Susurluk döneminin meşhur ifade “fasa fiso” idi. Bu dönemin sembolü de “tırı vırı” olabilir. İçinde silah yakalanan tır haberleri sonrasında hiçbir şey olmamış gibi davranan bir ülke gerçeği var karşımızda.
Kurumlar arasında bir gerilim yaşanmasa, duyma imkanı bulamayacağımız bu girişimleri salt yıpratma kampanyası olarak tanımlayıp geçmek Türkiye’nin çok başını ağrıtacaktır. Cenevre’de yeni bir çözüm arayışının arifesinde, “Türkmenlere yardım” gerekçesinin arkasına sığınmak içerde anlaşılır bulunsa da dış politikada yeni rahatsızlıklara zemin oluşturacaktır.” Herkes işine baksın” dediğinizde gazetecilerin de kendi işine bakıp konuyu manşete taşıması kaçınılmaz hale gelir.
Bir son dakika eklemesi yaşanmazsa, Başbakan’ın Asya ziyaretinde uçağına binme lütfu sunulan yayın organları tahmin edeceğimizin ötesinde sınırlı tutulmuş. Eskiden askerlerin akredite etmediği yayın kuruluşlarını sayardık. Şimdi tam tersine akredite edilenleri saymak daha kolay. Her dönemde dışlanan Kürt ve sol medya zaten yok. Tahmin edeceğimiz gibi cemaate yakın yayın organlarının temsilcileri de yok. Dahası merkez medya diye bilinen kuruluşların temsilcileri de yok. Peki kim var ?
En zor günlerinde Başbakan’ın yanında duran ve ne pahasına olursa olsun hükümeti savunan yayın organları dışında kimse davet edilmemiş.
Kamuoyu oluşturma konusunda gelip dayanılan nokta aslında tam bir çıkmazdır, çaresizlik halidir, kendini yalnızlaştırmadır.
Ne Genelkurmay Başkanlığı’nı ziyaret eden Anayasa Mahkeme üyelerinin pozisyonu, “iade-i ziyaret” kapsamında izah edilebilir, ne de HSYK ve Danıştay ile yaşanan polemik sıradan bir ihtilaf olarak görülebilir. Hükümet temsilcilerinin başta “Yargıtay” ve “kumpas” açıklamaları olmak üzere söyledikleri sözlerin altında kalma ihtimali yüksek gözüküyor. Nitekim Arınç’ın bakanları, danışmanları, parti yöneticilerini uyaran sözleri bu sıkışmışlığı göstermektedir.
Görünen o ki, Başbakan’ın doğrudan seçmeni motive etmekten başka yapabileceği hiçbir yol kalmamıştır. Bu krizi yönetmeye ne vizyonları ne becerileri yetmeyen siyasal kadrolarla işin içinden çıkmak kolay olmayacaktır.
Silivri kapısında çocuklarını ziyaret eden bakanlar, yada hükümetin kolayca görevinden aldığı bürokratlar artık yeni Türkiye’nin bir gerçeğidir.
Bu gerçeğin Kürt sorununa yansımaları, başlı başına tartışmaya değer bir konudur. Bir yanda, Kürtlerle de çatışmayı göze alamayacak durumda olan bir hükümet var. Diğer yanda, muhtemelen hükümeti Kürt sorununda gerilim çıkararak sıkıştırmak isteyecek aktörler var.
Belki, Kürt sorununda çözüm iradesinin gelişmesi ile Türkiye demokratikleşmesinin birbirini kolayca besleyeceği özel dönemlerden birisinden geçiyoruz.
İktidar içi kavgada saf tutarak geleceğin iktidar ortaklığında pozisyon kapmak, bu dönemde muhaliflerin yapabileceği en vahim hata olacaktır. Pasif izlemenin ötesinde gündeme müdahil olabilecek bir radikal söylem inşa etmenin, kamuoyunda karşılığının en yüksek düzeyde bulunabileceği bir psikolojik ortam içerisindeyiz.
Sadece sembolik kazanımlar değil kalıcı yapısal dönüşüm için de büyük bir fırsat söz konusu. Bu imkanı pratiğe geçirmek, muhalif siyaset için rüştünü ispatlama olanağı sunabilir.
Yoksa sahiden “tırı vırı” ile vakti öldüren bir Türkiye’ye mahkum olmaya devam edeceğiz.