Eşitler arası sorumluluk bilincinin geliştirilmesi, çok yönlü bir mücadeleyi ve her şeyden önce kavramlar ve kavramsallaştırmalar alanında derinlemesine bir temizliği, arınmayı ve şeffaflaşmayı beraberinde getirmektedir.
Uygarlığa bakışımızı belirli ilkeler çerçevesinde özetlersek, öncelikle uygarlık, bilimle ve inançlarla eşit mesafede oluşup bu mesafeyi koruyabilmelidir. Adalet ve özgürlük eksenindeki bir uygarlık, bilim ile inançları birleştirip bir senteze ulaşırken, birinin diğerine zarar verici ya da dışlayıcı, ötekileştirici bir tahakküm oluşturmasına asla izin vermemelidir.
Geçmişten bugüne gelen sınırlı, kontrollü, kesintili, sınıfsal, güdümlü demokrasi geleneği ile yeni ve kapsamlı bir uygarlık yaratmak olanaksızdır. Tarihin derinliklerinden bugüne taşınan adalet, dayanışma ve özgürlük eksenlerinde ortak iyiliği bütünleştirmek, birleştirmek için, iktidar ve tahakküm kurucu demokrasi vb. kavramlardan ortak iyiliği ayrıştırmak zorunludur. Demokrasi vb. kirlenen ve çarpıtılan birçok kavramsal darboğazdan devrimci bir çıkış zorunludur. Bu ise eşitler arası sorumluluk bilincinin gelişip toplumsallaşmasıyla mümkün olacaktır.
Bugüne kadar bilinen tüm demokrasiler, demokratik sanılan işleyişler çarpıktır ve işleyiş biçimleri değişse bile, özde zora dayalı hiyerarşilerin üstünde yükselerek hayat bulmuşlardır. Burjuvaların ya da proleterlerin birbirleri üzerinde diktatörlük kurduğu demokrasilerden tutun da, hanedanların, zümrelerin kontrolündeki temsili demokrasilere kadar ya da belli bir cinsin anaerkil ya da ataerkil egemenliğini meşrulaştıran ‘demokrasilere’ kadar hepsi de şu ya da bu oranda demokrasi diye anılır.
Demokrasi “meleğinin” yaldızlarını kaldırdığınız veya sözde kanatlarını işlevsiz bıraktığınız zaman altından kıskanç, rekabetçi, bencil ve saldırgan hiyerarşi şeytanı çıkmaktadır. İnsanlığa; ilerlemek, aydınlanmak, özgürleşmek için, demokrasi makasının açılması, düşünme ve örgütlenme haklarının güçlendirilmesi için demokrasinin inşası ve korunması, tarihsel bir görev ve hedef olarak gösterilmektedir. Böylece çarpık, güdümlü demokrasiyi ayakta tutan ama esas hedef olması gereken zora dayalı hiyerarşiler korunmakta ve toplumdaki sosyal/siyasal statü farklılıkları devam etmektedir. Statü farklılıklarını yani hiyerarşik tahakkümü koruyan sistemin devamlılığı bu kurgularla örülmektedir.
Vekâleten yönetimlerin esas olduğu her sistemde, insanlar; başkalarına kendilerini temsil etme statüsü verirler, yani politika üretme ve yaşamın gerçekliğine yön verecek kararları alma haklarını başkalarına devrederler. Toplum sal bunalımın ve her tür olumsuzluğun kaynağı, haksızlık ve adaletsizlik üreten bu temsiliyetçi işleyişe, temsili demokrasi denir. Böylece toplumda kısmen eşitlik var gibi gözükür ama bazıları her zaman çok daha fazla eşittir. Öyleyse sadece belirli sınıf ve zümrelerin, çoğunluk adına ama esasında kendilerini doğrudan temsil etme hakkına sahip olmaları, ne kadar bencilce ve sınırlayıcı bir haksızlıktır. Tüm kesim ve tabakaların doğrudan temsil hakkının, adaletli ve ahlaklı bir toplum için kaçınılmaz bir hak olduğu tartışmasız bir gerçektir.
Yeni ve gerçek uygarlığın ilk ilkesi bu hakkın kabul edilmesi ve korunması olmalıdır. Hakların dolaylı yoldan temsil edilmesi, temsil haklarının bir başka kesime devredilmesi demek olan sınıflı, tahakkümcü demokrasilerin aşılması ve doğrudan temsiliyet ile özgürlüklerin sınırlarının ve özgürlük ufkunun açılması, yeni uygarlığın inşasında zorunlu ilk aşamadır ama yeterli değildir. Buradan eşitler arası sorumluluk bilincinin, doğallık ve güven içinde gelişip korunacağı uygarlığa geçilebilir.
Temsili demokrasi baştan aşağı açık bir şarlatanlık ve maskaralıktır. Her boyaya boyanmaya hazırlanan bu hokkabazların arasından seçim yapmak zorunda değiliz. Atılan her oy, mevcut zulümün daha perçinlenmesi ve zorba hiyerarşinin daha da pekişmesi demektir. Neyi seçiyoruz? Gerçekten özgür olabileceğimiz bir yaşamı mı? Paylaşım ve dayanışmanın toplumda kesintisiz ve ayrımsız olarak gelişebileceği bir yapılaşmayı mı? Hayır, bu “demokratik” seçimler yüzlerce yıldır yapılıyor ama insanların alın teri ve kanıyla çalışan zalim çark yine de dönmeye devam ediyor.
Demokrasinin zora ve hileye dayalı hiyerarşiden ayrıştırılması yeni bir eşitlikçi adalet uygarlığının özgürleştirilmesi, açığa çıkartılmasıdır. Bütün tahakkümcü ilişkiler kirli, cılız ve göstermelik demokrasi tiyatrosunu besler. Tahakküm bataklığında özgürlükçü yeni bir uygarlık yaratılamaz. Zora dayalı bağlarla eklemlenen hiyerarşinin çözülüp, özgürlük ve bilinçli rızaya dayalı bir hiyerarşiye dönüştürülmesi ve dolaylı temsiliyetin dağıtılıp, doğrudan temsiliyetin hâkim kılınması sayesindedir ki, demokrasi göstermelik bir kara mizah olmaktan çıkarak kısmen özgürlükçü bir yaşama mana ve anlam veren bir hal alır. Sınıf egemenliğinin meşruiyetine hizmet eden güdümlü demokrasinin çıkış sız bir karabasan olduğu anlaşıldığında, köleliğin en ince yorumlanış ve uygulanış tarzı da miadını dolduracak, özgürlükle bütünleşme ve birleşme yolu açılacaktır. İnsanlığın yaşamdaki varoluşu, sevgi ve merhametle ışıyan ortak iyilik gerçeğinin, kin, kibir, hile ve yalana diz çöktürdüğü bir anlam ve mana kazanacaktır.
Günümüzdeki güdümlü demokrasinin, toplumdaki farklı sınıfların şiddete başvurmadan yöneticilerini veya yönetimin biçimini değiştirmesine olanak sağlayan, toplum içindeki çatışmaları akılcı tartışma ve ikna yoluyla çözmeyi temel alan, barışçıl bir yönetim biçimi olduğu da koca bir yalandır. Temsili demokrasinin güçlü olduğu ülkelerin bile, çıkarlarını korumak için hem merkezde hem de sömürgelerinde uyguladıkları yüksek denetim ve kısıtlamalar, sömürgelerde uygulanan soykırım ve inkâr politikaları, tarihe unutulmayan acılarla kazınmıştır. Her türlü kötülük ve hileden nasibini alan demokrasi vadisinde, adalet ırmağı; kendi doğallığında yol bulup berrak ve duru akamaz.
Bu nedenle dolaylı ve temsili demokrasilerde, adaletin bir kanadı hep kırık, bir gözü hep kördür. Bu demokrasiler, toplumdan gelen seslerin kimisini duyar kimisine sağırdır. Toplumun her derdini kendine dert edinip kendini yıpratmak, yormak istemez. Dertlerle kısmen ve göstermelik düzeyde uğraşır yani içselleştirmez, samimiyetsizdir. Bu demokrasilerde insanları bir arada tutan, ayrımsız herkesi kapsayan ortak bir vicdan aramak kof bir hayaldir. Bu demokrasilerin kurumları, toplumdan oldukça uzak ve derin merkezlerde, ulaşılmaz sırça köşklere kurulmuştur ve duygusuz, umursamaz bencillik, asosyal bir toplumsallaşma ile beraber bu sahte demokrasi ağını yaymaktadır. Günümüz demokrasileri; bürokrasi, teknokrasi, ordu ve bilgi hiyerarşileri ile kaynaşmış olan karmaşık ve ulaşılmaz bir yönetimle yürütülür. Nihayetinde günümüzün küresel demokrasileri, egemen elitin dijital dünya vatandaşlarının sıkı denetiminde oluşturulan, çelik hiyerarşik çekirdek tarafından denetlenmektedir. Bu küresel demokrasi, kontrollü bir şekilde sürekli reforme ve revize edilebilir ama ne dünyadaki cezaevlerinin sayısında ve suç oranlarında ne de bitmek bilmeyen talan ve savaş oyunlarında bir azalma oluşur. İkinci dünya savaşının bitiminden bugüne kadar geçen zaman içinde, her iki dünya savaşında ölenlerden daha fazla insan ölmüştür.
Demokrasi aşkı, özgürlük ve hoşgörü gibi kavramları kendilerine göre mutlaklaştırmaya çalışanlar, acınası ve zavallı bir paradoksa mahkûm olurlar. Herkes için gerekli deseler bile, bu kavramları; sadece kendileri için ve kendilerine uygun bir tarzda kurgulayıp biçimlendirmeleri, büyük bir ahlaksızlık ve gaddarlıktır. Toplumun bütününü kucaklayan, halkları ortaklaştıran, ortak bir iyilik çerçevesinde toplumu, dayanışma ve paylaşımla kaynaştıran ve her adımıyla sarsılmaz bir adalet üreten sistemin adı demokrasi değildir. Çünkü her demokrasinin belirgin bir özgürlük ve hoşgörü sınırı vardır. Bütün demokrasiler, sevgi ve merhamet ve emeğin dilinden çok, mülkiyet, rantiye, faiz ve paranın diliyle konuşurlar.
Teoride halkın yönetime dolaysız katılımını savunan demokrasi, oligarşi ve monarşiden farklı gibi dursa da, aslında her demokraside, egemen bir oligarşi ve daha dar ve etkisiz olsa da bir monarşi gizli olarak vardır. Çünkü her demokraside, asiller/soylular/güçlüler/seçkinler yönetmeye layık görülür ve adaylar, bu kesimin içinden belirlenir. Yapılan seçimler ise son tahlilde bir göz boyamadır. Demokrasiye yeni tanımlamalar getiren ve demokrasinin evrimleşmesini, kölelerin tepkileri ölçüsünde bin bir hile ve kurnazlıkla yeniden şekillendirenler de yine onlardır. Toplumun her ferdinin yönetime doğrudan katılması konusunda eşit haklara sahip olduğunu savunsa da gerçekte her sınıflı demokrasi, sadece egemenlerin/seçkinlerin yazdığı senaryolardan oluşan ama modern kölelere de değişik rollerle oyunculuk ve söz söyleme hakkının verildiği bir işleyişe tekabül eder. Köleler asla yazılı metnin dışına çıkamaz. Demokrasilerin en baştan belirlenen gizli ve derin kaderi budur.
Öyle ki egemen güçlerin kitlelere ulaşılması zorunlu bir amaç olarak sundukları ve özgürlük, adalet, eşitlik vb. hayallerin gerçekleştirileceği idealize edilmiş bir aşama olarak hedef gösterdikleri demokrasi, aslında sadece egemenliklerini koruyan bir araçtan ibarettir. Kitlelerde derin bir hayal kırıklığının yaşanmaması için, kitlelerin makul görülen kimi taleplerinin kısmen kabul edilmesi, demokrasilerdeki hassas dengenin korunmasında kilit bir rol oynamaktadır. O halde tamamen kirlenmiş, yıpranmış adeta lime lime olmuş bir paçavra konumundaki bu kirli demokrasi hedefi ve kavramı yerine yeni bir kavramsal örgü ve mantık yaratmak gereklidir.