Turan Dursun’un ‘’Din Bu’’ serisindeki Kur’an’ın kaynağını yazdığı bölümlerdeki bazı yazılarına değinirsek,
Dursun ; Muhammed açıklıyor: “El îmânu Yemânin.” Anlamı şu: “İman Yemenlidir.” “İmanın nereli olduğunu açıklamakla da en azından iki önemli şeyi dile getirmiş oluyor: – İslamın “iman”ı, sanıldığı gibi “Mekkeli” ya da “Medineli” değil. – Bu “imanın anayurdu :Yemen. Bu, bir “itiraftır Muhammed’den. Yani, çok önemli bir şeyi, her nasılsa, saklamaktan vazgeçip açığa vurmaktır. İyi ama, Muhammed gerçekten böyle bir açıklamada bulunmuş mudur? Bu “hadis”, onun ağzından çıkmış mıdır? “Uydurma” olamaz mı? Bu hadisin “uydurma” olduğu ileri sürülemez. Bu hadis, Buhârî, Müslim gibi en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır.’ Dahası, bu hadisi, Muhammed’den 11 arkadaşı aktarmıştır. Onun için bu hadis, sağlamlık derecesinin en üst basamağı olan “tevâtur” basamağına yükselmiş, “mutevâtır” hadisler arasında yer almıştır…’’ Bu yazısında Dursun’un İslam’ı eleştireceğim diye farkında olup ya da olmadan Buhari ve Müslim gibi hadis yazarlarının yazdıklarını tartışılmaz din kaynağı olarak görüp sorgulamaya bile gerek görmeden bu kişileri Allah yerine koymuş ve putlaştırıp şirk günahını işlemiştir. Yine Kur’an’la ilgili bir eleştiri getiremeyip hadisleri Kur’an’la aynı seviyeye koyup hadisler üzerinden İslam’a saldırmıştır. Burada ki dayanağı geleneksel İslam görüşüdür. Ancak bu görüşte hatalıdır. İslam’ın anayurdu diye tasvir edilen bir yer ayeti yoktur. İslam evrenseldir. Allah’ın bütün peygamberleri İslam’ı tanıtmışlardır ve müslümanlardı. Örnek olarak Al-i İmran 67 de’’İbrahim ne bir Yahudi idi ne de bir Hıristiyan. O, sadece Hanîf bir müslümandı/Allah’a teslim olandı. O müşriklerden değildi.’’
Yine Dursun Kuran ın kaynaklarını belirtirken 10 madde sıralamıştır. Dursun bu bölümde şöyle yazmıştır ; Kur’an’ın temel kaynaklan şöyle sıralanabilir:
1) Tevrat ve “şerh”leri gibi Yahudi kaynaklan,
2) “İncil”ler,
3) Çeşitli yaşamıyla, edebiyatıyla eski Arap geleneği,
4) O zamanki (Muhammed dönemindeki) Arap yaşamı,
5) Muhammed’in özel yaşamı,
6) Kur’an’ın çağdaşı olan inanç akımları,
7) Muhammed’le Kur’an için işbirliği etmiş olanlarca tasarlananlar,
8) Muhammed’in kendi tasarladıkları,
9) Muhammed’in “en yakın çevresi”ni oluşturanlarca tasarlananlar,
10) Muhammed’den sonraki dönemlerdeki gelişmeler. (Bu dönemlerde Kur’an’a önemli sokuşturmalar olmuştur.)
Burada Dursun kendince 10 madde sıralamış ve buna kendini de inandırmıştır. İlk 2 sırada belirttiği Tevrat ve İncil’in içindeki ayetlerin bir kısmının Kur’an’la aynı olması çok normaldir. Çünkü onları da Allah peygamberlerine indirmiş ve halkı aydınlatmada Hak kitap, Kutsal kitaplar olduğu Kur’an’daki bilgilerden sabittir. Tüm bunların normal olabileceğini düşünmesinden hareketle bu seferde Tevrat ve İncil’in tahrif edilmemiş olduğunu ve oradaki tüm ayetlerin doğru olup dillerinin eğilip bükülmemiş olduğunu kendi kafasından kabul ederek, oradaki tevhide aykırı yazıları gerçek diye göstererek kendince delil olarak sunmuştur. Oysaki Al-i İmran 78 ‘’ Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, “Bu, Allah katındandır.” derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler. Nisa 46 ‘’ Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırırlar; din içinde sövgüler üreterek, dillerini eğip-bükerek: “Dinledik, isyan ettik; dinle, dinlenmez olası, davar güder gibi güt bizi” derler. Eğer onlar, “Dinledik, boyun eğdik, dinle, bak bize!” demiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı ve daha yerinde olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden onlara lanet etmiştir. Çok az bir kısmı hariç, iman etmezler.’’ Ayetleri bu gibi kişilere verilmiş cevaptır. Ayrıca tahrif den kastın kitapların tamamen değişmiş olduğu sanılmamalıdır. Birden çok anlam içeren bir sözle ilgili yanlış bir tercih veya dili dönmeyen yahut unutan kişinin ayeti yanlış okuması ve yorumlaması , tahrif kapsamına girmez. Bu argümanları kullanarak peygamberlere ve kitaplara birçok iftira atmaktadır. Örnek olarak Hz. Davut’la ilgili olarak Dursun; ‘’ Bu ayetlerin anlamını, Diyanet çevirisinde görelim:
“Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Davud’u an. O, daima Allah’a yönelirdi. Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber teşbih eden dağları, kuşlardan da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi. Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve kesin hüküm verme salahiyeti vermiştir. Ey Muhammed! Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Davud’un yanma girmişlerdi de o, onlardan ürkmüştü. Şöyle demişlerdi: ‘Korkma! Birbirinin hakkına tecavüz etmiş iki davacı. Aramızda adaletle hükmet, ondan ayrılma. Bizi doğru yola çıkar. Bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu, benim de bir tek dişi koyunum vardır. ‘Onu da bana ver!’ dedi. Ve tartışmada beni yendi.’ Davud: ‘And olsun ki, senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirinin haklarına tecavüz ederler. İnanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır ki, sayıları ne kadar azdır’ demişti. Davud, kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabb’in den mağfiret (bağışlama) dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş, Allah’a yönelmişti. Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.” (Sâd Suresi, 17-25. ayetler.) Sorular: – Ayetlerde sözü edilen “iki davacı” kimlerdi?-“99 dişi koyun” ve “bir dişi koyun”la anlatılmak istenen nedir?- Davud’un “suç”u neydi ki, “tevbe” etmişti de, Tanrı da onu bağışlamıştı? “Tefsir”ler olmasa ve bunların aktarmaları yer almasa, bu ayetlerden hiçbir şey anlaşılmayacak. “Tefsir”ler, genellikle bu ayetlerle, Davud’un Hitti Uriya’nın karısını nasıl aldığına ilişkin Tevrat’taki, yukarıda anlatılan öyküsüne değinildiğini yazar.
“Tefsir”lerde anlatıldığına göre; “iki davacı”, Tanrı’nın, “Davud’a, yaptığı şeyin kötü olduğunu bir sınav biçiminde göstersinler diye özel olarak görevlendirip gönderdiği iki melek”tir. “99 dişi koyun”la “99 karı”, “bir dişi koyun”la da “bir karı” amaçlanıyor. Taberî, eski Arap şairlerinin bir şiirini de kanıt göstererek, Araplarda “koyun” dendiğinde, bununla “kadın”ı da anlattıklarını bu ayetler nedeniyle yazar. Taberî, birçok tefsir gibi, bu ayetler nedeniyle, Davud’un yukarıda yer alan Tevrat’taki öyküsüne, uzun uzun yer verir. Kısacası, tefsirlerde anlatıldığına göre; Davud, Uriya’nın karısını çıplak görünce âşık olur. O sırada kendisinin 99 karısı, Uriya’nın yalnızca bir karısı vardır. Öyleyken bu kadını da alıp kendi karıları arasına katmak ister. Sonunda da bu gerçekleşir. Süleyman da bu kadından olur. O Davud’un bu öyküsü, İslam’a leke getiriyor düşüncesiyle kimilerince doğru bulunmaz ve yadsınır. Ayetlerin, bu öyküyle olan bağlantısı ilk dönemlerde de bilindiği için, “el mesailü’l-müstetire”den, yani “kapalı kalması gereken konular”dan olması nedeniyle Ali’nin şöyle dediği aktarılır: “Kim bu öyküyü anlatırsa, ona 160 sopa vururum. Karşı çıkılsın, çıkılmasın, Tevrat’taki öykü ve tefsirlerin aktarmaları bilinmedikçe, bu ayetlerle ne demek istendiğinin anlaşılamayacağı ortada…’’
Dursun bu yazısında Sad Suresinde geçen ayetleri yine bir mantıklı argüman sunmadan Tevrat’ta yazılmış ve Davut peygambere son derece çirkin iftira atılmış olan yazılara delil olarak görmüştür. Halbuki ikisi arasında bir olay örgüsü çıkarma durumu objektiflik bir kenara dursun Yahudilerin hayal gücüne çanak tutmaktır. Aslında surede anlatılmak istenen gayet açıktır. 99 koyun sahibi olan kişi büyük bir serveti olan kişileri kasteder. 1 koyunu olan kişi veya kişiler ise yoksul olan kişileri belirtir. Servet sahibi olan kişi 99 tane koyunu olmasına rağmen yoksul kişinin 1 tane koyununa da göz koymuştur. Hz Davud ise bu olayda yoksul olan kişiyi haklı bularak ona zulmetmişsin der. Daha sonra ise Hz. Davud’un bu olay sonrası pişmanlık duyduğu ve affedildiği söyleniyor. Hz.Davud’un pişmanlığı; yönettiği ülkedeki sosyal adalet dengesizliğinden dolayı görevini tam olarak yerine getirmemiş olduğunu anlayıp görevinde ihmal gördüğünün göstergesidir.
Yine Hz.Adem in yaratılışıyla ilgili Dursun her zamanki gibi hadis zırhına sarılarak ;’’ Yine Muhammed’in açıklamasına göre, Âdem’in yapılması için toplanan toprağın tümü harcanmamış bu iş için. Topraktan (çamurdan) biraz artmış, bundan da “hurma ağacı” yaratılmıştır. O nedenle Muhammed, hurma ağacına, “İnsanoğlunun hâlâsı” olarak saygı gösterilmesini istiyor.’’ hadisini örnek olarak demiştir. Kur’an’da Araf Suresinde detaylıca anlatılan Hz. Adem’in yaratılması meselesinde böyle ifadeler asla yoktur.
Yine Dursun hadisten sonraki silahları olan Tevrat’ta ki tahrifli ayetlerden örnek göstermeye devam etmiş ;’’ “Ve Efendi Tanrı (Rab Allah), doğuya doğru Aden’de bir bahçe (cennet) dikti. Ve yaptığı adamı (Âdem’i) oraya koydu. Ve görünüşü güzel, yenmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında yaşam ağacını, ayrıca iyiliği, kötülüğü bilme ağacını yer den bitirdi. Ve Efendi Tanrı Âdem’e buyurup şöyle dedi: ‘Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye. Ama iyiliği ve kötülüğü bilme ağacını yemeyeceksin. Çünkü ondan yediğin gün, mutlaka ölürsün. (…) Âdem’le karısı ikisi de çıplaktılar, ama (bilmedikleri için) utanç duymuyorlardı. Ve Efendi Tanrı’nın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilecisi olan, yılandı. Kadına (Havva’ya) gidip şöyle dedi: ‘Gerçekten Tanrı, bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi?’ Kadın yılana karşılık verdi: ‘Bahçenin ağaçlarının meyvelerinden yiyebiliriz. Ama bahçenin ortasında bulunan ağacın meyvesi hakkında, Tanrı ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki ölmeyesiniz, dedi.’ Yılan kadına şöyle konuştu: ‘Hiç ölmezsiniz. Tanrı bilir ki ondan yediğiniz gün gözleriniz açılacak. Ve iyiyi kötüyü bilerek Tanrı gibi (ölümsüz) olacaksınız.’ Kadın, ağacın yemek için iyi ve görünüşünün de güzel olduğunu gördü. (…) Onun meyvesinden alıp yedi. Ve kocasına da verdi, o da (Âdem de) yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Kendilerinin çıplak olduklarını bildiler. Ve incir yapraklan dikip kendilerine önlük yaptılar. (…) Ve Efendi Tanrı Âdem’e: ‘Çıplak olduğunu sana kim bildirdi? Sana yememeni buyurduğum ağaçtan yedin mi yoksa?’ dedi. Âdem karşılık verdi: ‘Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi ve yedim!’ Efendi Tanrı kadına sordu: ‘-Bu yaptığın nedir?’ Kadın (Havva) karşılık verdi: ‘Yılan beni aldattı ve yedim.’ Efendi Tanrı (bu kez) yılana seslendi: ‘Bunu yaptığın için bütün sığırlardan, bütün kır hayvanlarından daha lanetlisin. Kamın üzerinde yürüyeceksin. Ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin. Ve seninle kadın arasına, senden türeyenlerle ondan türeyenler arasına düşmanlık koyacağım. (…) Kadına da şöyle dedi: ‘Sıkıntılarını, gebeliğini çok ağırlaştıracağım. Ağrı-acıyla çocuk doğuracaksın. İsteğin kocana olacak, o da sana egemen bulunacaktır.’ Âdem’e şunları söyledi: ‘Karının sözünü dinlediğin ve yememeni buyurduğumdan yediğin için toprak senin yüzünden lanetli oldu. Ömrünün bütün günlerinde sıkıntı çekerek ondan yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek alnının teriyle ekmek yiyeceksin. Çünkü, ondan alındın, topraksın ve toprağa döneceksin…” (Tevrat, Tekvin, Bap 2: 8-11, 13, 14, 25; Bap 3: 1-7, 12-19.) Dursun’un kanıt olarak sunduğu şeyler yine Kur’an’dan sapmış örneklerdir. Kuran da, ne Adem’in eşinin kaburga kemiğinden yaratıldığı ve Adem’ i saptırdığı (kadını aşağılamak için konulmuş bir tahrif) ne bir yılan durumu ve yılanın karnı üstünde yürümesinin sebebinin bu olduğu (tahrifçiler hızını alamamış hayvanlara bile sallıyor) ne de Adem ve eşine (Havva ismi de Kuran da yoktur) verilen cezaların detayları geçmemektedir.
Araf Suresi 19-25 Ayetlerde olayın aslı “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.” Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: “Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir.” Ve onlara, “-Ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti. Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?” “Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız. Buyurdu: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mekân tutmanız ve nimetlendirilmeniz öngörülmüştür.” Buyurdu: “Orada hayat bulacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız.” Şeklindedir. Kuran mübin ve eksiksiz bir kitapken hayal gücü ile safsatalar eklemek ve bunlara inanmak bir şirk olayıdır.
Dursun bir yazısında da ’’Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiiler’den Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri (sevap olarak karşılıkları), Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur.” (Bakara Suresi, 62. ayet, Diyanet’in çevirisi.) Ne denli başka tür yorumlayanlar bulunsa da, bu ayete göre, “inananlar”, yani “Müslümanlar” dışında “Yahudiler”, “Hıristiyanlar” ve “Sabiiler”, yalnızca “Tanrı”ya, “ahiret”e inanmaları, bir de “yararlı iş (dinsel nitelikte) yapmaları” koşuluyla “korkudan kurtulacaklar”, yani “cennet”e girebilirler. Demek ki, bu ayette Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabiilik te , “TEKTANRI” denen “ASIL TANRI” inancı var. Dinleri resmen tanınıyor. Ama başka kesim ayetlere göre, “Tanrı katında İslam dan başka DİN yoktur”: “Kim, İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir.” (Al-i İmrân Suresi, 85. ayet, Diyanet’in çevirisi.) “Allah katında DİN, şüphesiz İslamiyet’tir…” (Al-i İmrân Suresi, 19. ayet, Diyanet’in çevirisi.) “Allah’ın dininden başka din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O’na teslim olmuştur. O’na dönecektir.” (Al-i İmrân Suresi, 83. ayet, Diyanet’in çevirisi.) Demek ki, “Tanrı’nın dini” olarak “İslam” gösteriliyor ve bu dinden başka dinin “istenemeyeceği” bildiriliyor açıkça.
Dursun bu yazısında ayetler arasında çelişki olduğunu ifade edip ‘’hem İslam dan başka din kabul edilmiyor hem de diğer Semavi dinlere inananlarında cennete gidileceği söyleniyor’’ diyerek kendince bir çelişki örgüsü yaratmıştır. Oysaki İslam; Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek manasına gelir. Kur’an’a göre İslam; kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, O’na kul olması ve O’na ibadet etmesi demektir. Tevhidin aslı da budur. Bu anlamıyla İslam; sadece son peygamber olan Hz. Muhammed’in getirdiği dinden ibaret değil bütün peygamberlerin getirdiği bir inanç sistemidir. Bu bakımdan insanlığı temel iman esaslarına davet açısından peygamberlerin tamamının vazifesi aynıdır. Buna göre, bütün peygamberlerin ilk daveti tevhiddir. Çünkü tevhid, Hak yoluna girmenin başlangıcı ve Allah’a inanmanın ilk basamağıdır. Rabbimiz gönderdiği her peygambere, ümmetini tevhide davet etmesini şöyle emretmiştir: Enbiya Suresi 25 “Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: ‘Benden başka ilâh yoktur; şu hâlde bana kulluk edin.’ diye vahyetmiş olmayalım.”
Peygamberlik, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başlamış, Hz. Muhammed ile son bulmuştur. Dolayısıyla Allah’ın peygamberler aracılığıyla farklı zamanlarda gönderdiği dinin esası aynıdır ve hepsine ‘’İslam’’ muhataplarında da ‘’Müslüman’’ denilmektedir. Kur’an bunu açıkça ifade etmektedir: Hacc 78 de “Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’ân’ da Müslüman diye isimlendirdi.”
Muhakkak ki aklını kullanan ve Kuran’ı anlayıp, okuyup rehber eden kişiler doğruya ereceklerdir.
…devam edecek