“Buna Karşılık Sizden Hiçbir Ücret İstemiyorum”
“45- Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzattı? İsteseydi, onu durdururdu. Sonra güneşi ona yol gösterici yaptık. 46-Sonra kolay bir çekme ile onu kendimize çektik. 47- O, geceyi sizin için örtü, uykuyu dinlenme hali kılan ve gündüzü de ihtiyaçları temin etme vakti yapan O’dur. 48- Ve O ki, Rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârı gönderdi. Ve gökten temiz su indirdik. 49- Ki onunla ölü bir beldeyi canlandıralım ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulayalım. 50- Gerçek şu ki, düşünüp öğüt alsınlar diye onu aralarında evire çevire adamakıllı açıklıyoruz. Buna rağmen yine de insanların çoğu kâfirlikte diretmektedirler. 51- Eğer biz layık görüp dileseydik, elbette her şehirde bir uyarıcı gönderirdik. 52-Öyleyse sen, kâfirlere itaat etme ve bununla onlarla var gücünle cihad et. 53- O, iki denizi birbirine salmıştır. Bu, tatlı, susuzluğu giderici; şu tuzlu ve acıdır. Ve ikisinin arasına birbirine karışmalarına engel olan bir sınır ve engel koymuştur. 54- Sudan beşeri yaratan, ona soy ve hısımlık veren de odur. Senin Rabbin, her şeye gücü yetendir. 55-Allah’tan başka, onlara bir fayda veremeyecek zarar da veremeyecek şeylere tapıp duruyorlar. Kâfir, Rabbine karşı durana yardımcı olmuştur.56- Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.57-De ki: “Buna karşılık olarak sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim tek istediğim, dileyenin Rabbine giden yolu tutmasıdır”
58- Ölmeyen Diri’ye tevekkül et. Ve söz verdiğin sorumluluklarını gereğine uygun olarak yerine getir. Kullarının günahlarını, O’nun bilmesi yeter. 59- O ki, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları, altı günde yarattı. Sonra düzenlemeyi tamamlayarak egemenliğini duyurdu; Rahmandır! Bunu haberdar olana sor. 60- Onlara, “Rahman’a secde edin!” denildiği zaman: “Rahman da nedir? Bize emrettiğin şeye mi secde edeceğiz?” dediler. Bu nefretlerini daha da artırır.”
Yukarıya grup meali olarak aldığımız Furkan Suresinin 45-50’nci ayetler grubunda Yüce Rabbimiz, kendisi ve yarattığı evrendeki bazı varlıklar hakkında bilgi verip insanın dikkatini çekiyor. Ardından evreni ve vahyi evire çevire adamakıllı açıladığını vurguluyor. Buna rağmen insanların çoğunun kâfirlikte, yani inkârlarında direttiklerini bildiriyor. Bundan sonra 51-55’nci ayetlerde de Resul’ü(s) “kâfirlere itaat etme” diye uyarıyor. Ayrıca onların inanmamalarına çok fazla üzülmemesini hatırlatıyor. Her topluluk kendisine özel elçi gönderilmesi bahanesini öne sürüyor. Bunun üzerine Allah(c.c), “Her şehre bir resul göndersek de bir şey değişmeyecek” diyerek kendisinin böyle dilediğini açıklıyor ve Resulüne “kâfirlerle kuvvetli bir şekilde cihat et” diye buyuruyor. Yani Allah, Elçisi’ne indirdiği mesajları gereği gibi onlara ulaştırmasını ve mesajları pratiğe uygulayarak göstermesini istiyor. Diğer bir ifade ile Allah, Resulünden mesajları iletme ve pratiğe aktarma konusunda gerekli çabayı göstermesini istiyor. Yüce Rabbimiz, yukarıda olduğu gibi gene mesajlarında evrendeki ayetlerden örnekler veriyor ve her şeye gücünün yettiğini vurguluyor. Devamında da kâfirlerin inanç sistemlerini eleştiriyor, buna bağlı olarak da kâfirlerin, Allah’a karşı duranları desteklediklerini haber veriyor. Yani kâfirler, müşrikler, ateistler ve bu anlamda ne kadar Allah düşmanı birey ve topluluk varsa hepsi kendi aralarında dayanışma ve yardımlaşma içindedirler. Allah Teâlâ bunu bilmemizi istiyor.
56’ncı ayette Allah, Resulullah’a(s), kendisini müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdiğini hatırlatıyor. Buna bağlı olarak 57’nci ayette Resulüne önemli ve temel bir ilkeyi öğretiyor. Resulullah(s) da öğrendiği bu temel ilkeyi peygamberliğinde büyük bir dikkat ve titizlikle uyguluyor. Bunu hem Kur’an-ı Kerim’de görüyoruz, hem de onun hakkında yazılmış Kur’an’ la uyumlu olan siret/siyer kitaplarından öğreniyoruz. Bu ilke üzerine yorumumuzun başlığı altında aşağıda ayrıca görüş ve düşüncelerimizi paylaşacağız inşallah.
Önemle işaret edilen yukarıdaki ilkeden sonra 58’nci ayette Yüce Rabbimiz doğrudan Resulullah’ın(s) kendisine yönelik tevekkül ve sorumluluk hakkında uyarıda bulunuyor. Allah(c.c.), 59’ncu ayette gene evrenle ilgili ayetlere dikkat çektikten sonra, kendi Rahmanlığını hatırlatıyor. Ayrıca Allah, “Bunu haberdar olana sor” diyerek, önceki kitapları (Tevrat, Zebur, İncil, sahifeler) bilip Rahman’ı tanıyanlara sormasını istiyor. Rahman olan Allah, böylece Ehli Kitap ile bilgi iletişimi, paylaşımı ve iyi ilişkiler içinde buluulnmasını öğütlüyor. Bu çok önemli bir konudur. Bu mesele Resulullah’ tan(s) sonraki dönemde doğru, gerektiği gibi anlaşılıp değerlendirilseydi, belki insanlık tarihi şimdi olduğu gibi yazılmazdı. Konu taraflarca adalet ve doğru bilgi ışığında değerlendirilmediğinden Kur’an öncesi vahiylere bağlı olduğunu söyleyenler ile Kur’an bağlısı olduğunu iddia edenler arasında bütün tarih boyunca ortak bir yürüyüş olmamış, tersine imparatorluklar ve hanedanlıkların güdümünde insanlar arasında düşmanlık ve gereksiz bitmez tükenmez savaşlar yaşanmıştır. İmparatorlar, şahlar, padişahlar krallar ve diktatör yöneticilerin emirlerindeki din adamları (hamanlar) eli ile din ayırımı yapılmayıp vahiy doğrultusunda bir dünya kurulsaydı, bugün şimdi okuduğumuz tarihi değil, Allah’ın vaat ettiği “esenlik diyarı” bir dünya / yurdumuz, tarihimiz olurdu. İnsana hayal gibi, ya da ütopya gibi geliyor değil mi? Unutmayalım ki, Allah, insanlara vaat ettiğini yerine getirmeyi kendi üzerine alıyor. “Onlar için orada ne isterlerse sürekli olarak vardır. Bu, Rabbinin üzerine sorumluluk alarak verdiği bir sözüdür.” (Furkan, 25: 16). Bu mesaj, şimdi ve sonraki hayatımız için düşünülmelidir…
Müşrik müstekbir kâfirlere 60’ncı ayette Rahman hatırlatılıp onlara Rahman’ı kabul etmelerini ve O’na boyun eğmeleri söylendiğinde nefretleri artmış bir şekilde “Rahman da nedir? Bize emrettiğin şeye mi secde edeceğiz?” derler. Böylece inkârda direterek kendilerine yazık edeler. İnsana hatırlatılan Rahman’ın, rahmetini merak ederek, anlayıp görmeden O’ndan nefret etmek, büyük ahmaklıktır; yazık!
Şimdi yukarıda verdiğimiz sözü yerine getirme sadedinde 57’nci ayeti anlamaya ve anladıklarımızı anlatmaya çalışalım, inşallah. Her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. İnsanlara Allah’ın emri olan akıl yürütme ile hayırlı bir iş yapmaya çalışacağız. Yüce Rabbim Allah(c.c.), insana tenezzül edip ona vahyini inzal etmiş. O, inzal etmiş, demek ki insanoğlu onu anlar. Üstat Sezai Karakoç’un deyimi ile herkes çabası ve içtenliği oranında anlar… Zaten, Kur’an’ı anlayalım diye Allah(c. c.) onu kolaylaştırmış. (Kamer, 54: 17, 22, 32, 40; Müzzemmil, 73: 20).
“57-De ki: “Buna karşılık olarak sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim tek istediğim, dileyenin Rabbine giden yolu tutmasıdır.” Ayetteki “ecrin/ecir / ücret” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de başka ayetlerde de geçmektedir ve bunların toplamı 75 ayettir. Bu ayetlerin Kur’an’daki dağılımını üç grupta toplayabiliriz. Birinci grup; tutum ve davranışlarına göre bu dünyada ve ahirette Allah’ın çeşitli şekillerde ödüllendirdiği insanlardır. Bu bağlamdaki ayetlerin sayısı 58’dir. Hemen şimdi bu noktada Allah’tan ödülü hak etmeyi sağlayan davranışları hatırlatmak yerinde ve yararlı olacaktır. İlgili ayetlerin metinlerinden derlediğim davranışların bir kısmı şunlardır: İman etme ve salih amel işlemek; Allah yolunda cihad etmek; tevbe; Allah’a ve ahiret gününe inanmak; sabır; Allah’a itaat; sadaka vermek; alçakgönüllülük; oruç tutmak; ırzları korumak; affedip barışmak; zikretmek; Kur’an’a uymak; Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olmak; Allah Resulü’nün yanında seslerini kısmak; infak; Allah’a güzel bir borç vermek; yetim ve yoksuları gözetmek; vb.
Az önceki grupta yer alan bir ayet çok dikkat çekicidir. Yukarıda önceki vahiylere bağlı olan Ehli Kitap ile Kur’an bağlısı müminlerin ilişkilerinden, daha doğrusu olması gereken ilişkilerden söz etmiştik. Bu ayet işte o konudaki görüşümüzü destekliyor ve başka bir konuya değiniyor. Ayetin dilimizdeki anlamı şöyle olabilir: “Önceki çağlarda Kitap verilenlerden Allah’a iman edenler ile hem size hem kendilerine indirilene inananlar vardır. Allah’a karşı boyun eğmiş olarak büyük bir saygı içindedirler. Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılık satmıyorlar. İşte onlara Rabbi katında ödüller (ecru) vardır. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.” (Ali İmran, 3: 199). Ayetin “Allah’ın ayetlerini az bir bedele karşılık satmıyorlar” cümlesi bize başka bir durumu çağrıştırıyor/anımsatıyor. O da şudur; ayetteki söz konusu insanlar “ayetleri az bir bedel karşılığında satmıyorlar” demek, aynı zamanda başka insanlar satıyorlar demektir. Bu bağlamda günümüzdeki iki büyük problemi şöylece tespit edebiliriz: birincisi Kur’an öncesi vahiylere inananlar ile Kur’an’a inananlar arasında kitabi bir ilişki kurulamamış/kurulamıyor, ikincisi Allah’ın ayetlerinin ücret karşılığında satılmasıdır. Bunların ikisi birbirini beslemektedir. Bu denklem üzerine kurulu sektör ve siyaset kurumları olması gerekeni engelliyor. Sorun büyük ama çözümsüz değil; Allah’ın vahyini parçalayanlara fırsat ve izin vermemek, Allah’ın hepsine birden “Zikr” dediği vahye kulak verip bütünlüğü sağlamak kuvvetli bir çaredir. İkinci grup; Firavun’un vaat ettiği türden ecirdir. Firavun, tanrılık taslayarak kendisi için başarılı çalışmalar yapanlara ödüller vaat ediyor. (Araf, 7: 113, 114). Üçüncü grup; bizim esas üzerinde duracağımız ayetlerdir. Bu ayetlerin tamamının iniş sıralamasına göre sure adlarını ve ayet numaralarını vermek istiyorum (a / b: a- iniş sırası, b- Mushaf sırası): Kalem, 2/68: 46; Sad, 38/38: 86; Yasin, 41/36: 21; Furkan, 42/25: 57; Şuara, 47/26: 109, 127, 145, 180; Yunus, 51/10:72; Hud, 52/11: 29, 51; Yusuf, 53/12: 104; Enam, 55/6: 90; Sebe, 58/34: 47; Şura, 62/42: 23; Tur, 76/52: 40.
Furkan suresinin konumuz olan 57’nci ayeti de bu grupta yer almaktadır. Ayet mealini tekrar buraya alalım. “57-De ki: “Buna karşılık olarak sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim tek istediğim, dileyenin Rabbine giden yolu tutmasıdır.” Bu ayetten anlayabileceğimiz, ya da alacağımız mesaj şudur: Allah’ın dini insanlara ücretsiz tebliğ edilip ulaştırılır. Bu eylemden beklenen, muhatabın Allah’ın yolunu dilemesi ve o yolu tutmasıdır. Diğer bir ifade ile iman edip Müslüman olmasıdır. Kişi Müslüman olunca, İslâm Dinini kendisine tebliğ edenin mümin kardeşi olur ve bu değerli oluşum ikisi içinde yeterli bir ödüldür. Bu konu az önceki ayetler listesinde de gördüğümüz gibi Kur’an’da 16 kez yineleniyor.
Günümüz güncelinde bu konu çok olumsuz, kötü bir mecrada aktığı için, üşenmeden konumuzla ilgili ayetlerin meallerini burada gözler önüne sermek istiyorum. Çünkü Müslüman olduğunu iddia eden toplulukların bugün içinde bulundukları perişan durumlarının en büyük nedenlerinden birinin bu sorun olduğunu düşünüyorum. Bu noktada şunu da hatırlamakta yarar var: ayetlerde Allah’ın Elçi’sine söylenenler, aynı zamanda onun şahsında Kur’an’ı kabul edip benimseyen bütün Mümin/Müslümanlara da söylenmiş olduğunu düşünüyorum.
“Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da, onlar ağır bir borç altında mı kalmışlar?” (2/68: 46). “De ki: “Ben sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük yükleyenlerden de değilim”(Sad, 38/38: 86). “Sizden ücret istemeyenlere uyun!” Yasin, 41/36: 21). “De ki: “Buna karşılık olarak sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim tek istediğim, dileyenin Rabbine giden yolu tutmasıdır.” (Furkan, 42/25: 57). “Buna karşılık sizden hiçbir ücret de istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir – dört ayetin metni aynıdır-“- (Şuara, 47/26: 109, 127, 145, 180). “Yüz çevirdiyseniz, ben sizden hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim ancak Allah’a aittir.” (Yunus, 51/10:72). “Bakın ey kavmim! Ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ben inanan kimseleri kovacak değilim. Gerçekten onlar kendi Rabbiyle karşılaşacaklardır; ama ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.(29)” “Ey kavmim sizden hiçbir ücret istemiyorum Benim ücretim ancak beni ilk yaratmış olana aittir. Artık aklınızı kullanmayacak mısınız?(51)” (Hud, 52/11: 29, 51). “Buna karşılık sen onlardan hiçbir ücret de istemiyorsun. O âlemler için ancak bir hatırlatmadır.” (Yusuf, 53/12: 104). “İşte onlar, Allah’ın hidayete eriştirdiği kimselerdir. Sen de artık onların yolunu izle! De ki: “Ben sizden bir ödül istemem. O, âlemler için bir hatırlatmadır”.” (Enam, 55/6: 90). “De ki: “Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Böylece o sizin olsun! Benim ücretim ancak Allah’a aittir. O, her şeye şahittir.” ”. :(Sebe, 58/34: 47). (Şura, 62/42: 23). “Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da, ödemek onlara ağır geliyor, öyle mi?”(Tur, 76/52: 40).
Mealler pasajına dikkatle baktığımızda şu üç farklı durumu görebiliyoruz; birincisi ayetlerin ilk cümleleri genellikle aynı lafızlardan oluşuyor. Fakat devamındaki ifadeler farklı mesajlar içeriyor. İkincisi Şuara suresindeki dört ayetin lafızlarının aynı olmasıdır. Hatırlanacağı üzere aynı durum Kamer suresindeki dört ayette (17, 22, 32, 40) de görülür. Oradaki dört ayette Kur’an’ın anlaşılması için kolaylaştırıldığı; burada da vahyin tebliği ile ilgili çaba ve çalışmalar karşısında kesinlikle herhangi bir ücretin alınamayacağı vurgulanmaktadır. Bu nedenle şuara suresindeki mesaj ve vurgu Kamer suresindeki kadar önemlidir. Üçüncüsü 90’nıncı ayetteki şu ifade oldukça önemli ve dikkat çekicidir. “Sen de artık onların yolunu izle.” Bu ifade gene önceki vahiyler ve Resullerin önemini ortaya koyuyor. Hz. Muhammed(s) de önceki resuller gibi bir Resuldür ve O’na gelen vahiyler ile yaptıkları; önceki resullerde olduğu gibidir. Aralarında herhangi bir fark yoktur. Daha önce yukarıda da değindiğimiz gibi, önceki vahiylere bağlı Müminler/Müslümanlar ile son gelen vahye bağlı Müminler/Müslümanlar arasında kesinlikle bir savaş ve anlaşmazlık olmamalı, Kur’an ve önceki kitaplarda insanlardan istenen budur. Geçmiş nesiller bu önemli meseleyi gereği gibi görememiş ve istenen tabloyu ortaya koyamamışlardır. Hep böyle gidecek diye bir şey yok, doğrusu ayetlerin mesajları ortada… Bu konu tam olarak anlaşılır ve gereği yerine getirilebilirse; işte “fevzul kebir /kurtuluş/yani yeryüzü cennetine giriş” odur… Bu bağlamda asırlar boyu dinlere, mezheplere, tarikatlara dayalı yapılan savaşların hepsi gereksizdi ve bugün için onların hiçbir anlamı yoktur. Onların hepsi unutulup değişik zamanlarda gelen vahiylerin ortak değerleri ile bir esenlik ve barış yurdu inşa edilebilir… Yoksa bu sürdürülen savaşlar ile insan öldürme ve öldürülmelerinin sonu gelmeyecektir. Bu gün değilse bile yarın ya da öbür gün kendimiz ya da çocuklarımız öldürülebilir/katledilir… Bir Dünya Esenliği ve Barışından söz ediyoruz; anlayana aşk olsun!
Gelelim az önceki pasajın girişinde sözünü ettiğimiz lafızları aynı olan ayetlere; “Buna karşılık sizden hiçbir ücret de istemiyorum.” Evet, bu konu da içler acısı, kocaman bir yaradır! Belki de bütün olumsuzlukların merkezindeki temel neden, bu ayetin mesajlarından anlaşılabilir. Bu cümleden/sözden; tebliğ; müjde ve uyarı; vahiylerdeki mesajların insanlara iletilip duyurulması ve onun ilkelerine davet edilmesi çalışmalarında insanlardan ücretin alındığını, ancak bunun doğru uygulama olmadığını anlıyorum. Doğrusunun bu tür çaba ve çalışmalarda bir ücretin alınmaması yönünde olduğunu anlıyorum. Bu evrensel bir mesajdır, öyle ise hem önceki devirlerde söz konusuydu, hem şimdi. Ayetteki mesaj çok açık olduğundan ve Rabbine giden Doğru Yolu az önce tespit ettiğimizden sözü fazla uzatmadan hemen söyleyelim: Din Görevlisi, Din Adamı diye bir sınıf olmamalıdır. Hiç kimse dinsel faaliyette bulunma bahanesiyle herhangi bir ücret almamalıdır. İnsanlar din üzerinden kendilerine bir konfor sağlamamalıdır. Medyanın her türlüsünde vahiy mesajları adına bir şey söyleyen, yazan ve çizen hiç kimse bir ücret almamalıdır. Bütün bunlar ve bunlara benzer eylemler, etkinlikler fahri ve gönüllü yapılan davranışlar olmalıdır. Allah şu kadar ayette Kur’an ile tebliğ için bir ücretin alınmamasını defalarca ya resullerine söyletmiş ya da doğrudan kendisi buyurmuş; ikisi de aynı şeydir ve tek kapıya çıkar: bu tür tutum ve uygulamalar günah, yanlış ve yasaktır… Allah’ın dilediği Yol bu değildir.
Ramazan günü: dün yiyip içiyordum, bugün onları yapmıyorum, o kadar!