Ermeni olmayan katılımcıların tamamına yakını “Soykırım yok” diyor…
Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği’nin (PODEM), Türkiye’de Ermeni meselesine nasıl bakıldığını anlamaya dair yürüttüğü çalışmanın sonuçları açıklandı. “1915 ve Ötesi: Türkiye’de Toplumsal Algı” başlıklı rapora göre, Türkiye’deki Ermeniler “1900’lerin başından beri fişlenme korkusuyla yaşıyor” ve son dönemde bu durum “bir paranoyak ruh haletine” dönmüş durumda. Araştırmaya katılan bir kişi, “Türk ve Müslüman olmayan insana şu ülkede çok garip bakılmaya başlandı. Ama Ermeni olarak özellikle bunu her geçen gün hissediyorum” görüşünü dile getiriyor. Araştırmada, Ermeni ve Ermeni olmayan vatandaşlara ‘soykırım’ tartışması hakkında ne düşündükleri de soruldu. Türkiyeli Ermeniler yaşananların bir ‘soykırım’ olduğunu savunurken, Ermeni olmayan 74 katılımcıdan sadece iki tanesi 1915’te yaşananları ‘soykırım’ olarak adlandırıyor.
Rapora göre, gayrimüslim vakıf mallarının bir bölümünün iadesi, Ermeniler için olumlu olmakla birlikte yetersiz bulunuyor. Ermeni katılımcıların tamamına yakını iktidarın iki yıl üst üste açıkladığı taziye mesajlarını “iki yüzlülük” olarak yorumluyor. Raporu değerlendiren Etyen Mahçupyan, bu nitelemeyi “Soykırımın varlığı reddedildiği sürece taziyelerin yüzeysel kalması kaçınılmaz gözüküyor” sözleriyle açıklıyor.
Aybars Görgülü ve Sabiha Şenyücel Gündoğar’ın yürüttüğü, sonuç değerlendirmesinin Etyen Mahçupyan tarafından yapıldığı araştırmada, farklı şehirlerden katılımcılara, 1915 olayları ile ilgili güncel siyasi soruların yanı sıra Ermenilerle komşuluk, evlilik, ticaret gibi konular da soruldu.
Rapor; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kayseri, Diyarbakır, Trabzon ve Kars’ta yapılan odak grup toplantılarının ve derinlemesine mülakatların değerlendirmesini içeriyor. Agos’tan Fatih Gökhan Diler‘in haberine göre, 1915 hakkında Türkiye toplumunun ne hissettiğine, Ermenilerin bugün Türkiye’de kendilerini nasıl gördüğüne, toplumun diğer kesimlerinin Ermenilere bakışına ve Ermenistan hakkında ne düşünüldüğüne dair bakış açılarını yansıtan çalışma, 82 kişinin katıldığı odak grup toplantılarının yanı sıra 26 kişiyle yapılan mülakatlara dayanıyor.
Odak gruplarda katılımcılar farklı siyasi görüşlerde; etnik kimliklerine göre Ermeni, Kürt ve Türk; cinsiyetlerine göre kadın, erkek ve karma; yaş dağılımına göre gençler ve 25-55 yaş arasında karma gruplar olarak ayrıştırılıyor. Derinlemesine mülakatlar kısmında ise İstanbul ve Ankara’da farklı siyasi görüş ve mesleklere sahip 26 kişiyle görüşmeler gerçekleştirildi. Çalışmada çarpıcı değerlendirmeler de yer alıyor.
“Soykırım yapmak isteseydik,
hiçbirini bırakmazdık”
Ortaya çıkan sonuçların başında Türkiyeli Ermeniler grubu ile diğer gruplar arasındaki farklı tarih okuması geliyor. Ermeni grubunda tarihe yönelik belirli bir ilgi ve bilgi gözlemlenirken, bu grubun katılımcıları için 1915’te yaşananların tanımı net olarak soykırım. Ermeni katılımcının olmadığı diğer gruplarda ise genel olarak tarihe yönelik bir ilgisizlik olduğufarkediliyor. Soykırım tartışmasının ötesinde, 1915’te ne olduğuna dair genel bir bilgi eksikliği de var.
Ermeni katılımcının olmadığı gruplarda resmi tarih söyleminin sıklıkla vurguladığı argümanlar dile getirilmekte. Ermenilerin dış güçler tarafından kışkırtıldıkları, daha önce kardeşçe yaşayan halkların dış mihrakların oyunu sonucunda birbirlerine düşman edildikleri düşünülüyor. Ermeni olmayan 74 katılımcıdan sadece iki tanesi 1915’te yaşananları soykırım olarak adlandırıyor. Büyük çoğunluk, 1915’in soykırım olarak adlandırılmasını tümüyle reddetmekte ve o dönemde Ermenilerin göç sırasında ya da savaşın doğal koşulları nedeniyle kayıp verdiklerini söylüyor.
Ankete katılan bazı kişilerin görüşleri şöyle:
“Savaş şartlarında her yerde açlık ve hastalık yaygındı, Ermeniler böyle kırıldılar.” (İstanbul, kadın, 21 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Arkadaşımın da dediği gibi isteseydik soykırım yapmak, hiçbirini bırakmazdık. 1935-45 arası Adolf Hitler’in yaptığı mantığa bakarsak gaz odaları var yakmalar var. Bizim elimizde silah var. Bunları göç ettiriyormuşuz. İstediğimiz zaman istediğimiz yerde öldürebilirmişiz.” (Ankara, erkek, 33 yaşında, memur)
“Bugün ailesinden soykırım kurbanı olmamış kimse yoktur Ermeniler arasında. 1915 olaylarını büyükannelerinden, büyükbabalarından dinlemişlerdir. Soykırımın canlı tanıkları vardır.” (İstanbul, kadın, 22 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Soykırımdan kurtulan aileler parçalanmıştır. Türkiye’de kalanların bir bölümü Müslüman olmuştur, dışarıya giden akrabalar ise Hristiyan’dır.” (İstanbul, erkek, 55 yaşında, esnaf)
“Demek ki olaylar olmuş, özür dileniyor”
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde, 1915’te hayatını kaybedenlerin torunlarına başsağlığı dileyen mesajından sonra 2015’te de bu kez Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından bir taziye mesajı yayımlandı. Osmanlı Ermenilerinin hatırasına ve Ermeni kültürel mirasına sahip çıkmanın Türkiye için tarihi ve insani bir görev olduğunu dile getiren mesajda, adil hafıza kavramına vurgu yapılarak hayatını kaybeden masum Osmanlı Ermenileri anıldı ve torunlarına taziye iletildi.
Ermeniler ile yapılan odak grup çalışmasında taziye mesajları ve 1915 açılımının olumlu algılanmadığı, bu çabaların iki yüzlülük olarak nitelendiği görülüyor. Bir yandan soykırım yoktur deyip, öte yandan taziye mesajı yayınlamanın çelişkili bir durum olduğunu belirten katılımcılar, mesajların bir göz boyama çabası olduğunu ve “bu meselenin üstünü örtelim, geçmişi unutalım” anlamına geldiğini ifade ediyorlar. Sıklıkla dile getirilen devlete yönelik güven eksikliği, taziye mesajlarının algılanışını da etkilemiş görünüyor. Özellikle tarih kitaplarında Ermenilerin tasvir ediliş biçimi ve kendilerini hain olarak tanımlayan bakış açısı değişmeden devletten gelecek adımların samimiyetine inanamayacaklarını dile getiriyorlar.
Ermenilerin yer almadığı gruplarda söz konusu mesajlara yönelik farklı düşünce ve duygular dile getiriliyor. Mesajları olumlu bulup doğru bir hamle olarak nitelendirenlerin yanı sıra bu şekilde mesajlara gerek olmadığını ifade edenler de var.
Görüşlerden bazıları şöyle:
“Şimdi bugün ben hükümetin bu konuyla alakalı tavrını, tarzını doğru buluyorum. Geçmişte, arkadaşımızın dediği, gibi olan oldu, şu anda hiçbirimizin, ne bizim babalarımızın ne de dedelerimizin, ne de bizim, ne de bizim çocuklarımızın o gün yaşanan olaylarla alakalı bir mesuliyeti olamaz.” (Trabzon, erkek, 43 yaşında, bankacı)
“Yani soykırım olaylarının daha fazla büyümemesini istiyorlar bence. Çünkü kabul etmeleri mümkün değil, ettiklerinde çok farklı sonuçlar doğuracak. Yani toprak vermeleri gerekecek belki de. Bunu da hiçbir ülke kabul etmez, başa kim geçse kabul etmez.” (İstanbul, kadın, 24 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Bence seçim öncesi bir taktik bu. Yani 2014 başkanlık seçiminden önce uygulanan bir taktik. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu soykırımla ilgili görüşlerine, söylediklerine baktığımda, yani bunun kadar yumuşak olduğunu hiç görmemiştim yani.” (İstanbul, erkek, 18 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Öyle bir mesaj da göndermişse kabul ediyor demektir. Demek ki olaylar olmuş, özür dileniyor.” (Diyarbakır, kadın, 43 yaşında, ev kadını)
“Resmen paranoyak olmuş durumdayız”
Tartışmalarda üzerinde durulan önemli noktalardan birisi de Ermenilerin Türkiye’deki konumu, eşit vatandaşlar olarak görülüp görülmedikleri ve ayrımcılık konularıydı. Çalışmanın bu bölümünün ortaya koyduğu en net sonuç Türkler ve Ermenilerin birbirine aynı derecede güvenmiyor oluşu:
“Osmanlı zamanında olmuştur bunlar. İhanet olayı olmuştur. Size bir şey sorayım. Şu anda bir savaş çıktı diyelim. Senin Genelkurmay Başkanın Ermeni ve Ermenistan’la savaşıyoruz. Tavrı ne olur? Güven vermez.” (Ankara, erkek, 38 yaşında, memur)
“…Türkiye’de azınlık durumundaki hâkim olduğu zaman ne bileyim, güven kaybolabilir. Sonuçta karar verme mevkisinde,…güveni kırabilir.” (İstanbul, erkek, 22 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Güvensizlik had safhada. Kime güveneceksiniz? Azınlıklar üzerinde oynanan oyunları herhangi bir şekilde medyamız yansıtmıyor. Hani hayvanlar alemi gibi, apaçık, hayvanlar alemi gibi, kim güçlüyse oraya el koyuyor. Neyinizi alabileceksiniz, kime gideceksiniz, polise gidince ‘lan gâvur’ diyor.” (İstanbul, erkek, 42 yaşında, esnaf)
“Fişlenmekten hepimiz çok korkarız. Yani bu 1900’lerin başından beri özellikle korkar olduk bundan. Biz resmen paranoyak olmuş durumdayız. Türk ve Müslüman olmayan insana şu ülkede çok garip bakılmaya başlandı. Ama Ermeni olarak özellikle bunu her geçen gün hissediyorum.” (İstanbul, kadın, 22 yaşında, üniversite öğrencisi)
“Azerbaycan’ı kızdırmadan sınır açılabilir”
Katılımcılar Türkiye’ninAzerbaycan ile ilişkileri bozmadan Ermenistan ile sınırı açabileceğine vurgu yaptıkları görülüyor.Türkiye’nin bölgeye yönelik siyasetinin dayanak noktasının Azerbaycan ile ilişkiler olduğu veKarabağ sorunun çözümünde adım atılmadan sınırın açılmayacağının yetkili ağızlardanbirçok kez dile getirildiği dikkate alındığında, Türkiye’nin bu siyasetinin toplumsal bir karşılığıolduğuda görülüyor. Özellikle kapalı sınırın yarattığı sıkıntılardanmuzdarip olan Kars gibi doğu illerinde sınırın açılmasının getireceği ticari avantajlar sıkçavurgulanıyor ve sınırın açılması için toplumsal bir talep olduğu görülüyor.
Etyen Mahçupyan: Soykırım reddedildiği sürece Ermeniler için taziyeler iki yüzlülük
Etyen Mahçupyan’ın rapora ilişkin sonuç değerlendirmesi şöyle:
Osmanlı İmparatorluğu’nun mahareti birbiriyle kültürel ve hukuki açıdan bağlantılı olmayan çok sayıda mezhepsel ve etnik cemaati bir arada, aynı devlet çatısı altında tutabilmesiydi. Cemaatler arası formel bir kamusal alanın yokluğu, her bir cemaatin sorunlarını ve taleplerini doğrudan devletle çözme geleneğine yol açmıştı. İmparatorluğun dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan Türkiye ulus devletinde cemaatler hukuksal varlıklarını yitirdiler, ancak Türk/Müslüman olmayanların ulusun asli üyeleri olmaları da mümkün olmadı. Çünkü vatandaşlık etnik temelde tanımlandı ve İslam söz konusu etnisitenin önkoşulu olarak algılandı.
Bu süreçte Ermeni cemaati devletin formel bir muhatabı olmaktan çıkarken, Ermeniler de gerçekte ne eşit vatandaş olarak kabul edildiler, ne de kendilerini böyle görebildiler. Ancak aynı ölçüde kritik bir handikap, Ermenilerin Müslüman cemaatle olan ilişkisinin de aşırı kısıtlı olmasıydı. Bireysel tanışıklıkların ürettiği bilgilenmenin dışında, her iki taraf da birbiri ile ilgili formel ve doğru bilgi edinme ve tanıma kanallarından yoksundu. Devlet ise bu açığı gidermek bir yana, daha da derinleştirecek ayrımcı politikaları uygulamakta tereddüt etmedi.
Oysa eşit vatandaşlık meselesi iki toplum arasındaki tek yakıcı konu değildi. 20. yüzyılın başında Anadolu nüfusunun yüzde 15-20’sini oluşturan Ermeniler 1915 yılındaki askere alımlar ve tehcirle radikal biçimde azaltılmış, bu stratejik yaklaşım sonraki yıllarda Cumhuriyet yönetimi tarafından da sürdürülmüştü. Diğer taraftan ülkenin doğu sınırında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti Sovyet sisteminin parçası olmuş, sonraki yıllarda Azerbaycan ile Karabağ anlaşmazlığı nedeniyle silahlı çatışma içine girmişti.
Dolayısıyla Ermeni meselesi diye tanımlanan durumun bugün kabaca üç ayağı bulunuyor: 1915 ve Soykırım tartışması, eşit vatandaşlık temelinde hak ve özgürlükler meselesi ve nihayet Ermenistan ile Azerbaycan, giderek Ermenistan ile Türkiye arasındaki diplomatik ve askeri gerilim.
Odak grup çalışmalarından ve derinlemesine mülakatlardan oluşan saha araştırması, her biri çetrefil ilişkilere ve algı dengesine dayanan bu üç konuyu da kuşatan temel zemini göz ardı etmemek gerektiğini hatırlatıyor. Söz konusu zemin, birbirini tanımayan, karşısındakinin kaygı ve beklentilerinden habersiz olan ve hatta bununla fazla ilgilenmeyen, oysa binlerce yıl yan yana yaşamış iki toplumun ortak dramını yansıtmakta.
İlk gözlem bu karşılıklı tanımama ve bilmeme halinin her iki tarafta da korunmacı ve savunmacı bir yaklaşım ürettiği ve bunun karşılıklı güvensizlikle sonuçlanmış olduğu. Farklı tarihsel algı ve yorumların da etkisiyle taraflar birbirine kuşkuyla yaklaşıyor ve ‘gerçek’ niyetlerin görünür olanlara kıyasla çok daha ‘tehlikeli’ olduğunu düşünüyorlar.
İkinci olarak, Türklerin fikirsel açıdan geniş bir yelpaze oluşturdukları, üzerinde fazla durulmayan ve kamuoyu önünde derinliğine irdelenmeyen bir konu olması nedeniyle Ermeni meselesinde görüş birliğinden uzak bir tablo çizdikleri görülüyor. Bunun bir uzantısı Türkler adına geliştirilen pozisyonların genelde yüzeysel kalması ve ideolojik söylemin ötesine gidememesi. Dolayısıyla muğlak ve iyi tanımlanmamış bir fikirler yumağı mevcut. Bu durum devletin resmi dilinin de her şeye rağmen çok etkili olmamış olduğunu gösteriyor. Ancak eklemek gerek ki ortada Türkiye’ye yönelik bir tehdit olduğunda devletin resmi söylemi etrafında toparlanma yaşanıyor.
Buna karşılık Ermeniler genelde hemen her konuda çok daha homojen bir duruş sergiliyor. Bunun nedenlerinden biri muhakkak ki Ermeni cemaatinin niceliksel ufaklığı. Ancak son derece benzer bir aile tarihine sahip olunması ve nesiller boyu neredeyse hep aynı sorunlarla karşılaşılması Ermenilerin ortak bir kanaat üretmelerine neden olmuş gözüküyor. Bu ortak kanaatlerin kapalı cemaatsel yapı içinde ‘mayalanması’ net ve kesin yargıların doğmasına neden olmuş. Ermenilerin zihinsel dünyasında bu konular belirgin, köşeli ve özgüvenli bir ifade kazanmış.
Bu arka planı veri alarak baktığımızda, tarih, vatandaşlık ve dış politika olarak özetleyebileceğimiz her üç alanda da net bir ayrışma olduğunu kayda geçirmek gerekiyor.
Tarih her iki kesim için de ‘duygusal’ bir konu. Ancak Ermeniler yakın tarihe somut olaylar üzerinden yoğun bir ilgi duyarken, Türklerin esasta tarihe ilgisiz kalmayı tercih ettikleri ve onu soyut ve ideolojik bir düzlemde tanımladıkları anlaşılıyor. Bu nedenle tehcir ve soykırım konusu da Ermeniler için bir yaşanmışlığı, oysa Türkler için ideolojik yanı güçlü bir iddiayı ifade ediyor. Ermeniler açısından soykırım bir ‘asgari’ tanımlama, çünkü yaşananları kabullenmenin önkoşulu. Buna karşılık Türkler açısından soykırım bir ‘azami’ taviz, çünkü kendi kimliğini bizzat kendi gözünde tehlikeye atıyor. Dolayısıyla Ermenilerin temel dürtüsü hatırlama ve hatırlatma iken, Türklerinki daha ziyade unutma ve unutturma şeklinde ortaya çıkıyor.
Bu nedenle Türkler her sıkışma anında resmi tarih söylemine rücu ederek asıl suçlunun Ermeniler olduğunu söylemek zorunda hissedebiliyorlar. İhanetle suçlamaktan, ‘hak ettiler’ yargısına, oradan ‘kasıt yoktu’ ve ‘herkes acı çekti’ önermelerine ve nihayet ‘fıtratımızda yok’ savunmasına uzanan söylem yelpazesi aslında konudan kaçmayı hedefliyor. Buna karşılık Ermenilerin bizatihi soykırımın varlığı konusundaki sertliğinin, hayatın çoğulcu ve karmaşık yapısı irdelendiğinde yumuşadığı ve diyalog kanallarını ima ettiği söylenebilir. Örneğin hayatta kalan çok sayıda ailenin Müslümanlar tarafından korunmuş oldukları gerçeği tarihin ‘birlikte’ yazılabilmesi için iyi bir çıkış noktası.
İkinci temel alan olan vatandaşlık konusunda Ermenilerin geçmişteki olaylarla desteklenen bir itilmişlik duygusu içinde oldukları görülüyor. Soyut düzlemdeki eşitliğin somutta yaşanamadığı, sistematik ve yerleşik bir ayrımcılığın hala giderilemediği anlaşılıyor. Kendilerinin yabancı veya misafir olarak görüldükleri algısına sahip olan Ermeniler, devletten korku duyarken Türklerin de kendilerine karşı gizli bir nefret duygusuna sahip olduğunu düşünüyorlar. Bu durumun kamusal alanda en somut delillerinden biri olarak Ermenilerin kamusal alanda görev almalarından duyulan rahatsızlık zikrediliyor.
Nitekim Türklerin bakışı bu değerlendirmeyi doğruluyor. Katılımcıların ve görüşmecilerin büyük kısmı Ermenilerin temsili konumlara gelmesinden, ya da güvenliği ilgilendiren kamusal görevleri üstlenmesinden rahatsız olacağını beyan ediyor. Bu da Türklerin duygusal dünyasında gerçek bir eşit vatandaşlık halinin sindirilmemiş olduğunu ortaya koyuyor. Türklerin Ermenilerdeki tedirginliği anlamakta zorlandığı, empati zorunluluğu hissetmedikleri de kayda geçebilecek bir başka sonuç. Öte yandan ticaret alanında bu türden bir önyargının olmadığı, hatta aksine karşılıklı güvenin varlığı dikkat çekmekte. Bu durumdan yararlanmak üzere Ermenilerin ve diğer gayrımüslimlerin ekonomi alanında kamusal görevler üstlenmeleri iyi bir başlangıç ortamı yaratabilir.
Üçüncü alan olan dış politika ise tamamen Ermenistan/Azerbaycan ihtilafı tarafından bloke edilmiş gözüküyor. Her iki tarafın da daha serinkanlı yaklaştığı ve gerçekçi analizler yaptığı konuda, tarihsel meselelerin aksine bu kez Türk tarafının somutu öne çıkaran bir bakışı olduğu söylenebilir. Karabağ’ın kendine özgü durumundan ziyade Azerbaycan’la olan iyi ilişkilerin değeri kayda geçiriliyor ve bu ilişkilerin korunması büyük ölçüde Türkiye’nin çıkarları gözetilerek savunuluyor.
Buna karşılık Ermenilerin meseleye Ermenistan sempatisi içinde bakmaları çok şaşırtıcı değil. Ancak bunun güçlü bir milliyetçi bağı ifade etmediği, sadece bu ülkenin yaşayabilirliğinin sağlanması açısından bir kaygıya denk geldiği de görülüyor. Nitekim Karabağ Ermeniler için bile arka planda kalan, neredeyse bizim dışımızdaki bir çatışma olarak söz konusu ediliyor. Her iki tarafın da milliyetçilikten ziyade pragmatik bir tutum izlemesi, dış politikanın yaşanan tıkanmaya rehin edilmemesinin mümkün olduğunu ima etmekte. Aynı yaklaşımın bizzat söz konusu iki ülkede de epeyce yaygın olduğunu söyleyen araştırmaları dikkate alırsak, Türkiye’nin öncülüğünde Ermenistan ve Azerbaycan’ı bir araya getirecek her türlü teknik ve mikro projenin bölgede barışın yerleşmesi açısından sinerjik bir etki yaratma ihtimali görülüyor.
Konu bazında temel ayrışma alanlarının ötesinde Ermeni ve Türk toplumları arasında son dönem gelişmeler ve beklentiler açısından da doğal olarak farklar mevcut. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte gayrımüslim vakıf mallarının bir bölümünün iadesi, Ermeniler için olumlu olmakla birlikte yetersiz bulunuyor. İktidarın iki yıl üst üste açıkladığı taziye mesajları ise daha problematik, çünkü doğrudan soykırım iddiasıyla ilintili. Ermeniler taziye mesajlarının değerli olduğunu düşünseler de bir tür iki yüzlülük yansıttığı duygusuna sahipler. Soykırımın varlığı reddedildiği sürece taziyelerin yüzeysel kalması kaçınılmaz gözüküyor.
Buna karşılık Türkler taziye konusunda çok farklı tepkileri aynı anda yaşayabiliyorlar. Bir yönüyle insani bir bakışı yansıtan söz konusu mesajlar, aynı anda ‘suçun’ kabulünü ima ettiği için tehlikeli de bulunabiliyor. Dolayısıyla Türklerin ortak yaklaşımının bu konunun fazla büyütülmemesi, taziyelerin teknik bir hamle olarak kalması olduğu söylenebilir. Her iki tarafın da taziye mesajlarına aşırı bir anlam yüklememesi ama temelde olumlu yanını kayda geçirmesi, hükümetin elini rahatlatan bir zeminin varlığına işaret ediyor. Bu zeminin yine her iki tarafa da olumlu gelecek adımlarla genişletilmesi doğru bir tavır olabilir. Örneğin okul kitaplarının ayrımcı yanlarından temizlenmesi ve çoğulcu bir bakış, mukayeseye imkan veren bir üslupla yazılması, gelecekte verilecek mesajların işlevini büyük ölçüde artıracak, psikolojik açıdan kabul edilir kılacaktır.
Gelecekte gerçekleşme ihtimali olan ama gündemde yerini koruyan ‘tarih komisyonu’ da benzer bir farklılığa tekabül etmekte. Yine her iki taraf açısından da temelde olumlu görülen, ancak detaya inildiğinde çok farklı yorumlanabilen bir konu… Ermeniler için tarih komisyonu her halükarda soykırım konusunun tartışılmasına vesile olması açısından bir yarar ifade etmekte. Bu sayede kamuoyunun bilgilenmesi ve etkilenmesi mümkün olacak.
Buna karşılık Türklerin epeyce tedirgin oldukları anlaşılıyor. Komisyonu kurmakla bu tarihsel meselenin henüz tanımlanmamış bir konu olduğunun kabul edilmiş olacağını ve böylece soykırıma kapı açılacağını düşünmenin yanında, komisyon kurmaktan kaçınmanın da korkmak, dolayısıyla soykırımı kabullenmek anlamına geleceğine işaret ediliyor. Öte yandan böyle bir komisyonun üreteceği sonuçları hazmetme açısından da Türklerin rahat olmadıkları anlaşılıyor. Soykırım kararını kabul etmek istemeyen, tazminata ideolojik olarak tepki vereceğini söyleyenler var. Muhtemel komisyonun Türklerle Ermenileri karşı karşıya getirmesi halinde bir yarar sağlamayacağı açık. Türkiye her iki tarafta da eleştirel tarih bakışına açık insanların varlığını garanti eden bir komisyon önerdiği takdirde, hem Türklerdeki rahatsızlıkları giderebilir hem de gerçek bir yakınlaşmayı mümkün kılabilir.
Bütün bu ayrışmalar ve farklılaşmalar yanında Ermenilerle Türkleri buluşturan birçok ortak nokta da var ve bunlar hem tarihle barışma, hem iki toplum arasındaki algı kopuşunu tamir etme, hem de bölgedeki karşılıklı husumeti giderme açısından hükümete önemli imkanlar sunabilir. Birinci olarak her iki taraf da bazı tespitlerde ortaklaşıyor. Türkiye’de AK Parti hükümetleri ile birlikte ayrımcılığın azaldığı, tartışma ortamının özgürleşip çeşitlendiği görüşü hakim. Gidişin olumlu yönde olduğuna dair bir kuşku yok.
İkincisi hem taziye mesajları hem de komisyon önerisi her iki taraf açısından da temelde olumlu girişimler olarak görülüyor. Ancak bu hamlelerin Ermeniler için küçük, Türkler için büyük bir adım oluşturması, açılan kanalda dikkatli ve derinleşerek gidilmesi, bu iki alanın farklı tasarruflarla desteklenip beslenmesi gerektiğini ima ediyor.
Üçüncüsü sınırın şartlı olsa da açılmasına, ticari ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesine yönelik ortak bir tutum söz konusu.
Dördüncü olarak, kendi aralarındaki ihtilaf konularına üçüncü ülkelerin ve Batının müdahil olması her iki tarafça da tepkiyle karşılanıyor. Bu ortak duygu hükümeti çok daha esnek davranmaya, çeşitli kanallardan işbirlikleri arayışına girmeye davet ederken, bu girişimleri üzerinde tehdit hissetmeden yapabileceğine de işaret ediyor.
Nihayet son olarak her iki tarafta da geleceğe ilişkin bir umutsuzluk görülüyor. Sorunların kısa vadede çözüleceğine, bir normalleşmenin yaşanacağına inanç az. Dolayısıyla sırf bu inancın geliştirilmesi ve gerçekçi bir umudun yaratılması bile, meselenin çözümü açısından büyük bir eşiğin aşılmasını ifade edecek.
Ermenilerle Türkler arasındaki ilişkiler bir tarafın güvensizliği ile diğer tarafın endişeleri arasındaki gerilimle belirlenmekte. Durum bu haliyle kaldığı sürece hiçbir adımın kalıcı ve inandırıcı bir etki yaratmayacağını söylemek mümkün. Türkiye’nin Ermenilerin güvensizliğini, Türklerin ise endişelerini aynı anda giderecek adımları birbirini tamamlayan bir paket içinde atması ve her iki tarafa da bu bütünlük mesajını verebilmesi lazım. Bu yönde samimiyet ve kararlılık gösterilebildiği takdirde, her iki topluma da inandırıcı gelecek ve geçmişten geleceğe ilişkilere yeniden bakma enerjisi üreterek karşılıklı tanıma ve anlamayı mümkün kılacak bir ortam yaratılabilir. Bugün çözülmez gözüken birçok siyasi mesele bu yaratılacak ortamda, her biri kendi mecrasında insani çözümlere kapı açacaktır…