Birçok insan tam manada kontrolü kaybetmese de depresif ya da endişeli olduğunu hisseder. Kaç kişinin “Biraz obsesifim.” dediğini bir düşünün. Anlaşılacağı üzere insanlar birçok hastalığın çeşitli kademelerden oluştuğunu düşünür. Yine de çoğu kişi halusinasyon görmenin ya da olmayan sesleri duymanın nasıl bir şey olduğunu bilemez. Genel görüşe göre ya psikotik hastasınızdır, ya da değilsinizdir.
Ancak genel görüşün “hasta ya da değil” yargıları arasında bir çizginin olmadığına dair bulgular artmaktadır. Psikiyatrlar, psikotik hastalıkların kademeli bir spektrum ile değerlendirilip değerlendirilemeyeceğını uzun süredir tartışıyorlardı; ve 10 yılı aşkın suredir bu soruyu araştırıyorlar. 2013’te, Hollanda’da bulunan Maastricht Üniversitesi’nden Jim van Os ile Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nden Richard Linscott tarafından yapılan, eldeki verilerin bir çoğunu kombine eden meta analiz, nüfustaki halüsiyonasyon ve sanrı yaygınlığının yüzde 7.2 olduğunu gösterdi. Bu sonuç, son araştırmalarda elde edilen %0.4’lük sonuçtan çok daha fazla.Araştırma Temmuz 2015 tarihinde, JAMA Psychiatry’de yayınlandı. Şu zamana kadar keşfedilen psikoz deneyimlerini en kapsamlı şekilde açıklayan çalışma, kaç kişiye psikoz tanısı konulduğunun ve bunun ne sıklıkta gerçekleştiğinin detaylı resmini gözler önüne seriyor. Sonuçlar, kademeli ilerleyişin varlığına işaret ediyor ve bulgular ışığında psikotik episodlar için yapılan standart tedavilerin baştan sona elden geçirilmesi gerekebilir.
Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’nden John McGrath’ın öncülüğündeki araştırmacılar, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2001 ve 2009 yılları arasında yürüttüğü, 18 ülkeden 31,261 yetişkinin katılmış olduğu “Dünya Akıl Sağlığı Anketi”ndeki verileri inceledi. Uyku ve ilaç etkisinde olan katılımcıları eledikten sonra, ankete katılanların % 5.8’inin psikoz yaşadığını buldular. Katılanların üçte ikisi yalnızca tek tip episod yaşamışlardı ve halüsinasyonlar, sanrılardan dört kat daha yaygındı.
Psikotik episodlara genel anlamda az rastlandı, hastaların % 32’si yalnızca bir, diğer % 32’lik kesim ise iki ile beş arası episod geçirmişti. Geri kalanların episod sayısı ise altı ile yüz arasındaydı. Birden fazla türde episod geçirmenin toplamda daha fazla episod yaşamaya önayak olduğu saptandı. Psikotik davranış gösteren bu insanlar, yardım aramamış ve onlara psikoz tanısı konulmamıştı. McGrath bunun üzerine şöyle diyor:
“Birçok kişi tek tük ve gelip geçici nitelikte episod yaşar, fakat büyük sıklıkta, kalıcı psikoz yaşayan bir başka grup da bulunmakta.”
Sonuçlar, psikozun belli kademelerde gerçekleştiğini göstermektedir. Ancak bunun nüfusun geneline dağılıp dağılmadığı hala araştırılıyor. Linscott, konu hakkında şunu soruyor:
“Hepimizin içinde az da olsa şizofreni var mı; ya da bazı insanlarda var ve bazılarında yok mu?”
Bir başka problem, halüsinasyon adı verilen şeyin sınırlarının çizilmesinin zor olmasıdır. Dikkatli bir şekilde tasarlanan araştırma anketleri bile yoruma açık olabilir. McGrath, bu konuda şunları söylüyor:
“Sorularda kullandığımız dilin, çalıştığımız marjinlerde ince şeytanlıklara sebep olmuş olması mümkün.”
Psikotik episodlar, kadınlarda %6.6, erkeklerde %5 oranında gerçekleşmektedir; fakat eksiksiz, tam şizofreni erkeklerde daha yaygındır. Ayrıca orta ve yüksek gelirli ülkelerde (sırasıyla %7.2 ve %6.8), düşük gelirli ülkelere (%3.2) göre daha çok psikotik episoda rastlanır. İşsiz, bekar veya düşük gelirliyseniz halüsinasyon ve sanrı görme olasılığınız artar. Sosyoekonomi ve stres gibi çevresel faktörler, şizofreni riskini beraberinde getirir. Psikotik episodlar bazen genel psikolojik sıkıntıların habercisidir. McGrath bunu şöyle açıklıyor:
“Psikotik episodlar; depresyon, anksiyete ve buna benzer birçok rahatsızlıkta boy gösterir. Fakat episodlar, sağlıklı insanlarda da görülebilir. Komplikasyonlar bazı insanlarda hafif ve sıkıntısız şekilde atlatılırken bazılarında da ciddi hastalıklara sebep olur, esas amacımız da bunu belirleyen şeyin ne olduğunu öğrenmektir. Bu sorunun cevabını keşfetmemiz, buna benzer rahatsızlık yaşayanlara yol gösterecektir. Bulgular, episodları depresyon, anksiyete ya da bir kerelik akut stres sebebiyle meydana gelen kişilerin tedavisini, şizofreninin ilk belirtilerini taşıyanlarınkinden çok daha farklı kılacaktır.”
Psikozların bir spektrumla gelişiyor olması, şizofreni tanımı koyarken yaşanılan zorlukları azaltabilir. Bu durum, ilgili semptomları hafif ya da şiddetli yaşayan insanlar için büyük bir nimettir.
İyi Huylu Halüsinasyonlar?
Jenny şizofreni hastası değil, ama halüsinasyon görüyor. Bir episoduna dair anlattıkları şöyle:
“Mark sanki odadaymış, arkamda duruyormuş gibi hissediyordum. Ergenlikten beri görmediğim ilk aşkım, halüsinasyonlarım şekillenmeye başladığı zamanlardan bu yana olduğu gibi bana yol gösteriyordu. Onu bir an için göz ucuyla görür gibi oldum, dağılmış kanatlarımı okşuyordu ve bana eski hayatımı bırakıp gazeteci olmak için İngiltere’ye taşınmakla doğru kararı verdiğimi söylüyordu.”
İsminin saklı tutulmasını isteyen “Jenny”, benimle iyi huylu olduğunu düşündüğü halüsinasyonları hakkında konuşmayı kabul etti. Ne zaman halüsinasyon yaşasa Mark’ı görüyor, Mark ona hep tavsiye veriyordu. Mark, Jenny’nin rehberliğe ihtiyacı olduğunda başvurduğu tarafıydı.
Jenny, çocukluk deneyimlerinin ve annesinin sağlık sorunlarının onu psikoza yatkın hale getirdiğine inanıyor. Bu çok şaşırtıcı bir durum değil, çünkü bilinen bir genetik bileşen araştırması mevcut. 2014 senesinde yapılan bir araştırma 108 ayrı genetik bölgeyi şizofreniden sorumlu tuttu. Psikologlar Jenny’e, yaşadığı episodların çocukluğunda yeterli psikolojik destek görmemesiyle alakalı olduğunu, bunun üzerine kendi kendine destek alabileceği bir içsel yaşam ağı oluşturduğunu söylediler. Görünüşe göre iş akıl sağlığına geldiğinde doğal ve çevresel faktörler hep iç içe, ayrılmaz şekilde bulunuyor.
Çeviren: Hilal Nizamoğlu (Evrim Ağacı Okuru)
Düzenleyen: Mert Karagözoğlu (Evrim Ağacı)
Kaynak: Scientific American