Hayata, saf ve masum bir çocuğun gözünden bakmak, her zaman daha geniş, şeffaf ve adaletli sonuçlar üretir. Ardından, hayata ezilen kadınların, emekçilerin, mazlumların ve ezilen her ne varsa onların gözünden bakmak, en hayırlı ve tutarlı olan bakış olmaktadır.
İster sivil ister askeri olsun, yeryüzü tarihindeki darbeler, değişim dönüşüm dinamiklerinde olumlu değil, olumsuz karşı-devrim hareketleridir ve kullanma, kullanılma ilişkilerine tekabül ederler. İnsanların doğal, samimi, şeffaf ilişkilerine yapılan her hareket de doğal hayata, doğallaşması arzu edilen toplumsallaşmaya bir darbedir. Her iktidar bir parça, şu ya da bu oranda zor üretir. En sınırlı ve en az zor üreteni, en hayırlısı olandır. Bir iktidar, adaletsizlik, eşitsizlik ve zor üretmekte ısrarcı olduğu vakit, çürümeye de başlar. Bu hal ve durumdaki iktidarların değiştirilmesi, mevcut adaletsizliğin bilincine varan insanların büyük çoğunluğunun özgür iradesiyle gerçekleştiği vakit, toplumsal ve tarihsel bir dönüşümün, gerçekçi ve haklı sayılması mümkündür. İnsanların büyük çoğunluğunun özgür iradesini tanımayan veya iradelerini kıran ve onlar adına hareket ettiğini söyleyen her hareket, aslında yukarıdan doğal hayata müdahale eden, tahakkümcü ve zorba bir harekettir.
ESAS TERÖR HANGİSİ?
Korku ve şiddet tekelini her zaman kendi ellerinde tutan, soykırım, işgal ve talanda sınır tanımayan devletler, haydutluklarına son yüzyıldan beri küresel terör ağını kurmayı ve denetlemeyi de ilave ettiler. Küresel kapitalizm; terör ağını kurup denetleyerek, çöküşünü geciktirmek istiyor. Üstelik yeryüzünü yeniden paylaştıkları kanlı dünya savaşlarından sonra, savaşı çevre sömürgelere yayarak, silah ve askeri malzeme üreten ana ekonomilerini ayakta tutabiliyorlar. Savaşa bağımlı olan bu devasa ekonomiler, sisteme çok yüksek karlar getiriyor.
Küresel terör, ontolojik köklerinden koparılmış inançların ve ezilen etnik toplulukların, sosyolojik ve politik ve olarak kendi tersine/zıddına dönüştürülmesiyle başlayan bir kötülük burgacıdır. Kötülüğün tarihsel geçmişinde alışılagelen “doğal” yapısı tamamen dönüştürülmüş ve vahşetin sınırları, sonsuz çarpık bir çeşitliliğe açılmıştır. Günümüzün iletişim ve bilişim toplumlarında insanların büyük çoğunluğu, yeryüzündeki terör olaylarını; sonsuz anamorfoz(*) özelliklerle çarpıtılıp dönüştürülen trans-politik bir aynadan izlemeye mahkûmdurlar. Bu sinsi ve hilekâr ikna mekanizması, görünen terörden çok daha kanlı bir terördür. Terör konusunda yaratılan derin algı operasyonları ve bilgi kirliliği, görünen piyonların arkasındaki gizli kuklacıları asla açığa çıkarmadığından, terörün esas kaynağı kurutulmamaktadır. Kapitalist dünya sistemi, farklı bölgelerde ve süreklilik arz edecek şekilde yayılan terör ağı sayesinde, insanlığın dikkatini yönlendirmekte ve sorunun esas çözüm kaynağını gizlemektedir. Kötülüğün enerjisini sağlayan trafonun şalterleri, kimin ellindedir? Terör konusunda stratejik kararları alan organlara, vahşette sınır tanımayan kapitalistler hâkim değil midir? Kötülüğü üreten ve kötülüğe, sürekli kötülükle cevap verilmesini sağlayan, esas olarak onlar değil midir?
DEĞERLERİ KANSERLEŞEN, AMAÇLARI TÜKENEN
ve SÜREKLİ KÖTÜLÜK ÜRETEN BU SİSTEM,
İNSANA KENDİSİNİ KAYBETTİRİYOR…
Kendini bulan ve kendini bilen insan, bilgelik ve sadelik içinde olan, en doğal insandır. Bugün insanlık, varoluş gerçekliğinden tamamen koparılmıştır. İnsanlık, merhametsiz ve şefkatsiz kılınan bir dünyada, kapitalizmin ürettiği geniş bir boşlukta, sürekli kendini tekrar etmektedir. İnsanlık, adeta aynı senaryonun farklı sürümlerini yeniden izlemeye mahkûm edilmektedir. Sürekli yeniden modellenen ve tasarlanan bu yakıcı patinaj hâli, kadim değerleri çökertilen insanlara, sözde ortak mutluluğun kalıcı bir ilerleme kaydettiğini ve yaşamdaki güvenliğin yine de genel olarak arttığını zannettirmektedir. Bizim denetimimizde olmayan bunca silah ve kimyevi maddenin, genetiği bozulmuş organizmaların, imaj ve algı tekeli olan devasa medya tröstlerinin güdümünde, nasıl sağlıklı ve güvenli bir hayat içinde olabiliriz ki? Lâkin insanların çoğunluğu, bu devasa simülasyon ağının içinde özgür ve huzurlu yaşayabildiğine inanmaktadır. İnceltilmiş, rafine edilmiş bu gönüllü köleliğin, özgürlük olduğuna inanmak, iblisin cehenneminde olup, cennette yaşadığını sanmaktan farksızdır. Yanıldığı halde yanılmadığında bunca ısrar hâli; sürekli sarhoşluğa sarılma, keyfiyetçi, sorumsuz ve umursamaz tutumları kanıksama hâlidir.
Modernizm/Aydınlanma, insanları özgürlük ve eşitlik sloganlarıyla buluşturan Batı’nın, kapitalist burjuva darbeleriydi. Özgürlükleri daha ince yöntemlerle sınırladığı için bunlara gerçek bir devrim demek tam bir sahtekârlıktır. Aslında bu sloganların, insanların gerçek hayatında ete kemiğe bürünmesine izin verilmedi. Kapitalizmin ütopyası, tam bir uçan balondu. İnsanlığın asli talepleri, sadece zihinlerde tasarlanan ve insanların kendilerini öyle hissetmelerine neden olan farazi simülasyonlara(*) dönüştürüldü. Sözde temsil organlarıyla, aslında karar mekanizmalarından dışlanan insanların özgürlüğü, daha çok bilinç dışı itkilerin, cinsel hazların, dünya zevklerinin, tüketim reklamlarının ve yıkıcı güçlerin özgürleşmesiyle sınırlandırıldı. Bu sahte sanal özgürlük, bugün insanı tüketme ve insanlığı yok etme sınırlarına yaklaştı. Aslında özgürleşen şeyler, sürekli birbirinin yerine geçen belirsizlikler, şüpheli ve ben-merkezci, kuruntulu bakış açılarıydı. Güvensizliğin, bireyci seçimlerin kanıksanması, toplumun parçacıklara ayrılması ve ortak vicdani bağların koparılması, sahte özgürlüğü besleyen, kaygan bir zemin yaratmıştı. Artık herkesin, her yaşamın, zevkler ve hırslar bakımından birbirine daha çok benzetildiği, özelliklerin ve özgünlüklerin yitirildiği bir dünya vardır. Bu kapitalist dünya; farklılıkları ve farklılaşma dinamiklerini, adeta bir kara delik gibi yutan ve öbür taraftan sanal özgürlüklere dönüştürerek insanlığı tüketen bir sistemdir. Elbette bu sistem er geç kendi içine çökecek ve insanlık, bu kara deliğin çekim alanından çıkmayı başaran topluluklarıyla, bir gün gerçek anlamda eşitlenecektir. Çünkü kadim değerlerini, onurlarını ve mücadele hatıralarını, sosyal genlere aktarabilen insanların umudu ve azmi, asla yok edilememektedir.
Aydın Mutlu Dinçoğul
________________________________________
(*) Anamorfoz: İlk bakışta çarpıtılmış olarak görülen bir nesnenin ya da figürün, ancak özel bir açıdan bakıldığında ya da eğik yüzeyli bir aynaya tutulup, çarpıklığın ortadan kalkması sağlandığında, nesnenin veya figürün, gerçek ve normal görüntüsüne ulaşılması.