Hicret, insanlığın ortaya koyduğu sosyo-politik mücadelenin geniş katılımlı bir devrimi olması yanında yepyeni bir politik örgütlenme biçimini doğurmuştur. Medîne’de tahmînen on bin kişi yaşıyordu. Evs ve Hazreç kabîlelerinin göçmenlerle birliktelik oluşturmaları Medîneli Yahûdîlerin çıkarlarını zedeledi. Yahûdîler ile eski imtiyazlı Araplar, eşitlikçi Medîne Sözleşmesi yerine kendi ayrıcalıklarını korumak istiyorlardı. Medînelilik rûhunu dünyaya taşımak isteyen Halîfe Ömer’in tertiplediği Kadisiye Savaşı’ndan önce de İranlı ordu komutanı Müslüman komutana “Buraya niye geldiniz?” deyince Ömer’in elçisi “İnsanları dinlerin zulmünden İslâm’ın adâletine çıkarmak için geldik.” diyerek İslâm’ın sosyal amacını ortaya koymuştu.
İslâm, dinamik ilkeler temelli bir örgütlenme ve devrimci bir harekettir. Peygamber, Yesrib kasabasına gelince dönüşümü oranın adını Medîne yaparak başlattı. Medîne’ye imar plânı ve sınır belirledi. Peygamber, devlet olmayan bir toplumda hükmî şahsiyet[1] pozisyonunda durarak bedevîleri ve kabîleleri birbirine bağladı. Bu koşullarda oluşan münâfıklığın nedeni ise pozisyonlarını kaybetme konumuna düşen kimselerin ekonomik, etnik veya kişisel kaygılarıydı. Peygamber öldükten sonra isyanların çıkmasının sebebi bedevîlerin “Muhammed’e biat ettik, o da öldüğüne göre biatımız kalkmıştır.” demeleridir. Yani Peygamber’in tüzel kişiliğinde oluşmuş olan şûrâ esaslı yapıyı algılayamayan bedevîler, Muhammed ölünce kurumsal ilişkiler de biter düşüncesiyle hareket ettikleri için onların hukûk çerçeveli bir yaşama alıştırılmaları gerektiği ortaya çıkmıştı. Zekât adlı vergiyi vermek, bir otorite kabul etmek anlamında olduğundan bedevîler “Ölene biat kalktığı için zekât da düşer.” mantığıyla harekete geçmiş ve Muhammed’in ölümünden sonra kendi kendilerini yöneteceklerini, merkezî bir düzene bağlı kalmayacaklarını isyan ederek göstermişlerdir. İsyanlar, vicdân elçisi Muhammed hayattayken Arap bedevîliği ile kapitalizminin sadece bastırıldığını, devrimin boğazdan aşağıya istenen biçimde geçmediğini ortaya koydu. Kabîleci, gelenekçi, cinsiyetçi ve sınıfçı bir toplumda eşit, özgür ve dayanışmacı bir yapının kolayca kabullenilmeyeceği kendini gösterdi. Klasik siyer kitaplarının “Hz. Muhammed’i bir kere dinleyen Hint’ten Çin’e tebliğe giderdi, şipşak değişirdi.” gibi palavraları insan ve tarih gerçeğiyle çelişir.
Medîne’de el sanatları, ticâret, kredi ve nakit piyasası Yahûdîlerin elindeydi. Hicrete karşı olanlar yoksulluk ve güvensizliğin Yesrip’te daha da artacağı endişesi taşıyor ve ekonomik sorumluluk altına girmek istemiyorlardı. Bunu bilen Peygamber’in yaptığı kardeşlik sözleşmesinin[2] amacı da zaten göçmenleri ticaret ve tarım yapabilecek bilgi, tecrübe ve donanıma ulaştırmak ve onları üretim ekonomisine katılan bireyler yapmaktı. Çünkü Kur’ân’ın mü’mini asalak tip olamazdı. Bedir Savaşı, ganîmet geliri diye yeni bir gelir kalemi doğurdu. Ancak her savaş zorluğuyla da gelir. Müslümanları rahatlatan tek savaş Hayber fethi oldu. Hayber’in ele geçirilmesinden sonra kamu gücünün artması ve savaşçıların zenginleşmesine rağmen Müslümanlar arasında mütevâzı yaşam Ebubekir devrine kadar sürdürüldü.
Ebûbekir, bedevîleri kontrol etmek ve yeni sosyal düzene alıştırmak için şehirlileştirme veya yerleşik hayata geçirme politikası güttü. Savaş hukûku bağlamında gayr-ı Müslimlerin kadın, çocuk, yaşlı, din adamı ve savaşmak istemeyen erkeklerini savaşmaktan muaf tuttu; savaş esirlerine istemeleri halinde kasaba ve şehirlerin imarında çalışma seçeneği getirdi. Burada esirler arasındaki sanatçı, zanaatçi ve çiftçilere de işlerini yapmaları konusunda izin verdi.[3]
Halîfe Ömer Devrinde dengeli bir iyileştirme politikası takip edildi. Ömer, ganîmetleri bekletmeden dağıtırdı. Ömer, ganîmet dağıtımında kişilerin İslâm’daki önceliği yanında ihtiyaç ve emeğine dikkat ederek dağıtım yapıyordu. Ganîmetten yoksul gayr-ı Müslimler yanında hamile ve çocuk emziren kadınlara da pay veriliyordu. Halîfe Ömer, intifâ hakkı[4] gereği her âilenin işleyebileceği oranda toprak dağıtmış, ancak eline ihtiyaç fazlası toprak geçenlerden fazlalıkları almıştır. Halîfe Ömer’in Irak’ta başlattığı bu uygulamaya Arap yarımadasında mülk arazisi; Irak, Suriye ve Mısır’da harac arazisi; İran ve Anadoluda mîrî arazi denildi.
Halîfe Ömer, gayr-ı Müslim din adamları ile hasta ve engellileri vergiden muaf tuttuğu gibi dilenmek zorunda kalan gayr-ı Müslim yoksular için de maaş bağladı.[5] Ömer, vali ve komutanların alımlı konaklarda oturması ve uşak tutmasını yasakladı. Ömer, servet farklarının politik bölünme ve toplumsal çatışma doğuracağını iyi bildiği için bu konuda oldukça dengeli olmaya çalışır. Halîfe Ömer devrinde Sûriye, Şam, Irak, Kudüs, Halep, Antakya, İskenderiye, Mısır, Urfa, Harran, Musul fethedilmiş; Sâsânî impratorluğu yıkılmış, Trablusgarb ele geçirilmiş; Kûfe, Basra ve Fustat şehirleri kurulmuş, Kudüs’te Kubbetü’s-Sahrâ Camisi yapılmış; ticaret yolları kontrol altına alınmıştı. Ömer, oluşan zenginliğin toplumda dengeli yayılmasına çok dikkat ediyordu. Sâde hayat yaşıyor, kendi ununu sırtında evine götürüyor, geçimine yetecek kadar maaş alıyordu. Öldürüldüğünde yamalı birkaç elbise ve kişisel borç bıraktı.
Halîfe Osman devrinde fetihler devam etti. Osman devrinde ekonomi, politika ve sosyal yaşam değişime uğratıldı. Bu devirde Türkistan, Eskişehir’e kadar Anadolu ele geçirildi. Halk arasında zengin evleri yaygınlaştı, zenginleşen bir tüccar sınıfı oluştu, özel çiftlikler arttı. Osman öldüğünde ondan geriye 150 bin dinar ve 1 milyon dirhem kaldı. Zübeyr öldüğünde 400 bin dinar, 1000 kısrak ve 1000 cariye bıraktı. Zübeyr’in Kûfe, Basra, İskenderiye ve Mısır’da özel konakları vardı. Talha, Irak’taki arazilerinden günlük 1000 dinar kazanıyordu. Ayrıca Kûfe’de özel bir konağı vardı. Abdurrahman bin Avf’ın 1000 at, 1000 deve ve 10 bin koyunu vardı. Zeyd bin Sâbit öldüğünde 100 bin dinar değerinde çiftlikler ve mallar bırakmıştı. Hatta o kadar çok külçe altın ve gümüş bırakmıştı ki keserle parçalanarak mirasçılarına dağıtıldı. Sâ’d bin ebû Vakkas, Medîne’nin Akik adlı mevkisinde kalın ve yüksek duvarlarla çevrili ve geniş bahçeli bir konak yaptırmıştı. Yû’li bin Münibe, öldüğünde 50 bin dinar ve 300 bin dirhem bıraktı. Halîfe Osman devrinde İslâm’ın devrimci, toplumcu ve eşitlikçi damarı kesilmiş, bir karşı devrim gerçekleştirilmiş ve abdestli kapitalizmin temelleri atıldı. Bunun ilk meyvesi Emevîler, sonraki ürünleri Abbâsîlerden Suudî Arabistan’a kadar süren ve tüm sözde İslâm imparatorluklarını içeren somut mirastır.
Halîfe Osman devrinde Ömer dönemindeki âdil düzen bozuldu. Ömer, öldürülmeden önce ekonomik dengeyi bozan arızaları gidereceği konusunda konuşuyordu. Bunu dikkate aldığımızda zengin sever Ümeyye oğullarının iktidârının başlaması için Osman’ın halîfe yapılması ve Ömer’in öldürülmesi tesadüf olamaz. Osman, iktidâra gelince akrabalarının sürgününü kaldırdı, Afrika’dan getirilen ziynet eşyaları ile hayvanlardan oluşan ganîmetleri müzâyede de sattırıp parasını devlet hazinesine vermedi, servetin belli ellerde toplanmasına izin verdi, zekât memurlarının bizzat gidip malları görerek belirlediği zekât alım sistemini kaldırıp kişinin beyanı üzerine zekât alınmasını getirdi. Böylece zenginleştirdiği kimselere örtülü biçimde vergi muâfiyeti[6] oluşturdu. Halîfe Osman Dönemi servetin tekellerde toplanması, israf ekonomisinin yayılması ve sadeliğin yok olması devridir. Bu durumlar toplumun yozlaşmasını da getirmiş ve İslâm devriminin ortasında bomba patlatmıştır.
Halîfe Ali, Osman’ın bıraktığı sosyal, ekonomik ve politik enkazı düzeltecek fırsatlar ve köklü reformlar için imkân bulamadı.
Muâviye, “servet peşinde koşanları kendisinin doyuracağını, Peygamber’in yaşam biçimi ve Kur’ân’ın eşitlikçi mesajlarını önemseyen Ali’nin sınıflaşma, aşırı zenginleşme ve mevki dağıtma vaadleri olmadığını; Ali’nin servet birikimine karşı olduğunu” yayarak ve kabîlelerin merkezî otoriteye bağlı olmayı tam içselleştirememelerini de kullanarak iktidâra geldi. Muâviye, henüz valiyken kendini iktidâra taşıyacak askerî ve bürokratik erkânı mal ve servete boğmuş, Şam’da zengin sınıf doğurmuştu. Böylece Muâviye zenginleşme, kariyer ve konfor hırsı taşıyanları yanına çekiyordu. Muâviye’nin zaferi saltanat, baskı ve keyfîlik rejimini doğurdu, şûrâ düzenini yok etti; İslâm düzenini efendi-köle, zengin-yoksul, Özgür kadın-cariye, Arap-mevâlî[7] ayrımına dayanan bir sisteme dönüştürdü. İslâm sosyalizmi ilerlemesini durdurdu, İslâm kapitalizmi ve İslâm faşizmi egemen oldu.[8]
Emevîlerin ilk işi şûrâyı kaldırarak özgür siyasal katılımı engellemek oldu. Muâviye, oğlu Yezit’i veliaht yaparak İslâm dünyasındaki hânedânlık düzenini kurdu. Abbâsîler ise sadece saraylıları ve saltanatı koruyan hassa ordusu adlı bir ordu kurdular. Bu orduyla devlet fetişizmi[9] geliştirildi ve silah destekli iktidârın temeli atıldı. Yani halktan kopan iktidâr, güce yaslanarak ayakta kalmaya başladı. Emevîlerin İslâm boyalı asabiye ve kapitalizmi Abbâsîlerde kusursuz bir abdestli kapitalizm oldu; bu durum Osmanlı’nın yıkılışına kadar sürdü.
_____________________________________________________
[1] Hükmî şahsiyet: Tüzel kişilik. Gerçek biri olmayıp gerçek bir kişiymiş gibi değerlendirilen topluluk.
[2] Muâhât
[3] Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, İlk Sapma: Emevi İktidar Olgusu, Ensar Neşriyat, 1. cilt, 2. baskı, İstanbul, 2007.
[4] İntifâ hakkı: Mülkiyeti başkasına âit bir gayrimenkūlün yalnız gelirinden yararlanma hakkı. (İntifâ: Faydalanma, yararlanma)
[5] Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Asr-ı Saadet’in Siyasi Olayları, Ensar Neşriyat, 1. cilt, 2. baskı, İstanbul, 2007.
[6] Muâfiyet: Muaflık, muaf olma, affedilme.
[7] Mevâlî: Özgürleştirilmiş köleler. Araplar, kendileri dışında kalan halklara bu ünvanı vererek onları ikinci sınıf insan yerine koyardı.
[8] Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Yokluktan Refaha, Ensar Neşriyat, 1. Cilt, 2. Baskı, İstanbul, 2007.
[9] Fetişizm: Tapacak derecede yüceltmenin cinsel keyif oluşturması. (Lider fetişizmi: Lideri yüceltirken bundan cinsel bir haz alınması. Bu sebeple fetişistler, bilinçaltındaki cinsel zevkin oyuncağı olan kişi, kurum, nesne ve hayvanı her ne pahasına olursa olsun destekler, sever ve korur. Çünkü onunla psikolojik bir orgazm yaşar.)