Sevgili dostlar,
Başkanlığı hala tescillenmeyen İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı’nın propaganda organı gibi çalışan medya kuruluşlarını, sahiplerinin isimlerini vererek uyardı dün… “Geçmişten bugüne iş dünyasına yaptıkları katkılardan dolayı, bu uyarıyı yapmayı kendimde hak görüyorum” dedi.
Normal bir demokraside, bir politikacının medya kuruluşlarını bu tonda uyarması, hoş karşılanmaz. Medyanın bağımsızlığı esastır. Ancak medyanın bağımsızlığı ilkesini savunabilmemiz için, onun bir hükümet borazanı olmaması gerekir. Oysa İmamoğlu’nun adını verdiği aileler, çeşitli çıkarları nedeniyle Erdoğan’ın emrine girmiş ve ellerindeki medya gücünü hükümetin emrine vermiş durumdalar. Şu anda bu hizmetlerinin karşılığını misliyle aldıkları için kendilerini dokunulmaz sayıyorlar. Oysa hükümetin günahlarını gizlemek, o günahlara ortaklık etmektir. Muhalefete mikrofonları kapatıp sadece hükümet hizmetine girmek, kapıkulluğu demektir. Devletten ihale alıp karşılığını yalan haberle ödemek mesleğe ihanettir. Ve elbette, bugün ya da yarın bunların hesabını vermek zorunda kalacaklardır.
İlk tepkiyi, okur, izleyici verdi; onları Saray kapısında terk etti.
Şimdi de muhalefet, bu teslimiyete haklı olarak isyan ediyor.
Yıllarca çalıştığımız, yazdığımız, yönettiğimiz ve objektifliğine halel gelmesin diye özendiğimiz gazetelerin bugün afişten birer kesekağıdına dönüşmesini ibretle, hüzünle, öfkeyle izliyoruz.
Medyanın kendini imparator sanan sahipleri, kendi gazetelerinden başka gazeteleri okurlarsa şunu göreceklerdir:
Bu seçimle, sadece CHP’nin oyu artmadı; muhalefetin özgüveni de, seçmenin öfkesi de, insanların direnci de arttı.
Erdoğan “manşetlerle savaşa savaşa iktidar olduk” diyordu ya… Şimdi sıra muhalefete geldi.
Medya patronları biraz basın tarihi kitabı okursa, orada ve yakın tarihte iktidara eklemlenenlerin, hükümet kurup devirenlerin acı sonlarını görebilirler. Belki o zaman kendilerine kazdıkları çukuru tekrar düşünürler.