CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, Hükümete yönelik eleştirilerinin sertlik dozu artıyor. Önceki gün Maraş’ta yapılan CHP İl Başkanları toplantısında, Kılıçdaroğlu Hükümetin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki uygulamalarını sert bir dille eleştirdi. Başbakan Binali Yıldırım’la yaptığı görüşmenin üstünden kısa bir süre geçtikten sonra yaptığı bu konuşmada Kılıçdaroğlu, Hükümetin uygulamalarıyla, “FETÖ’cü darbe girişimini” kendisinin darbesine dönüştürme yoluna girdiğini söylerken “FETÖ’yü kim bu memleketin başına bela etti?” , “Darbenin sorumlusu açığa alınan, tutuklanan öğretmenler mi, rütbesiz asker mi?” diye sordu.
Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra CHP’nin diğer sözcülerinin Hükümetin OHAL uygulamalarına eleştirilerinde de giderek artan bir sertlik gözleniyordu.
Nitekim AKP cenahından da bu tepkilere “CHP FETÖ’yü korumada fabrika ayarlarına dönüyor” gibi yanıtlar verilmektedir. Dün de bu tartışmaya, partiler arasındaki ilişkilerin yumuşamasının savunucusu olarak gösterilen Başbakan Yıldırım da “Ne değişti de ‘Yenikapı ruhu’nda bizimle ortaklaşan CHP şimdi bizi eleştiriyor” diyerek katıldı.
İKİ AYDA NE DEĞİŞMİŞ!
Elbette ki, “Ne değişti?” diyen Başbakan Yıldırım’ın, OHAL ilan edildiğinde “Biz OHAL’i kendimize karşı ilan ettik. Özgürlükleri sınırlamayı asla düşünmüyoruz” demesinden beri köprülerin altında çok sular aktı ve bu sular hiç de öyle dendiği gibi “duru”, “temiz”, “içilebilir” değildi!
OHAL’in ilan edilmesinden beri yüzlerce yerde emekçilerin barış, ya da emek mücadelesiyle bağlantılı talepleri için başvurdukları basın açıklamaları; miting başvuruları, direnişler, gösteriler, emniyet güçleri tarafından “OHAL var” gerekçesiyle yasaklandı, bu tür girişimlere karşı polis zoru uygulandı; cop, gaz, su, panzerler kullanıldı, gözaltılar yapıldı. KHK çıkarılarak, 28 belediyeye kayyım atandı. Valiler, Kaymakamlar, “OHAL”in kendilerini verdiği “yetkiye” dayanarak, bir hafta, bir ay,…gibi süreyle illerindeki, ilçelerindeki “tüm eylem ve etkinlikleri” “toptan” yasakladılar. Dahası Hükümet, yayımladığı KHK‘larla gazeteleri kapattı, çalışanları mağdur etti, tutukladı, yüz bine yakın kamu emekçisini “açığa alarak”, “meslekten ihraç ederek”, gözaltına alınması ve tutuklanmasına (at izinin it izine karıştırılmasına) yol açan uygulamaların önünü açtı. “Darbe girişimi” ve FETÖ ile hiçbir ilgisi olmayan eğitimci, akademisyen, belediyeci, kamu emekçisi, gazeteci, aydın, kültür insanı, işçi, öğrenci, rütbesiz er,…ve aileleri sorgusuz-sualsiz, kovuşturmalar ve kararlarla mağdur edildi. Bu kadar insan “suçlu” ilan edilip, işlerine son verilirken, tutuklatılırken, hiçbir ciddi araştırmanın yapılmadığı da açıkça görüldü.
Bütün bunlar ve daha fazlası, Patagonya’da değil de Türkiye Cumhuriyeti’nde olurken ülkeyi yönetmekle yükümlü Hükümetin başının Kılıçdaroğlu ve CHP’yi, “Canım iki ayda ne değişti ki bizi eleştiriyorsunuz?” diye kamuoyuna şikayet etmesi elbette anlaşılır değildir.
‘SUÇ’U DA ‘CEZA’YI DA YÜRÜTME BELİRLİYOR!
Söz konusu olan, Hükümet ve yerel idarecilerin kararları ve KHK’larla, bu kadar “hak ihlali”, bu kadar özgürlük çiğnenmesi olunca, ister istemez bu tartışma, “Bu ülkede bir fiilin ‘suç’ olduğuna ve suçsa bu suça hangi cezanın verileceğine ‘hangi makam’ karar veriyor?” sorusunu gündeme getirmektedir. Az çok demokrasiden söz edilen her ülkede, en azından bugün ülkemizde resmen geçerli Anayasa’ya göre suç ve ceza yargı tarafından belirlenir. Ama, (öncesinde de Türkiye’de “suç”, “ceza”, “adalet” gibi konularda çok sorun olsa da) 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL’le birlikte insanların önce suçlu ilan edilip, cezasının (açığa alma, meslekten ihraç, gazete kapatma, çelışanları mağdur etme,…vb) kesildiği, itirazlara karşı da “Delilleri bilahare inceler, yanlış varsa düzeltiriz!” diyen suç ve ceza ilişkisini, Ortaçağcı bir biçimde kuran bir düzen oluşturulmaktadır.
Bunun iki örneğini son iki günde belgeleriyle duyurdu:
Örnek-1) Ankara’da Keçiören İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün okullara gönderdiği yazıda eğitimcilere, “PKK terör örgütüne destek verici nitelikte faaliyette bulunan ve kesin kanaat olarak kamu görevinden çıkarılması gerektiği düşünülen personel listelerinin,…23/09/2016 saat 14.00’e kadar…gönderilmesini önemle rica ederim” deniliyor. (Haberi önceki günkü gazetemizde yer aldı.)
Örnek-2) Adıyaman Mili Eğitim Müdürlüğü 29 Aralık 2015’teki eğitimcilerin yaptığı grevle ilgili, “Katil IŞİD işbirlikçi AKP” sloganı attıklarını da ekleyerek savcılığa başvururken kendisi de bir idari kararla, 25 eğitimciyi “görevden almış”tı. Savcılığın açtığı dosya, “Kovuşturmaya gerek görülmeyerek” kapatıldı (Haber dün gazetemizin sürmanşetindeydi). Yani yargı 29 Aralık eylemini suç olarak görmediğini karara bağlamıştır. Ama Adıyaman Mili Eğitim Müdürlüğü dahası 15 Temmuz sonrasında Hükümet, OHAL yetkisine dayanarak çıkardığı bir KHK ile; bu eyleme katılmayı “suç”, bu eyleme katılan eğitimcileri de acilen açığa alınması gereken “suçlular” olarak görüp cezalandırmış, cezanın “ilk taksiti” olarak da onları “açığa almış”tır!
AKP YARGIYI YÜRÜTMENİN EMRİNE VERMEK İSTİYOR
Peki bu iki “yerel” örnek, “yerel yöneticilerin işgüzarlığı” olarak görülebilir mi?
Elbette hayır!
Çünkü, Evrensel’e gelen mektuplar, bu konularla ilgili gazeteler ve TV haberleri azıcık incelense bile (CHP ve MHP’ye de her gün yüzlerce “mağdur dilekçesi” geldiği belirtilmektedir) bu iki örneğin sadece iki örnek değil KHK’ların felsefesi ve kamu görevlilerine yönelik direktiflerinin yansıması olduğu açıkça görülmektedir.
Ülkemizde yaşananlar, Hükümetin bu iki örneği bile aşan bir keyfiyetle “yürütmeyi” “yargının” da yerine geçiren uygulamalara imza attığı açıkça görülmektedir. İki aylık OHAL uygulamaları da zaten ortadadır.
Hele de bu yürütmenin “suç” tarif edip “ceza” kestiği bir dönemde üç partinin (AKP, CHP, MHP) üstünde anlaştığı bir “mini Anayasa değişikliği” yapmak için girişimlerin sürdüğü bir dönemde, “Suç ve ceza” ilişkisi, “suç ve cezayı” kimin (hangi gücün) belirleyeceği tartışması, yargı bağımsızlığı ile de doğrudan ilgilidir.
Üç parti (AKP, CHP, MHP) liderinin bir araya gelerek bu “Mini Anayasa değişikliğini” konuşacağı şu günlerde “yargı bağımsızlığı”, “suç ve ceza” ilişkisi, OHAL uygulamaları ötesinde de bir öneme sahip olmuştur. Çünkü AKP, KHK’larda yansıyan yargıyı yürütmenin emrine veren zihniyeti anayasalaştırarak kalıcı hale getirmek istemektedir. Son ik ayda bu açıkça anlaşılmıştır.