“Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir” (Vakıa, 56: 13, 14). Bu ayetlerle ilgili olarak Cabiri şöyle bir yorum yapmaktadır: “Bu ayetlerin anlamı konusunda tefsir âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre “çoğu öncekilerden” ifadesi İslâm’a ilk giren ve büyük kısmı fakir kimselerden oluşan grubu kast eder, “azı sonrakilerden” ifadesi ise sonradan Müslüman olanları. Bu mana bağlama en uygun mana olduğu gibi girişte verdiğimiz rivayete de uygundur”(1) Söz konusu rivayet şudur: “Rivayet edildiğine göre bu surenin (Vakıa Suresi) “Onların çoğu öncekilerden, azıda sonrakilerdendir” ayetleri indirilince Hz. Ömer, Ey Allah’ın Peygamberi! Demek ilk Müslüman olan grubun çoğu, fakat biz sonradan Müslüman olanların az bir kısmı kurtulacak” der. Surenin geri kalan kısmı bir sene sonra iner ve orada “Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonradakilerdendir” denilir. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Ey Ömer! Allah ne buyuruyor!” der.”(2)
Cabiri, yukarıdaki alıntıya göre ayetleri sadece Resulullah’ın(s) dönemindeki insanlar için olduğu yönünde anlamaya meyilli görünüyor. Oysa “öncekiler” ve “sonrakiler” ifadeleri sadece Resulullah’ın(s) zamanındaki Müslümanları değil, bütün zamanlardaki Müslümanları kapsar diye düşünüyorum. Yani söz konusu kurtuluşla ilgili derece farkı tüm zamanlardaki Müslümanlar için geçerlidir. Bu anlamda konunun tarihsel bir yanı olduğu gibi, aynı zamanda evrensel bir mesaj da taşımaktadır. İnanç ve ideoloji anlamında her toplumda öncekiler ve sonrakiler vardır. Burada soru; kişinin ateist ve materyalistliği doğuştan olmadığı gibi, Müslümanlık da öyle midir? Yani Kişinin Müslümanlığı doğuştan mıdır, yoksa serbest irade ile Allah’ın insanlar arasından seçtiği bir elçi ve ona indirdiği bir Kitap ile gösterip teklif ettiği İslam Dinini (Allah’a bilinçli olarak teslim olmayı) kabul etmekle midir? Daha kısa ve vecize tadındaki bir söylemle; Müslüman doğulur mu, olunur mu? Şimdi konuyu bu bağlamda düşünürsek; “öncekiler” ve sonrakiler daha bir anlam kazanır ve değeri ortaya çıkar.
Buraya kadar üzerinde tartıştığımız ayetler bağlamında bir de aynı suredeki 39 ve 40’ncı ayetlere yukarıda naklettiğim rivayet çerçevesinde bakalım: “Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonradakilerdendir” (Vakıa, 56: 39, 40). Bu ayetlerdeki mesajın evrensel bir anlam taşıdığı artık apaçıktır. Bu nedenle konunun evrensel boyutuna işaret ediyorlar diye düşünüyorum.
Aynı surede yukarıda “öncekiler” ve “sonrakiler” olarak sözü edilenlerin tam zıddı bir topluluktan da şöyle söz ediliyor: “De ki: ‘Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka bilinen bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır” (Vakıa, 56: 49, 50). Bu ayetleri 13, 14 ve 39, 40’ncı ayetlerle ilgili görüşümüzü destekliyor. Bu ayetlerin hepsini bir arada düşünürsek şöyle bir ders çıkarabiliriz: öncekiler (evvelin) – sonrakiler (ahirin) ifadeleri bütün zamanlar için geçerlidir. Tüm zamanlardaki insanlardan iyiler (yemin ehli) ve kötüler (şimal ehli) ahrette hak ettiklerine kavuşacaklardır. Burada savunduğumuz görüşü şu ayetin de desteklediğini düşünüyorum: “Burada ilk inananlar biz olduğumuz için (in kâne evvele el müminin), şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz” (Şuara, 26: 51).
Vakıa suresinin Mekke’de ve Resulullah’ın(s) ilk vahyi aldığı günden itibaren altıncı yılda indiği kabul edilir. Dolayısıyla değişik kabileler ve topluluklar içinde ilk Müslüman olanlar kolayca biliniyordu. Elbette her konuda ilk adımı atıp öne çıkanlar, çekimser davranıp geri duranlara göre daha itibarlı ve değerlidirler. Hele bir de öne çıkışın cana ve mala zararı dokunuyorsa, ilk adım atanlar birer kahramandırlar. Bütün yeni inançların ve düşünsel hareketlerin öncüleri, önden gidenleri vardır. Bütün resullerin tevhit mücadelelerinde ve diğer liderlerin gerçekleştirdikleri devrimlerde söz konusu durumu gözlemlemek gayet kolaydır.
“Öncekiler” ve “sonrakiler” meselesi aslında ilgili alanlarda sürekli işleyip duran evrensel ve doğal bir yasadır. Vakıa suresi bu ayetlerle, diğer ayetlerde ahrete vurgu yapar gibi, İslam’a ilk girenler ile daha sonra Müslüman olanlar arasındaki derece farkını vurgulamaktadır. Bu, bütün insanlar için çok önemli ve değerli bir uyarıdır. Burada üzerinde durduğumuz ayetler Kur’an ve sureler içinde kendi başlarına yer alan bağımsız birer bilgi ve ifade değildir. Bu anlamda bu ayetler öyle durup dururken, ortada hiçbir şey yokken nazil olmamışlardır. Hiç şüphesiz ortada bağlamına uygun iklim ve olaylarla kişiler var. Bunları ayetlerin önlerindeki ve onları izleyen ayetlere bakarak görebiliriz. Sırası ile üzerinde durduğumuz ayetleri, içinde bulundukları ayetler grubunda görelim ve yukarıda bir soruyu gündeme taşımıştık; bu değerlendirmelerden sonra o soruya cevap arayalım.
“(İman ve amel)Yarışında öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (kalplerini sürekli Allah ile meşgul ederek) Allah’a yaklaştırılmış kimselerdir. Onlar Naim cennetlerindedirler. Onların çoğu öncekilerden, azı da sonradakilerdendir. Onlar karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarlarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar. Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır. Bütün bunlar işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak verilir. …” (Vakıa, 56: 10-24). Cennetteki çok hoş ve güzel nimetler bunların ardından gelen ayetlerde anlatılmaya devam ediliyor. Olumlu (müspet, pozitif, iyi) “öncekiler” ve “sonrakiler” için vaat edilen cennetin bir kısmı böyle; “Bunlardan birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonradakilerdendir” anlamında olan 39 ve 40’ncı ayetleri de aynı bağlamda değerlendirebiliriz. 13 ve 14’ncü ayetlerle olan farka yukarıda bir rivayet bağlamında değinmiştik. Ve zaten 13 ve 14’ncü ayetlerin içinde bulunduğu ayetler grubunda sıralanan cennet nimetleri 38’nci ayete kadar devam ediyor ve sonrasında “Bunlardan birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonradakilerdendir” ifadesi geliyor. Bu ayetlerin öncekilerden bir yıl sonra indiklerini unutmamak gerekir. Çünkü ilerleyen süreçte işlenen ameller ve durum alışlar birbiriyle denk olabileceği gibi, farklılık da devam edebilir. Yani 39 ve 40’ncı ayet 13 ve 14’ncü ayeti kesinlikle nesih etmiyor (ne hükmünü ne de lafzını kaldırmıyor. Zaten Kur’an’da nesih edilen ayet yoktur ve nesih de geçersiz bir teoriden ibarettir). Dolayısıyla esas olan herkesin döneminde “öncekiler” den olmaya çabalamasıdır. Çünkü insanoğlu biraz sonra ne olacağını bilmiyor. Aslında bu da hoş bir nimettir!
49 ve 50’nci ayetlerin içinde yer aldıkları ayetler grubuna baktığımızda cehennemlikler karşımıza çıkıyor. Burada “öncekiler” ve “sonrakiler” sözleri başka bağlamda geçiyor, şöyle ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz! Evvelki atalarımız da mı? De ki: “Şüphesiz öncekiler de sonrakiler de, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır. Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka cehennemde bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz. …” (Vakıa, 56: 47-54). (3) Buradaki “öncekiler” ve “sonrakiler”; ”bütün insanlar”, anlamında kullanılmıştır. Başka bir deyişle “ herkes diriltilecek” anlamındadır. Bu gruptaki cehennem ve cehennemlikler konusu 56’ncı ayete kadar sürmektedir. 47-54’ncü ayetler grubu, imansızlıkta diretmenin sonunda tadılacak azabı hatırlatıyor. İmansızlık, irtidad, mürtedlik, dinden dönme ve fesat çıkarma hareketini de ilk başlatanlar ve sonra onlara uyanlar bağlamında düşünmek gerekir.
“Musa da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onarlın düzdükleri sihir takımlarını yutuyor. Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. “Âlemlerin Rabbine inandık” dediler. “Musa’nın ve Harun’un Rabbine.” Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Demek o,size sihri öğreten büyüğünüzmüş. Yakında göreceksiniz siz! Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi. Sihirbazlar şöyle dediler: “Zarar yok, nasıl olsa Rabbimize döneceğiz. Burada ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.”(Şuara, 26: 45-51). Metinde apaçık görüldüğü gibi canlar tehlikede, öldürülecekler. Ama Rablerinden umdukları çok önemli ve değerli bir şey var: o toplumda ilk inananlar oldukları için mağfiret edilmek, yani cennete konulmaktır… İmanda ilklerden olmak ve önde yürümek… Müslüman doğulur mu, olunur mu? Doğuluyorsa; Müslümanlıkla ilgili birçok soru cevapsız ve havada kalır… Olunuyorsa; akıl, irade ve sorumluluk bağlamında, sorulara ayağını yere basabilen cevaplar verilebilir. Doğuluyorsa anlamsız kalan “öncekiler” ve “sonrakiler”, olunuyorsa değerli anlamlar kazanabilir… (Allah’u a’lem!)
“”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
1-Muhammed Âbid El- Cabiri, Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, Fehmü’l Kur’an, Nüzul Sırasına Göre Tefsir, 1’nci cilt, s: 370, 149’ncu dip not, 1’nci baskı, çeviren: Muhammed Coşkun, mana yayınları (İlimyurdu Yayıncılık), İstanbul-2013
2- Cabiri, (a. g. e.), s:369
3- Yazıdaki ayet mealleri Fehmü’l Kur’an’dan alınmıştır.