- Değişimci Tanrı
“Bir toplum, vicdânını susturup sağduyusunu körleştirir ve aklını gerektiği biçimde kullanmazsa özünü değiştiremez; benliğini değiştirmeyen bir toplum da sevgi, acıma, adâlet, sağlıklı duyular ve aklın yardımını göremez. Bir toplum değişmişse bilin ki bireyler benliği ve özünü değiştirdiği için değişebilmiştir. Değişimin kaynağı insanın kendidir. İnsan değişim iradesini ortaya koyar; vicdân, sağduyu ve akıl ise değişimin yasasını işletir. Bir toplum değişim yasasının karşısında direttiğinde, evrim veya devrim yerine muhâfazakâr bir karaktere büründüğünde değişim yasasının sahibi olan vicdân, sağduyu ve aklın elinden onu kimse kurtaramaz, o toplum güvenli bir yaşama ulaşamaz; sevginin kaybolduğu, acımanın bittiği, adâletin yok olduğu, sağduyunun gölgelendiği ve aklın yardım elini çektiği bir kaos toplumu oluşur.”[1] âyeti “Niçin devrim, neden muhâfazakârlık değil?” sorusuna bir gerekçe sunuyor. Âyete göre bireyler ve toplum gelenekten devraldığı yaşam biçimini sürdürdüğü ve mevcut durumunu geliştirmediği sürece pörsür. Her doğan birey geçmişten gelen veya içinde hazır bulduğu yanlış ve eksikleri düzeltebilmek için değişimi kendinden başlatmalıdır. “Tanrı, bizi değiştirsin. Allâh’ım, bizi hayırlı bir toplum yap!” biçimindeki yalvarmalar bir anlam ifade etmez. Toplumun değişmesi bireylerin kendilerinden başlayan dönüşümlerle mümkün olur. “Herkes, yanlıştan vazgeçsin.” deyip iyilik ve mücadeleyi başkasına havale eden toplumda hiçbir olumlu gelişme görülmez.
Âyete göre sevgi ve adâletten uzaklaşan, acıma duygusunu kaybeden, aklın evrensel ilkelerini terk eden bir halkın yüzü asla gülmez. Bir değişim, öncelikle değişmeye yüz tutmuş ve değişmiş bireyleri içeren toplumun doğal sonucudur. Aksi takdirde vicdânını körleştiren, duyularını öldüren ve aklına isyan eden bir toplumda mutantlar[2] türer ve kaos zindanları toplumu bir ağ gibi sarar.
Âyet, değişimin kaçınılmazlığını fark eden bireylerin öncelikle özlerindeki değişim güdüsünü[3] harekete geçirmeleri gerektiğini vurguluyor, muhâfazakârlara da değişimin evrensel bir yasa olması nedeniyle değişime direnmemeleri kosununda uyarıda bulunuyor. Dönüşüm karşıtlarına ya değişim ya kaos diyor. Kendini güncelleyemeyen, statükoya[4] hapsolan, yenilenen dünyaya ayak uyduramayan toplumlar bir gün geri, mağlûp ve zavallı durumuna düşmesi tarihin yasasıdır.
“Vicdân ve sağduyulu aklın verdiği karara uymayanlar, gerçek nankör tiplerdir. Bunlar gerçekleri toprağa gömenlerin kim olduğunu ararken aynaya baksınlar.”[5] âyeti sürekli yenilenmeyi, varoluşa zaman ve mekânın gerektirdiği biçimde katkı sunmayı, hayatın dinamik akışına katılmayı; vicdân, sağduyu ve aklın çizgisinde bir ilerleme rotası çizmeyi insan kimliğine layık bir davranış olarak belirler. Aksi bir durumu da biyolojik, psikolojik ve sosyolojik birikimlere karşı bir nankörlük olarak vurgular. O nedenle insanlığın deneyimlerinden üretilen ve farklı coğrafyalarda insanlığa armağan edilen tüm olumlu örnekleri kendi sosyo-ekonomik ve ekonomi-politik düzenimize katmak, bir yönüyle insanlık ailesinin kardeşlik hukûkundan da yararlanmaktır.
Gelişmeleri Batı taklitçiliği, kültürümüzü kaybetme diye reddedenler bilsinler ki kültür ve gelenek dediğimiz olgular[6] sürekli etkileşimlerle var oldular; göçler, yeni dinler ve farklı kültürlerle iletişimlerle biçimlendiler. “Benliğimizi koruyacağız.” diyerek birey ve toplumları dünyaya kapatmak, insanlık ailesinden soyutlanma, gerileme, cehâlet ve taassup[7] doğurur.
“Bir şeyi durması gereken yerde durdurmayan, konması gereken yere koymayan; doğru bilgi ve haberin yayılmasını engelleyen, bilgisizlik ve bilinçsizlik ortamı yaratan; yaptığı işi eksik, yetersiz veya kötü biçimde yapan; yanlışa yol veren, topluma yararlı işlerin peşinde koşmayan; hak edilen şeyi hak edilen oranda vermekten kaçan ve eşitliğe yanaşmayanlar vicdân ve sağduyulu aklın verdiği karara uymayanlardır.”[8] âyeti her şeyi yerli yerinde kullanmanın önemi üstünde durur. Doğru bilgi ve gerçek haber bilinçlenmenin temel kaynağıdır, bilgi olmadan bilinç gelişmez. İnsanlık âilesiyle kucaklaşmak isteyen bir halk, sahip olduğu olumlu değer ve pratikleri küresel kültüre sunarken küresel kültürden aldıklarını yerele, kendi kültürüne adapte etmelidir. Bu tür bir alışveriş, sağlıklı bir iletişim ve gelişimin yoludur.
Her birey ve toplum barış, adalet, özgürlük, eşitlik, dayanışma, kardeşlik, paylaşım gibi değerleri hak eder. 1400 yıl öncesinin Kur’ân İslâm’ı çölde nasıl bir özgürlük ve eşitlik vahası oluşturarak Bizans kapılarını açtıysa 1800’lü yılların diyalektik,[9] materyalist diyalektik[10] ve bilimsel sosyalizmi[11] de kapitalizm kalelerini sarsıp seçkinlerin şatolarında bir hayâlete dönüştü. Gerçek bir ideoloji, hak edilen şeyleri hakkı olanlara vermeyi taahhüd eden ve tüm sınıflaşmaları kaldırmayı amaçlayan ideolojidir. Hak sahipleri hakkını almak için direnişe geçmeden önce doğru bilgi ve gerçek haberler temelinde kurulan devrim bilinci gerçekleştirmelidir. Bilinçlenmeye zihin ve duygu kapılarını kapatanların en nihayetinde vicdanını da kaybedeceği, sağduyusuna veda edeceği ve aklın üretici yeteneğini tek edeceği Kur’ân tarafından vurgulanıyor.
“Belge, bilgi ve delile rağmen eğriyi seçen, kurgulattığı yalanlar ile insanları kandıran, aklı karıştıran haberler üreten, eylemlerini sürüye takılarak gerçekleştirmek yerine bilinçli seçimiyle uygulayan kimselerden rahatsız olan, gelecek kaygısı ve güvenlik endişesi uyandırarak kendine itaat eden tipler yaratan, gösterilenleri maymun gibi taklit eden ve söylenenleri papağan gibi tekrarlayan tiplerin üretilmesi için çabalayan; cinsiyet, kavmiyet ve mülkiyet sınıflaşması oluşturarak eşitsiz bir toplum var eden kişiler vicdân ve sağduyulu aklın verdiği karara uymaktan kaçınırlar.”[12] âyeti bilgi, belge ve kanıta çok değer veriyor. Bütün bunlar aklın doğru karar verebilmesi ve toplumun doğru yöne yönlendirilmesi için ön koşullardır. İnsanlar tv.lerdeki borazanların iddiâ, tez ve söylemlerini bir görüş olarak benimsememesi için doğru kanıt ve belgeli bilgiyle donanmalı ki egemenlerin oyuncağına dönüşmesin.
İnsanları bir kula dönüştürmek isteyen tüm sistemler, öncelikle bilgiye çöker ve doğru bilgi akışını engeller, manipülasyonla[13] varlığını sürdürür. Tüm bunların amacı rejimin[14] halka ihanetini göstermekten kaçınmak ve uyanan halkın değişim talepleriyle devrimci bir dürtüye[15] ulaşmasını engellemektir.
devam edecek…
__________________________________________________
[1] Ra’d, 11/inna’l-lâhe lâ yuğayyiru mâ bi-gavmin hattâ yuğayyirû mâ bi-enfusi-him
[2] Mutant: DNA dizilimleri ve sarmallarında bozulmaların meydana gelmesiyle fiziksel ve biyolojik özellikleri gözle görülür biçimde değişen, alışılmışın dışında veya korkutucu bir görünüm kazanan.
[3] Güdü: Bir davranışı belirli bir zamanda başlatma, sürdürme veya sonlandırmanın içsel sebebi/kaynağı.
[4] Statüko: Kurulu düzen, müesses nizam.
[5] Mâide, 44/Ve men lem yah-kum bi-mâ enzele’l-lâhu fe-ulâike humu’l-kâfirûn(e)
[6] Olgu: Deneme-yanılmayla veya tecrübeyle elde edilmiş kesin sonuç/durum.
[7] Taassup: Asabiye gösterisi. Sadece soydaşına yardım etme, bir fikir ve duyguya körü körüne bağlanma; din, düşünce, siyaset, milliyet gibi birçok alanda koyu bir muhafazakârlık; değişik anlayışları aşağılayıp yok etme eğilimi, farklılıklara karşı katı bir hoşgörüsüzlük, hiçbir ölçü ve değer tanımadan kendi tarafını yüceltip karşı tarafı aşağılama. Fanatizm, bağnazlık.
[8] Mâide, 44/Ve men lem yah-kum bi-mâ enzele’l-lâhu fe-ulâike humu’z-zâlimûn(e)
[9] Diyalektik: Zıtları, çelişkileri, aykırılıkları ve çatışan görüşleri hiçbir ön yargı taşımadan karşılaştırarak bir sonuca varma yöntemi. Diyalog ve etik kurallar çerçevesinde yürütülen tez ve antitez tartışmaları sonucunda bir senteze ulaşma veya ortak bir değerin yaratılması. Çelişkilerin ürettiği çatışmaları tartışarak bir sonuca ulaşma. Diyalektik yasası üç şekidedir: Nicelikten niteliğe geçiş, reddin reddedilmesi, zıtların birlikteliği.
[10] Materyalist Diyalektik: “Düşünce, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir, bilgi gerçekliğin bir yansımasıdır, maddi oluşumun hareketini ve gelişimini sağlayan onun çelişkileridir; çelişki, doğa ve toplumda içsel olan karşıtların birliği ve çatışması sürecini doğurur, doğada ve tarihte belirleyici olan süreçler kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluşmuştur, maddi gerçeklik insan zihninden bağımsız nesnel bir gerçekliktir, maddenin varoluş biçimi harekettir, maddi var oluş ile hareket eş anlamlıdır ve doğada sonsuz ve sarmal bir hareket vardır. Yani hareket, hareketsizlikten doğan, maddenin özel bir durumu değil, onun kendisidir. Maddenin bahsettiğimiz bu sonsuz hareketi ancak onu koşullayan çevresiyle birlikte kavranabilir. Nitekim biz olayları tek başına, başka şeylerden bağımsız olarak düşünmeye alışsak da nesneler, olaylar ve kavramlar gerçekte birbiri ve çevresiyle ilişki kurarak meydana gelirler. Doğa ve toplumdaki her şey, çevresiyle ilişkisi içinde anlaşılmalıdır. Çünkü bir bütünü oluşturan farklı ögeler, kendi üzerlerinde etkide bulunarak var olur. Bu bazen son derece bariz bir etki olabilirken bazen de ilk bakışta görünmesi oldukça zor bir etki olabilir. Nitekim bilimlerin varlığı da ilk bakışta görünmeyen ilişkilerin ortaya çıkartılması ve bu yolla bütünün anlaşılmasına hizmet etmektedir. Dolayısıyla varlık, ilişkisel bir bütün olarak kavranmalıdır. Karşıtlar bir arada bulunur ve birbirini etkiler. Doğa bilimleri, karşıtların birlikteliği ve mücadelesinin farklı biçim ve düzeylerdeki ifadesidir. Örneğin parçacık fiziğinde maddeyi oluşturan tüm parçacıkların bir anti-maddesi vardır. Toplumsal yaşamda ise uzlaşmaz çelişkilere rastlarız. Uzlaşmaz çelişkiler sınıflı toplumlara özgüdür, örneğin kapitalizmde mülkiyetin özel karakteri ve üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişki uzlaşmazdır. Dolayısıyla burjuvazi ve proleterya arasındaki çelişki de uzlaşmaz çelişkidir, ancak karşıtlardan birinin ortadan kalkmasıyla, ötekinin yıkılması ve yok olması gerçekleşebilir. Her olay ve süreç, örneğin belirli tarihsel koşullarda, belirli olay ve olgularla ilişki içinde gerçekleşmiştir ve bu özgün koşullar olay ve olguların karakterini şekillendirir. Doğadaki ve toplumdaki her şey hareket ve değişim halindeyse, bir şeyi o anda olduğu anki haliyle değil, gelişim çizgisine bakarak, geçmişi ve geleceğini ortaya çıkartarak anlamak gerekir. Nitekim hiçbir şey zamansız olarak var olmaz, tersine olaylar verili (ilk bilgi, temel bilgi, ana ilke) tarihsel koşullarda gerçekleşir ve her olayın da kendi tarihi vardır. Kendinden önceki üretim biçimleri gibi kapitalizm de belirli tarihsel koşullarda ortaya çıkmış, belirli gelişim aşamaları geçirmiştir ve o da diğer üretim biçimleri gibi ortadan kalkacaktır. Nitekim tarihsellik, hiçbir şeyin ebedi ve ezeli olmadığını belirtir.” tezleridir. (www.evrensel.net, bkz. Yordam Kitap yayınlarında çıkan Marksizm Sözlüğü’nün Diyalektik Materyalizm bölümü)
[11] Bilimsel Sosyalizm: Karl Marks’ın öncüsü olduğu ve Engels tarafından kullanılan, sosyal, politik ve ekonomik teori. Ütopik sosyalizme karşı, diyalektik materyalizme dayalı, eleştiren ve yargılayan bilimsel olgular çerçevesindeki tezlerden oluşur. Bu tez nesnel gerçekliğin yasalarına bağlıdır, eskimiş üretim ilişkileriyle gelişen yeni üretim güçleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın doğurduğu bilimsel bir zorunluğun yorumlanması; tarihsel akımlar ve olayları sosyal, ekonomik ve nesnel koşullar çerçevesinde inceleyerek bugün için olası sonuçları ve gelişmeleri anlamak ve öngörmek için bilimsel bir metoda başvurma; sosyal ve politik gelişmeleri zaman ve mekân kavramlarını dikkate alarak değerlendirmedir,
[12] Mâide, 45/Ve men lem yah-kum bi-mâ enzele’l-lâhu fe-ulâike humu’l-fâsigûn(e)
[13] Mani-pülasyon: Davranış, duygu ve ilişkileri kontrol etmek için dolaylı taktikler kullanarak yönlendirme. Bu taktikler arasında yalan söyleme, aldatma, şantaj, suçlama, korku ve kaygı uyandırma, suistimal etme, sıkıştırma, tehdit etme gibi davranışlar yer alabilir.
[14] Rejim: Yönetim şekli.
[15] Dürtü: Bir davranışı belirli bir zamanda başlatma, sürdürme veya sonlandırmanın dışsal sebebi/kaynağı.