Bugün ülkemiz insanları, cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik ve politik kriziyle karşı karşıyadır. Kriz, ekonomik boyuttan siyasal boyuta ve oradan da toplumsal boyuta doğru evrilmektedir. Derin ve yaygın kriz süreçleri, aynı zamanda kritik ve stratejik kararların alındığı kaos aralıklarıdır. Krizi yönetmeye çalışan mevcut hükümet imkânsızlıklar içinde sıkışmış ve son çare olarak en güvenilir kadrolarıyla kurduğu kabinesiyle adeta savaşa hazırlanmıştır. Mevcut yürütme gücü, bugün var olma ya da yok olma ile karşı karşıyadır. An itibariyle mevcut sürece ve gündeme ağırlığını koyabilen her toplumsal aktör, bu geçiş aşamasında farklı olasılıkların ve alt-üst oluşların gelişebileceğini öngörebilir. Kaos aralığında, öngörülü kadrolarla ve planlamalarla sürece müdahale edebilme gücü öne çıkar. En kuvvetli politik ve ekonomik araçlara sahip olan ve toplumsal rollerini bu sayede daha da aktifleştiren her toplumsal aktör, krizin çözümüne yönelik politik ve sosyolojik duruşunu hayata geçirebildiği ölçüde, krizden yara almadan ve hatta derinleşen krizi kendisi için bir fırsata dönüştürerek muzaffer bir şekilde çıkmayı başaracaktır. Her kriz dönemi, safraların atıldığı savrulma ve yenilenme dönemleridir.
Krizi yöneten güçler sistem içi ve sistem dışı olarak ayrışır. Gösteri demokrasisine kilitlenmiş kapitalist sistem, kriz dönemlerinde hem kendi içindeki yeni alternatiflerle hem de sistem dışına çıkmak isteyen değişim alternatifleriyle amansız bir mücadeleye girişir. Bugün sistem içindeki güçler arasında merkezin dışına taşan yeni bir alternatif oluşumu gözükmemektedir. Bütün alternatif güçler, merkeze oynamakta ve merkezin dışında yeni politikalar geliştirmeye cüret etmek şöyle dursun birbirlerini bu konuda eleştirerek var olabilmektedir.
Alternatif olarak bir tarafta daha üç beş yıl önce ‘Kürtlerin evini yıkın, Cem evleri cümbüş evidir’ diyerek halkın direniş güçlerine beddua eden bir cemaat yapılanması vardır. 30-40 yıldır sürdürdüğü kadrolaşma ile devleti ele geçirme hareketini, son on yıldır mevcut yürütme gücüyle beraber götürmüş ve geldiği noktada iktidarın esas sahibi olduğunu göstermeye başlamıştır. Bu güçler, sermaye birikim kaynaklarının el değiştirmesi, sivil toplum ve medya ağının kurulup yaygınlaştırılması, militarizmin vesayetinin sona erdirilmesi, seküler-milliyetçi kesimlerin güçten düşürülmesi ve bürokrasinin denetim altına alınması noktalarında beraber yürümüşler ve ülkenin yönetim yapısında, yapısal değişiklikler yapmışlardır.
Ancak merkezinde devleti bir şirket gibi gören yeni-liberalizm zihniyeti (AKP) olsa da, kültür ve insan sermayesinin değişimi ve kısmen özgürleştirilmesi o kadar hızlı gerçekleşemez. Öyle ki on bir yıllık geçmişiyle mevcut hükümet, henüz cemaat kadar yaygın ve derinlikli bir kadro gücüne sahip olamamıştır. Kadrosuzluk, her zaman en önemli sıkıntıdır. Cemaat, uluslararası gücünü de kullanarak krizi yönetmekte ve yürütmenin bütün kirli oyunlarını deşifre etmektedir. İstifalar başlamış, yargı ve kolluk güçleri bölünüp ayrışmış bir görünüm vermeye başlamıştır. Herkes bir taraftan bir tarafa doğru çekmekte ve kriz derinleştikçe, toplumsal roller daha berrak açığa çıkmaktadır. Toplumsal güçler kıyasıya ayrıştırılmakta kutuplaşma derinleşmektedir.
Esasında kapitalist sistem küresel anlamda gittikçe derinleşen bir bunalımdadır ve bu bunalımı en derin yaşayan ülkelerde görece daha zayıf olan bağımlı ülkeler olmaktadır. Bağımlı ülkelerin ekonomisi çok kırılgan ve hassas dengelerle sürdürülebilmektedir.
Bugün hem sistemdeki hem de ülkemizdeki kriz 1993 ve 2001 krizinden çok daha derindir. 2009’dan beri derinleşen küresel kriz ülkemizdeki her yüz kişiden 60’ını borçla yaşayan bir konuma düşürmüştür. Giderek sıcak para akışı yavaşlamış, borsa düşmüş ve dolar fırlamıştır. Sistem bir bütün olarak çürümektedir. Birkaç çürük elmanın temizlenmesi krize çare olamayacaktır.
Mevcut yapısal değişiklikler yarım yamalaktır. Köksüzdür, güçsüzdür. Devletin demokratikleştiği yalanı; safsata, göz boyama ve saçmalıktan öteye geçmemiştir. İki yıl önce sivil yurttaşlarını savaş uçaklarıyla bombalayan, haziran ayaklanmasında en fütursuz saldırılarla halkını gaza boğan ve zindanları tıka basa dolduran yürütme gücünün, demokrasi tahayyülü ve macerası bir trajediye dönüşmüştür. Suriye, Mısır ve İran konusunda bölgesel bir güç olma rolüne soyunma arzusu, ülkeye ve topluma çok pahalıya mal olmuştur. Son yolsuzluk yargılamaları ve ardından yargıya yapılan açık müdahaleler, yürütmenin inandırıcılığı ve güvenilirliğini artık tamamen yok etmiştir.
Bu koşullarda, sistem dışında konumlanan tüm muhalefet güçlerinin birleşmesi ve sistemi en köklü bir şekilde sorgulayan bir muhalefet hattı oluşturması zorunludur. CHP ve MHP sağlıklı ve korunaklı bir muhalefet gücü değildir. Bunlar çürüyen sistemin ömrünü uzatmak isteyen koltuk değneği ve payandalardır. Bu partilerde yer alan Aleviler, Sünniler, Demokratlar, Kürtler, Kadınlar, yurtseverler sadece AKP’yi yıkmayı ve bunun için gerekirse cemaatle bile ittifak yapmayı önüne koymuş olan ve tarihleri açık hak ihlalleriyle dolu olan bu kaypak güçlere asla güvenmemelidirler. Toplumsal krizi sistem içindeki bu kanallarda soluklanıp aşabileceklerini sanan güçlere, sonuç itibariyle yine nasıl bir hüsran ve yanılgı sarmalına düşeceklerini göstermek, her Müslüman devrimci aydının sabrını sınayan bir görev olmaktadır.
Bilindiği gibi Gezi sürecinde Kürt muhalefeti ikircikli, tutuk ve çözüm sürecini merkeze alan bir duruş sergilemiş ve daha sonra öz eleştiri vererek toplumsal muhalefetin dışında kalmanın hiçbir bahanesinin olamayacağını açıklamıştır. Umarız ki Kürt muhalefeti, yürütme ile arasının bozulmaması endişesini aşmıştır ve artık herkesi kucaklayan bir samimiyetle, derinleşen krize gerçek anlamda kardeşlik bilinciyle müdahale etme gereğini kavramıştır.
Eğer gerçek anlamda özgürleşmek ve adaletli bir toplumsal hayat kurmak istiyorsak, bunun ancak mevcut sistem dışına çıkarak gerçekleştirilebileceği çok açıktır. Biz buna kısaca, -Mekke’yi ele geçiren 9’lu çeteye karşı çıkabilmek için Medine’ye hicret eden ve orada alternatif bir adalet toplumu yaratarak Mekke’yi Hakk’ın hakikatiyle buluşturan- Peygamberimiz Muhammed’in meşakkatli yolu diyoruz. Öyleyse içinde bulunduğumuz kaos aralığında kalıcı bir çözüm üretebilmenin samimiyeti, Hakk’ın hakikatini savunmak için hiçbir bahanenin ardına sığınmamak ve bu utanç gösterilerine son verecek, ilahi hakikatin hükmünü koşulsuz olarak haykırmaktır.