinde ağlayanlar bile oldu… Mesela 12 yaşındaki Orhan Encü ‘kendi’ mektubunda annesinin ölümünden, evde köpek beslediğinden, babasının bilgisayar almaya söz vermesinden, bilgisayar parası biriktirmek için kaçağa çıktığından bahsediyor. Ne yazık ki insan böyle gözüne sokulmadıkça ve önüne koyulmadıkça zor empati yapabilen bir varlık…
Bunun dışında paylaşmak isteyenlerin katliam hakkındaki duygu, düşünce, fikir ve temennilerini kendi el yazılarıyla kaydetmelerini rica ettiğimiz defterlerimiz var. ‘Roboski İçin Duygunu Paylaş!’ sloganıyla tuttuğumuz bu defterlerde şimdiye kadar yüzlerce yazı birikti. Bu biriken yazılardan uygun olanlar ailelere iletilecekler inşallah. Onun dışında buradaki birikimi bir rapor haline getirip kamuoyuyla paylaşmayı da düşünüyoruz.
Bir de söyleşiler var herhalde?
Evet, her hafta en az iki tane söyleşimiz oluyor. Söyleşi derken çok abartılı bir şeyden bahsetmiyorum. Yine stantta ve hasırlarda gerçekleşiyor her şey. Konuşmacı elinde mikrofon olduğu halde hasırların ortasına bağdaş kurarak oturuyor. Stant gönüllüsü arkadaşlar ve sokaktan geçerken misafir olmak isteyen kişiler olarak biz de etrafına oturmuşken bizlere kısa bir sunumda bulunuyor. Yine bu söyleşiler esnasında da çok defa sokaktan geçen onlarca insan durarak söyleşiyi dinlemeye başlıyor. Konuşmacıya sorular yöneltiyor. Hatta yer yer konuşmacıyla polemiğe girip kavga edebiliyor.
Şu ana kadar Ayhan Bilgen’den, Ragıp Zarakolu’ya, Beytullah Emrah Önce’den, Tarık Tufan’a kadar çok kişiyi misafir ettik bu şekilde. 34. günde yani 5 Temmuz’da da İsmail Beşikçi standımızın konuğu olacak inşallah.
Peki standa gelen tepkiler ne yönde? Gerek farklı toplumsal/siyasal çevrelerden gerek sokaktan geçen insanlardan aldığınız tepkiler nasıl?
Genel olarak gelen tepkilerin çok olumlu olduğundan bahsedilebilir. Mesela o bahsettiğim defterlere çok yoğun bir rağbet var. Bizler davet etmesek bile defterleri görenler bir şeyler yazarak içlerini dökmek isteyebiliyorlar. İnsanlar oturuyor ve yarım saat de sürse kendi el yazılarıyla yazdıkları bir kaç satır ya da bir kaç sayfayla adalet talebimize katkıda bulunuyorlar. Ne ararsanız var o yazılarda; küfredenler, kardeşlik mesajı verenler, hükümete ya da devlete öfke kusanlar, özür dileyenler, kederini paylaşanlar, hatta aileleri teselli etmeye çalışanlar…
Bilhassa 8 askerin ölmesiyle beraber olumsuz tepkiler de almadık değil. Kimisi verdiğimiz bildiriyi önümüzde yırtıp yere çaldı, kimisi köyün isminin Kürtçe yazılmış olmasına taktı. Kimisi de mesela bari ölen askerlere saygı duyup standı bir kaç günlüğüne açmamamızı söyledi. Her ne kadar artık bu ölümlerin olmaması için burada olduğumuzu söylemiş olsak da derdimizi ne kadar anlatabildiğimizden şüpheliyim.
Genel olarak sokağın kurallarına uygun bir şekilde etraftaki farklı siyasal gruplarla da dayanışma içerisinde yürüttük işlerimizi. Her ne kadar bazı sol fraksiyonlar ‘siyaseten bizi tanımadıklarını’ söyleyerek yerimize göz dikmiş ve başka yere taşınmamızı sağlamaya çalışmış olsalar ve mesela mikrofonu açtığımızda ‘racona aykırı olarak’ müziklerinin sesini ısrarla kısmamış olsalar da genel olarak geri kalan siyasal çevrelerle de olumlu bir beraberlik elde ettiğimizden bahsedilebilir.
Peki Roboskî Katliamı ne ifade ediyor? Gerek içinde yaşadığımız ülkenin siyasal tarihi bakımından gerek Kürt meselesi bakımından süreci nasıl değerlendirmek gerekir sizce?
Roboskî bizim için son ve çarpıcı bir furkan oldu. Roboskî Katliamı’nın ne anlama geldiğini anlamak için katliamla beraber katliamı üreten süreci, katliamın hemen ardından ve katliamın gerçekleşmesinden bir müddet sonra yaşananları ayrı ayrı değerlendirmek faydalı olabilir.
Öncelikle devletin 34 vatandaşını bombalarla parçalayarak öldürmesi tek başına bile yeterince sarsıcıydı ve hükümetin takip ettiği savaş odaklı politikanın çözümsüzlüğü derinleştirdiğini tekrar ispatlıyordu. Hatırlıyorsanız Roboskî Katliamı’ndan önceki süreçte devlet birden fazla ‘başarılı’ askeri operasyonla PKK’nin kış üslenmelerini ele geçirmişti. Kışın ortasında bu tip operasyonların organize edilebilmesi barışı sadece ‘düşmanı’ savaşarak yok etmenin mümkün olmadığı zemin ve zamanlarda kabul edebilecek olan kitlenin elini güçlendirerek seslerini arttırmıştı. Ama bu operasyonların ardından gerçekleştirilen Roboskî Katliamı aslında sorunu çok net bir şekilde izaha kadirdir. Şöyle ki; sizler yüksek askeri kuvvetlerinizle savaş halinde olduğunuz örgüte karşı başarılı operasyonlar düzenleyebilirsiniz. Ama savaş öyle bir şeydir ki bu operasyonların ardından gider 34 tane vatandaşınızı bombalarla parçalayarak katledersiniz. Bu durum, aslında AKP hükümetinin de benimsediği Kürt meselesinde güvenlik odaklı politikanın geçersizliğine çok kuvvetli bir delil teşkil etmektedir.
Bu kadarla kalsa durum belki bu denli vahim de olmazdı. Katliamın ardından hükümetin takındığı tutumdan da çok ciddi dersler çıkarmamız gerekiyor aslında…
Nedir o dersler?
Ulusal medyada uygulanan 12 saatlik sansür, yaralılar için yola çıkan ambülansların jandarma tarafından durdurulması sebebiyle bombalama esnasında hayatını kaybetmeyen 13 insanın kan kaybından/donarak ölmesi, olayın ardından devletin cenazeleri kaldırmaya zerre kadar yardımcı olmaması ve yakınlarının ölenlerin ‘parçalarını’ taşların arasından seçerek poşetlere doldurması… Katliamın ardından köyü ziyaret eden kaymakamın tartaklanmasını üzerinden köylüler üzerinde çok şiddetli bir baskı ortamının oluşturulması ve köyden dışarı çıkanların tutuklanıp ‘adam öldürmeye teşebbüsten’ yargılanmasıyla Roboskî’nin adeta bir açık hava hapishanesine dönüştürülmesi de cabası.
Ve son olarak devlet yetkililerinin yüz kızartan ve can yakan açıklamaları var elbette. Dersim Katliamı’ndan dolayı kameraların karşısına çıkarak özür dileyen Başbakan, kanın ellerine bulaştığı Roboskî Katliamı’nda devletin o asırlar aşan bütün kibrini kuşanarak ufak bir özrü çok gördü. Üstelik özür dilenmeyeceğini açıkça ifade de etti. İdris Naim Şahin ise verdiği beyanatta ‘Ölmeselerdi kaçakçılıktan yargılanacaklardı’ diyor ve ‘kaçakçılık olayı gölgede kaldı’ diyerek teessüf ediyordu. Bunların hepsi devletin ne’liğini ve iktidar partisinin devletle kurduğu ilişkide pozisyonunu kavrama noktasında bizlere yardımcı olabilecek bulgulardır.
Kısacası; Roboski Katliamı, korucu sisteminin yanlışlığını ve hükümetin Kürt meselesinde takip ettiği güvenlik odaklı siyasetin çıkmazlarını ifade etmekle kalmadı. Ayrıca eline kan bulaşan hükümetin katliam sonrası verdiği tepki de artık hükümetin tamamiyle devletleştiğinin delili niteliğindedir. Hükümetin ailelerin kabul etmediği tazminatı ödemeye çalışarak, yani kan parası vererek meseleyi kapatmaya çalışması, ısrarla özür dilemekten kaçınması, açık açık gündemi değiştirerek konuyu önemsizleştirip üstünü örtmeye çabalaması artık İslamcıların kendisine karşı on yıllardır dövüştüğü ‘Kemalist Devlet’le AKP Hükümeti’nin bir farkının kalmadığını tekrardan çok açık bir şekilde gösteriyor. Tekrar çok net bir şekilde görülmüştür ki AKP devletin refleksleriyle reflekslenmiş, devletin o çok tanıdık onlarca belki yüzlerce yıllık reaksiyonlarını aynen gösterir hale gelmiştir. AKP’nin devletten ayrılır bir yanı kalmamıştır. Gerisi bunu görmek isteyip istememekle alakalıdır.
Peki bu çalışmaların içerisinde birisi olarak, sizce Kürtler bu süreçte ne hissediyor?
Stantta açtığımız defterler okunduğunda da görülecek ki bu süreç Kürtlerde derin bir kırılmaya yol açtı ya da yaşanan bu kırılmayı hızlandırıp belirginleştirdi. Gerek yakınları katledilen aileler, gerekse süreci izleyen diğer Kürtler ve hatta Türkler, konuyla ilgili duygularını ifade ederken kimlik vurgusu yapıyorlar. Katliamdan sonraki 12 saatlik sessizlik ve sonrasında yaşananlar Kürtler tarafından etnik kimliklerine yönelik bir tavır olarak algılanıyor. Belki bu konuda haksız da sayılmazlar… Mesela üstüne üstlük Türkiye’de insanî yardım üzerine eğilmiş çok sayıda ‘İslamî’ kurum olmasına rağmen hiç biri katliamın ardından köye gitmedi. Hatta geçtiğimiz günlerde köylüler MAZLUMDER’in davetlisi olarak geldikleri İstanbul‘da İslami kimliği ile bilinen örgütleri ziyaret etmelerine rağmen, bu örgütlerden bir kısmı bir gün sonra Roboski hakkında yapılacak ortak basın açıklamasına katılmadılar bile. Özetle; İslamî camia da konu hakkındaki imtihanı başarıyla verememiş gözüküyor ve artık Kürt ve Türk halkları arasındaki psikolojik kırılma kendisini tüm şiddetiyle gösteriyor. Defterlerimizde bunu çok rahat bir şekilde gözlemleyebilirsiniz.
Son olarak ne söylemek istersin?
İşin doğrusu bütün çalışmalarımız ufak bir grup insan tarafından üstün bir çaba ve gayretle yürütülüyor. Yardım etmek isteyen herkese kapımızın açık olduğunu belirtmekte yarar var.
Standa herhangi bir süre sınırı biçmiş değiliz. İstisnasız her gün Ankara’da, müstekbirlerin kalbinde, Kızılay Konur Sokak’ta adalet çağrımızı dillendirmeye devam ediyoruz. Standa yapılan her ziyaret ve verilen her destek gerek bizim gerek bugün Roboskî Katliamı üzerinden yürütmeye gayret ettiğimiz evrensel hak ve adalet mücadelesi için fevkalade anlamlı ve değerli. Bu sebeple her bir tekil insan iradesini burada şekillendirdiğimiz iradeye katkıda bulunarak bu iradeyi tekrar şekillendirmeye ve kuvvetlendirmeye davet ediyoruz. Bu yüzden gerek Ankara’da olan gerek olmayan bütün insanları buradaki çabamıza destek vermeye çağırıyorum.
www.adilmedya.com