Antikapitalist Müslümanlar tanımı, devrimciler tanımı gibi genel bir anlam içeren toplumsal, tarihsel bir tanımlamadır. Günümüzde kendisini antikapitalist Müslüman olarak tanımlayan birçok insan, farklı isimler altında yürüyen gruplar, dergi çevreleri ve topluluklar vardır ve olacaktır.
Dini yaşama, devrimci bir perspektifle bakabilmek; Türkiye Solu için, samimiyetle başlanan ama henüz bütünüyle tamamlanamayan bir aşamadır. Dinsel alanın, tahakkümler alanından çıkarak özgürlükler alanı olarak kavranması süreci devam etmektedir. Hikmet Kıvılcımlı ile yükselen bu süreç, R.Yörükoğlu, İbrahim Seven, Demir Küçükaydın, Burhan Sönmez ve Kazım Gündoğan’ın yazılarıyla sürdürülmüş ve bu sürece yönelik, inkâr edilemeyecek birçok katkı geliştirilmiştir. Fakat günlük yaşam içinde geniş kitlelerle bağ kurarken hala sol kültür, oldukça sıkıntılı ve tutuktur. Sol’un çoğunluğu, ortodosk marksizmin ve devletçi sosyalizmin etkisi altındadır.
Sol zihin, genel olarak mülkiyeti dokunulmaz kılan şirk dininin iktidar kurucu ve kurumsallaşan otoriter varlığına haklı olarak karşı çıkar. Öte yandan zulümkâr otoriteye karşı tarihsel süreç içinde her zaman direnen ve toplumsal ahlak ve moral değerleri, tarihsel vicdani bir hatla buluşturan ve böylece evrimsel bir çizgi oluşturan halk direnişlerini de sahiplenir. Ancak bu sahiplenme, onlara yeniden kendince şekil verme amacı taşıyan bazı gruplarca, bazen iradeci ve dayatmacı bir bakışla da yapılabilmektedir. Hâlbuki dinin, zülümkâr iktidarlarla uzlaşarak ve bizzat kendisi zulmün kırbacı haline gelerek, toplumun üstünde otoriter bir güç ve baskı olarak kurumsallaşmasına karşı, insanlığın direnişlerinin tarihsel izleri, bugün de birçok dinsel toplulukta görülebilmektedir. Bu topluluklara karşı kırıcı, uzaklaştırıcı, buyurgan ve onları kendi gerçekliklerinden koparan, köklü ve ağır eleştiriler yöneltmek, toplumsal ilişkinin daha başlangıcında, iletişimin sakatlanmasına neden olmaktadır. Tarihsel içerik kazanan toplumsal değerler, ortak bir havuzda biriken değerlerdir ve toplumlar, kendi yarattıkları tarihsel değerleri korumak ve yaşatmak noktasında, daima hassas ve duyarlı davranmaya çalışırlar.
Antikapitalist Müslümanların toplumsal tarih konusunda yürüttükleri hassas ve derin tartışmalar ve sosyal pratikler, ezilen halk ile iktidar kurucu ve statükocu dinsel gericilik arasındaki çatışmanın kökenlerini, şimdilik belli bir oranda da olsa belirsizlikten kurtarmıştır. Üstelik sol tahayyülün, bu arayış ve çıkıştan nasipleneceği pek çok ortak değer de paylaşıma açıktır. Antikapitalist Müslümanlar, hem dogmatik marksizme ve devletçi-kalkınmacı sosyalizme, hem de parlamenter temsiliyet ile sınırlanan denetimli sahte seçim demokrasilerine mesafeli duruşlarıyla dikkat, ilgi ve arayış odağı olmaktadır. Öte yandan dinsel alana mezhepler üstü yaklaştıkları için, otoriter ve iradeci olan radikal İslamcı gruplara da eleştirel bakabilmektedirler. Esas olarak zora dayalı hiyerarşiye ve her tür zorba otoriteye karşı dönüştürücü bir hat izlemeleri nedeniyle, sadece statükocu iktidar karşıtı bir tutumdan öteye geçtiklerini kanıtlamışlar ve toplumsal tarihsel sürece getirdikleri bütünsel ve eleştirel kavrayışla, özgürlük ve adalet arayışı içindeki insanların gözünde yeni bir umut olabilme hak ve sorumluluğunu taşımaya başlamışlardır.
Antikapitalist Müslümanlar, gerçek anlamda değişim ve dönüşüm içeren bir harekete dönüşebilmek için, örgütlenme olgusunun; Hakk’ın sözüyle bütünleşen peygamberlerin zulme karşı direnme ve toplumsal adaleti savunma eksenindeki doğal yaşamlarını, bugünkü yaşamın içinde doğallaştırmaktan geçtiğini kavramışlardır. Bu amaçla düşünce ile eylem üreten emeğin, bir merkez komite ya da tekleşmiş bir önderlik tarafından üretilmesinden ziyade, bütün üyelerin ortak sorumluluk bilinciyle üretilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İlk sahabelerin bilgilerini paylaşarak, birbirlerine danışarak ve her konuda ikna ve rıza mekanizmalarını işleterek “şura” ile karar aldıklarını, böylece Medine’de dönüşüm yaratan Müslümanların, birbirleri üzerinde hiyerarşik bir otorite kurabilmesini olanaksız kılan bir yaşam kurduklarını ve bu erdemli yolu günümüzde de yaşatmak gerektiğini ifade etmişlerdir. İsa’nın havariler arasında, Muhammedin sahabeler arasında kurduğu kardeşlik bağları, çağımızda tüm insanlar arasında da kurulabilir. İnsanların kardeşlik ruhuyla sorumluluk bilincinin eşitlenmesi ilkesi, her insanın politik ve sosyal yaşamda bir özne olabilmesinin önünün her zaman açık olması anlamındadır. Bu yöntem sayesinde yaşamın, özgürlük ve adalet ekseninde örgütlenmesi mümkün olmaktadır. Kardeşliğin toplumdaki ölçütü, herhangi bir inanca bağlı olmak ya da olmamak değil, sorumluluk bilinciyle toplumda eşitlenme iradesini korumaktır.
Öte yandan insanların; servet, şöhret ve ayrıcalık biriktiren şirk dinine karşı, adaleti ve özgürlüğü eşitleyen gerçek Müslümanlığı kavramalarına olumlu bir kanal açılmış ve dinsel yaşam üzerinde hegemonik egemenlik kuran iktidarın, din aracılığı ile ezilenleri kontrol edebilme olanakları düşünsel anlamda kısıtlanmıştır. Antikapitalist Müslümanların devrimci duruşu, Müslümanların; ezilen mazlumların taşıdıkları sol zihniyetle tanışmasını ve Sol’un da; Müslümanların ezilenlerden yana olan inanç dünyasıyla tanışmasını sağlamıştır. Bu karşılıklı iletişimin toplumsal zihinde giderek daha da açılması ve açık tutulması, gerçek bir devrimci dönüşüm için elzemdir.
Politikayı iktidar için çatışma ve mücadele olarak anlamaktan ziyade, insanlığın tarihsel derinliğindeki ortak etik ve moral değerleri yakalamak ve toplumsal sorunlara vicdani ve ahlaki bir yaklaşım içinde bakarak bu eksende eşitlik ve adaleti toplumsallaştırmak olarak kavrayan antikapitalist Müslümanların, halkın saflarında giderek güçlenmesi mümkündür. Antikapitalist Müslümanların yolu, hırs, kin ve imtiyaz biriktiren iktidarların toplumu ayrıştıran yoluna karşı, sadece Hakk’ın doğal adaletine ve hakikatine boyun eğerek yaşanacak olan doğal eşitlikçi bir toplumsallık yaratmak ve bunun için mücadele etmektir. Bugün için birçok kişiye, iktidarın/hükmetmenin; vurucu ve kıyıcı bir silah, kutuplaştıran ve ayrıştıran bir çark olmaktan çıkartılması için verilecek bir mücadele, çok idealist ve hayalî bir bakış gibi gözükebilir. İnsanların kardeş ve eşit olmalarını savunmak beyhude bir uğraş, ulaşılmaz bir ufuk gibi de gelebilir. Ancak doğal toplumsallaşma amacıyla şahlanıp canlanan Darüsselam bilinci, Hakk’ın sözünü çağımıza taşıyan sabırlı ve fedakâr bir süreç olacaktır.
Antikapitalist Müslümanların sosyal ve siyasal alanda varlık göstermeye başladıkları andan itibaren, artık hiç bir şey eskisi gibi değildir. İnsanlarla din arasındaki mesafeyi kontrol eden iktidarın ipleri kopmasa da gevşemiş ve dinsel alanın, biçimsel ritüellerin dışındaki esas anlamı ve ibadetin özü kavranmaya başlanmıştır. Salatın toplumda giderek yayılması, inançlarını günlük yaşamlarında, yaşamın sorunları içinde sorgulayan bireylerin açığa çıkmasına yol açmıştır. Salatı yayan antikapitalist Müslümanlar çoğaldıkça, Müslümanların zihinsel tahayyülünde toplumsal sorunlara daha duyarlı çözümler üretilmeye başlanacak, toplum; daha vicdani ve ahlaki bir konuma ulaşacak ve toplum; mevcut otoritelere eleştirel bakarak, dayanışma ve paylaşıma, her şeyden daha çok önem verecektir. İnsanların bu kaynaşmaya, bir dayatma sonucu değil de doğrudan kendi iradeleri ve gönülleriyle katılmaya başlamaları, gerçek anlamda özgür ve adaletli doğal bir toplumsallaşmanın kapılarını açacaktır.
Bu anlamda antikapitalist Müslümanlar, diğer birçok örgütlenmeden köklü ve kesin bir farklılık oluşturmuş, kendi içinde bir muktedir ve iktidar oluşturmamış, katı ve zora dayalı bir hiyerarşi yerine, gönüllü sorumluluk bilinci ile doğal eşitlenmeyi temel almıştır. Antikapitalist Müslümanların, dine ve yaşama yönelik anti-hiyerarşik ve anti-otoriter tarihsel bakışları dolayısıyla, insanların kendileri olma olanakları, özgürleşme ve özgürleştirme bilinçleri giderek gelişen bir hal almaya başlamıştır. Böylece gerçek din ile inanan insanlar arasındaki yapay, kurgusal mesafe kapanmaya ve iktidarcı yapay şirk dini ile kitleler arasındaki mesafe de açılmaya başlamıştır.
Antikapitalist Müslümanların toplumsal ve düşünsel mücadelesiyle, din üzerinden iktidarların toplumla kurdukları tahakküm ilişkileri gittikçe açığa çıkmakta, zor ve hile ile dünyevi iktidarlaşma; kitlelerin bilincinde teşhir ve tecrit olmakta ve dinin eşitleyen ve özgürleştiren öz gücüyle, ezilenlerin bağı güçlenmeye başlamaktadır.
Son olarak kısaca belirtmek gerekirse antikapitalist Müslümanlar, toplumsallaşmanın tarihsel süreçte varması gereken hedeflerini kısaca şu şekilde açıklamaktadırlar: Yönetim biçiminde temsili demokrasinin beslediği kutuplaşmanın aşılarak, yerinden yönetilen özerk ve ortaklaşmacı yapılaşmaların, rızaya ve uyuma dayalı, doğal toplumsal birliğine geçilmesi. Bunun için talan yarışı ve nefret girdabıyla bunalıma sokulan toplumun, daha çok tüketerek değil daha adaletli bölüşerek ve sadece bireysel hazları değil ortak mutluluğu yakalayabilmek için, eşitlik ve özgürlüğü; karşılıklı sorumluluk ve anlayış içeren bir toplumsallaşmayla güçlendirmesi. Sonu belirsiz ve çılgınca olan limitsiz kalkınmaya değil, doğanın döngüsünü bozmayan, ihtiyaçlar ekonomisine dayalı olan ve doğal bir ekonomi yaratan bir toplumsallaşmaya ulaşılması. Antikapitalist Müslümanlar, bu doğal toplumsal yapılanışı, tüm özgürlüklerin ve adaletin eşitlendiği bir uygarlık olarak kavramakta ve bu uygarlığı kucaklayabilmek için tarihsel-evrensel etik değerlerin, ilahi cevherle buluşturulması gerektiğini savunmaktadırlar.
Antikapitalist Müslümanlar, toplumdaki değişim ve dönüşüm sürecinin, pek çok ağır bedelin ödenmesiyle ilerleyecek olduğunu bilmektedirler ama ne kadar zorlu ve çetin olsa da bir o kadar da onurlu ve ahlaki bir süreci omuzladıklarını da kavrayan bir inançla yaşamaktadırlar.