Muhafazakârlığı din kimliği üzerinden kurgulayan sendikalar bir yandan muhâfazakârlık ile İslâm’ı (evrensel barış ilkeleri) aynı değerlerin temsilcisiymiş gibi göstermeye çalışıyor öte yandan kurumsal yapılarını doğrudan veya meâlen[1] “Hak dâvâsı, tevhit mücâdelesi, haç-hilâl savaşı, dış güçlere karşı cihat” yakıştırmaları üzerinden tanımlıyor. Bu tür yaklaşımlar aslı astarı olmayan ve tevhitle ilişkisi kendinden menkul olan iddiâlardan başka bir şey değildir.
.A. Muhâfazakârlık Nedir?
Kurulu düzenin, statik[1] düşüncenin, klasik kurumların[2] geçmişten geldiği gibi kalmasını isteyen; değişim, dönüşüm, geçmişle hesaplaşma, gelenek ve töreyi[3] sorgulama gibi yaklaşımlardan nefret eden; yenilik, re-vizyon,[4] re-form,[5] yeniden yapılanma ve inşâ[6] sözcüklerinden asla hazzetmeyen kişiye muhâfazakâr, bu davranış ve algı biçimine muhâfazakârlık denir.
Muhâfazakârlık, tutarlılık değil, tutuculuktur. Tutarlılık, çelişkiye düşmeden koşullara uyum sağlamak; tutuculuk, kendini putlaştırıp/mutlak[7] bir değer sayıp zamanın akışına, değişim ve gelişime ayak diremek, zamanı ya geriye doğru döndürmeye çalışmak ya da bir çağa hapsedip tutmaya zorlamaktır.
Muhâfazakâr, mevcudu veya geçmişi kutsallaştırır, saâdet çağları miti üretir;[8] kendini var eden eski bilim, düşünce ve sanat erbabını dokunulmaz kabul eder; veli nimeti eski kitapların üstüne kitap tanımaz, fiilen modern[9] hayatı yaşarken aklı geçmişin kalıpları içinde olmasıyla ciddi bir iç çelişkiye düşer. Geçmişten gelen ve kendi çevresinde yüceltilmiş bir değer sayılan içtihat, kanaat, görüş, tartışma ve ekolleri yargılanmaz, sorgulanmaz ve eleştirilmez bir konumda tutar. Bu gibi nitelikleri nedeniyle bir muhâfazakâr, kafa konforunu bozacak her eylem ve düşünceyi yok edilmesi gereken bir düşman veya büyük bir tehdit olarak görür.
.B. Muhâfazakârlık Türleri
Muhâfazakârlığın pekçok yansıması vardır. Örneğin dînî muhâfazakâr, kendi din anlayışından olmayan, kendinden farklı din yorumu ve pratiği olan birini din düşmanı ilan edip onun hakkında gözünü kırpmadan ölüm fetvası çıkarır[10] veya kendi cemaat ve tarîkâtından olmayana dünyayı dar eder. Hiçbir dînî muhâfazakâr hadisler arasındaki çelişkilerin, tarihteki kanlı mezhep savaşlarının, Kur’an hakkında söylenmiş çelişkili hadis rivâyetlerinin halk tarafından bilinmesini istemez; çünkü bilgilenen halkın sorgulamasından korkar. İşte bu nedenle muhâfazakâr bir profesör olan Bülent Arı “Câhil kesimin ferâsetine[11] güveniyorum. Ülkeyi ayakta tutacak olan câhillerdir.” diyerek dini muhâfazakârlığın cehâletten beslendiğine bir kez daha vurgu yapmıştır. Çünkü câhilin ölçüsü bilimsel ve tarihsel karşılaştırmalara dayalı bir gerçeklik değildir. Cehâlet/câhiliye kültürü çıkarcı bir yaşam ve öğrenilmiş çaresizlik üzerine binâ edilir. Üstelik bu muhâfazakâr, câhiliye düzeniyle savaşan bir dinin mensubu olduğunu iddiâ ederek insanları câhiliyeye çağırıyor. Hak, adâlet ve İslâm’a çağrı yapıyor görüntüsü altında ibretlik bir ironi.[12]
Laik muhâfazakâr laikliği farklı biçimde ele alan veya laiklik uygulamalarını eleştiren kimselerin hayatını zehre çevirir; laikliğin olmazsa olmazı olan vicdânî tercih ve yaşam özgürlüğü ile kamu düzeni arasındaki ince çizginin dozunu bir türlü ayarlayamaz.
Milliyetçi muhâfazakâr kendi soy, kabîle ve kavim âidiyetinden olmayana, kendi millet tanımına ve birey-millet ilişkisine boyun eğmeyene hem ikinci sınıf vatandaşlığını hak görür hem de kan kusturur ama “Kızılcık şerbeti içirdim.” der.
Devletçi muhâfazakâr, devleti Tanrı değerinde görür, devleti kutsar, devletin yalan ve yanlışlarını her ne pahasına olursa olsun savunur, zâlim erk[13] sahiplerine bile laf söyletmez; yönetim biçimini veya yöneticileri eleştirenleri özgürlüğünden mahrum eder, işkenceye uğratır, işinden eder ve onlara tutsak muamelesi yapar.
Muhâfazakârlık, diyakronik[14] karakterde olmadığından hangi din ve ideolojiyi temsil ederse etsin o din ve ideolojiyi çürütür, yozlaştırır, nostaljik[15] bir nesneye dönüştürür. Mesela Hz. Muhammed’in yaşadığı politik ve ekonomik ilişkiler ile Şiîliğin, Kur’an’ın siyâsî ve iktisâdî ilkeleriyle Sünnîliğin arasında özellikle bin iki yüz yıldır pek bir benzerlik kalmamıştır. İslâm’ı (barış’ı) niteliği ve adı yapan, mü’min (güvenilir) bir tip amaçlayan, tüm insanlığın ortak değerlerde birleşmesini ve sınıf çelişkisinin bitirilmesini (ümmet-i vâhide) idealize eden, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşitlemeyi ilke edinen (tevhit) ve barış yurdu kurarak (dâru’s-selâm) yeryüzünde huzuru sağlamayı hedefleyen, dinler çağını bitirip akıl ve şûrâ temelinde yeni bir dünya yaratmayı amaçlayan Muhammedî bir devrimin Müslimleri (barışçı bireyleri) ile Sünnî ve Şiî muhâfazakârlar arasındaki ilişki söylemsel ve biçimseldir. Çünkü İslam devrimini Şiîler imâmet mitolojisine,[16] Sünnîler Bizans ve Sâsânîlerden devraldıkları saltanat ve hilâfet ideolojisine[17] dönüştürdüler. Böylece İslâm’ın Müslimi gitti mezheplerin Müslümanı doğdu ve muhâfazakârlık Medine devrimini boğdu. Kerbelâ katliamı hem İslâm (evrensel barış ilkeleri) değerlerini yok etti hem muhâfazakârlığı İslâm’ın yerine geçirerek tevhit kapısını kapattı hem de “Allah’ın gölgeleri”[18] olduğuna inanılan padişahlar/sultanlar şirki devirlerini başlattı.
Muhâfazakârların yolunmuş tavuğa çevirdiği İslâm, ancak ilk zamanlardaki devrim bilincinin inşâ edilmesiyle mazlumların sığınağı ve zalimlerin korkulu rüyası olabilir.
.C. Muhâfazakârların Oyunları
Martin Luther, Katolik Kilisesi’nin Almanlar başta olmak üzere tüm Hıristiyan halkları sömürdüğünü Roma’yı son ziyaretinde iyice anlar. Halkların yoksulluk ve ezilmişlik içindeki yaşamıyla papazların zengin hayatları arasındaki çelişkiyi cesaretle dillendiren Luther, öze dönüşü sağlayacak bir din anlayışı ortaya koyar. Bu tavır dini reddetmek değildir, din üzerinden yüzyıllardır sürdürülen sömürü düzenine din içinden yükselen bir itiraz sesidir. Yani Ali Şeriatî’nin deyimiyle dine karşı dindir.
Muhâfazakârlar, statükolarını[19] korumak için reform kelimesini sürekli tu-kaka etmişlerdir. Hâlbuki reform, dini reddetmek değildir. Reform, “din adına üretilmiş sözde sahih kaynakları, din sınıfının yöneticilerle pişpirik atmasını, halkın din adına sömürülmesini, emekçilerin zenginler karşısında ezilmesini, krallar ve padişahların servet ve egemenlik tutkuları adına çıkardıkları savaşlarda halkların öğretilmiş sahte değerler üzerinden şehit/gazi edebiyatıyla telef olmasını engelleme ve öze dönüşü sağlamak için direnişe geçme, eleştirel bir bakış ortaya koyma, tarihi yeniden ve sorgulayarak analiz etme” temelinde geçmiş ile şimdi arasında dosdoğru ve uyumlu bir birliktelik inşâ etmedir. Afgânî, Abduh, Mehmet Âkif, Fazlurrahman, Ali Şeriatî, Muhammed Tâhâ, Câbirî, Nasr Hâmid Ebû Zeyd muhâfazakârlar tarafından bu nedenlerle birer reformist sayılır ve İslâm düşmanlarının doğrudan veya dolaylı işbirlikçisi kabul edilir. Çünkü muhâfazakârlar her aykırı sesi İslâm düşmanlığı, mason kuklalığı ve oryantalizm uşaklığı maskeleriyle bastırmaya çalışır.
Dinî muhâfazakârların çok büyük bir kısmı bir şeyhin mürîdi veya bir cemaatin mensubu olduğundan adını verdiğim düşünce erbâbından şiddetle nefret eder. Çünkü geleneksel statükoyu sarsan her adım gerçekleri ortaya çıkarır. Gerçeğin tüm detaylarıyla ortaya çıkmasından ürken dini muhâfazakârlar, statükoları sarsıldığında “Din elden gidiyor; biz gidersek Mekke, Medine, Bosna ve Küdüs gider; biz yoksak din de olmaz,[20] biz varsak Müslümanların hâkimiyeti[21] vardır.” biçiminde propaganda üretir. Böylece İslâm’ı Kur’an’dan değil de cami, tarîkât ve cemaatlerden öğrenen insanları yönlendirmeye çalışırlar.
Muhâfazakârlar, kendi görüşlerine ters buldukları binlerce insanı gözünü kırpmadan öldürmüştür. Mezhepler tarihi ile askerî din-tarım imparatorluklarının saltanat tarihlerini inceleyenler bu gerçekliği apaçık görür.[22]
.D. Muhâfazakâr Sendikalara İslâmîlik Sınavı
- Yolsuzluk yapanlara, kamu malını çalanlara, halkın malını yandaşlara peşkeş çekenlere itiraz edebiliyor musunuz, yoksa bazı modern zaman fıkıhçıları gibi susuyor musunuz?[23]
- Erk sahiplerine “Bizi koyun yerine koyamazsın, bizi gütmeye kalkamazsın, bizim çobanımız değilsin, bize istediğini yapamazsın, kafana göre takılamazsın; bize hesap vermek zorundasın; bizimle konuşmak, bizi dinlemek ve bizi ikna etmek mecburiyetindesin.” diyebiliyor musunuz?[24]
- Bir işin çözümünde ilgili makam sahiplerinin hiç kimseyi ötekileştirmeden/etiketlemeden herkesten fikir alarak çözüme ulaşması gerektiğini sesli söyleyebiliyor musunuz?[25]
- Adâlet ve özgürlük taleplerine karşı olumsuz yanıt verenlere “Tepemizde satır sallayamazsınız, başımızda boza pişiremezsiniz, korku yayarak, tehdit ederek, mafyayı kullanarak, bağırarak, parmak sallayarak, illegal örgütlenmeye giderek hükmetmeye kalkamazsınız; yoksa aynıyla cevap alırsınız.” diyebiliyor musunuz?[26]
- Düşünce ve konuşma özgürlüğüne kota getirenlere karşı “Kimseye zorbalık yapamazsınız, zorba olursanız savunma hakkımız meşrûlaşır.” diyebiliyor musunuz?[27]
- Allâh, Kur’an, Peygamber, Mekke, Medine, Kudüs, Bosna, din, mezhep, vatan, millet, bayrak kavramlarını kullananlara “Değerlerimizi kullanmayın, bizi Allah ile aldatmayın.” diyebiliyor musunuz?[28]
- Hayatın her alanına müdahale etmek isteyenlere “Kimsenin yaşam biçimine, cinsel tercihine, elbise ve renk zevkine, nikâhlı veya nikâhsız yaşamına, evlilik anlayışına, birasına ve şarabına, mezhebine veya mezhepsizliğine, dinine yahut dinsizliğine karışamazsın.” diyebiliyor musunuz?[29]
- Halkı yoksullaştıran kıst ve adâlet karşıtlarına, yağmacı ve yığıcı tiplere karşı üyelerinizin hakkını koruyabiliyor musunuz?[30]
- Zenginleşme yarışına girmiş kimselere ve onların düzenlerini ayakta tutanlara tepki verebiliyor musunuz?[31]
- Mahallesini, semtini, arabasını, telefonunu alt sınıflar ile eşitlenmemek için değiştirenlere karşı tepki gösterebiliyor musunuz?[32]
- Birilerinin ekonomik tekeller kurarak yandaşını, çevresini ve akrabalarını sürekli zenginleştirmesine ses çıkarabiliyor musunuz?[33]
- Altın, gümüş, euro ve dolar biriktirme sarhoşluğuyla yaşayıp yoksulların açığını kapatmayan, toplumdaki bir deliği tıkamayan, ekonomik bir yarayı sarmayan, ihtiyaç sahipleriyle elindekini paylaşmayan ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyen sermâye sınıfını koruyanlara karşı protesto eylemleri yapabiliyor musunuz?[34]
- Birikimine birikim katan, döviz ve altın zengini olan, TL mevduâtından faiz ve dolar kârı götürerek zenginliğini daha da şişiren kimselere Hz. Peygamber gibi “Kahrolsun biriktirenler!”[35] diyebiliyor musunuz?
- Halka seslenirken egosunu şişiren ve tepeden bakanlara karşı tepki koyuyor musunuz?[36]
- Hem kamu malını hem de bireysel mülkiyeti kandırarak, soyarak, değerini düşürerek, hukuk ve etik kurallarını hiçe sayarak yemeye kalkanlara karşı kolektif başkaldırı yapabiliyor musunuz?[37]
- Hayatı sosyal, ekonomik ve politik anlamda yaşanmaz kılan kimselere karşı dayanışma içinde direniş sergileyebiliyor musunuz?[38]
- Ekonomik ve sosyal yaşamda adâlet ve ihsan ile paylaşım ve dağıtım gerçekleşmiyorsa bunun sorumlularına hesap sorabiliyor musunuz?[39]
- İmkânlarını kullanarak baskı ve dayatma yöntemini seçen ve gerçekleri karartan kimselere güveniyor musunuz. Bu durumda onları içine alacak ateşin sizi de kapsayacağını hesap ediyor musunuz?[40]
- Emeği sermâye ve rantiyeye fedâ eden, emekçileri ne ölecek ne de onacak durumda bırakan ekonomik düzene karşı fiili bir mücadeleye girişebiliyor musunuz?[41]
- Para babalarına, ülkedeki servet ve sermâyenin sahiplerine, taşınır ve taşınmaz mal zenginlerinin sömürü düzenine karşı emekçinin hakkını gerçekten savunduğunuzu düşünüyor musunuz?[42]
- Baskı ve dayatma yöntemleriyle gerçekleri gizleyip insanların ellerindekini alan ve insanların sahip olduklarını çirkin metotlarla azaltan sistem oyuncularına karşı başkaldırıyor musunuz?[43]
- Mal yığan, biriktiren, sürekli birikim yapan, hesabını şişirmeye doymayan, biriktirme hırsıyla dopdolu olan zenginler sınıfına karşı tepki koyabiliyor musunuz?[44]
- Mal biriktirmekten dolayı hesapları kabarmış, taşınır ve taşınmaz mallarıyla ekonomik varlığı iyice şişmiş, servet ve mal obezi olmuş; zenginlik, makam, imkân, varlık yönleriyle göz dolduran, zenginliğiyle hayran bırakan oligarşik sınıflara karşı hiç eylem sergilediniz mi?[45]
- Sermâye ve mal tepeleri oluşturan, serveti kabardıkça kabaran, arttıkça artan; anaparasının üstüne hak etmediği fazlalığı koyan kimselerin düzenine karşı hiç mücadeleye giriştiniz mi?[46]
- Hortumladıklarından/çaldıklarından hesapsızca harcayanlara, nicelik veya nitelik yönünden sınırını aşanlara karşı ses çıkardınız mı?[47]
- Sahip olduğu servet ve makamın gücüne dayanarak büyüklenen, kontrol ettiği her şeyi sahip olduğu makam, imkân, fırsat ve kariyerinin devamı için kullanan kibir heykellerine karşı hiç dik durdunuz mu?[48]
- Zenginlik, kariyer, makam ve konfor şımarıklığı sergileyenlerin eşitsiz toplum üreten sistemine karşı başkaldırdınız mı?[49]
- Ekonomik mülkiyeti sadece zenginler, varlıklı kimseler, sırtı pek karnı tok olanlar, servet içinde yüzenler, paraya para demeyenler, malına mal katanlar, yatlar katlarla donananlar, birbirlerine terfî üstüne terfî dağıtanlar; euro, dolar, altın zenginleri olanlar arasında dolaştıran sisteme karşı kolektif bir eylem ortaya koydunuz mu?[50]
- Çocuk gelin ve berdel başta olmak üzere kadın sorunlarına çözümler ürettiniz mi, IŞID’ın kadın köle pazarlarına hiç laf ettiniz mi?[51]
- Yeterlilik, yetenek, bilgi ve donanımı olmasına rağmen mülakatlarda kapılar yüzüne kapatılan ve hakkı yenenlerin hakları için meydanları inlettiniz mi?[52]
- Bir işte ücretli çalışmasına rağmen acınacak durumda olan, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hiçbir mal varlığı bulunmayan yoksulların hakları için gerçekçi çözümler ürettiniz mi?[53]
- Yalvararak boyun eğen, acınası bir durumla itaat eden, ölmemek için bedeni dâhil her şeyini teslim eden yoksulları yaşadıkları duruma getiren kapitalist sistemin işleticilerine karşı direnç gösterdiniz mi?[54]
- Zengin sermâye sahiplerine hiç elinizdeki fazlalıkları yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine karşılıksız dağıtın diye bir çağrı yaptınız mı?[55]
- Kamu varlıklarının nasıl kullanıldığını, kime, hangi koşulda ve niçin verildiğini hiç sordunuz mu?[56]
- Toplum ortalamasından üst düzeyde giyinen, yiyen, içen, gezen ve araçlara binenlerden hesap sorabildiniz mi?[57] Kendine özel imkânlar isteyen, makamı putlaştıran; halkın yaşadığı, yediği ve giydiğinden çok üstün konumda yeme, giyme ve barınma hakkına sahip olduğunu düşünenlere karşı protest bir eylem ve söylem ortaya koydunuz mu?[58]
- Makam ve servet sahiplerine karşı makama saygı adı altında susan, makam putu üreten ve üyelerinin hakkını almada korkak ve ürkek davranan bir niteliği onaylıyor musunuz?[59]
- Kamu malını ve kamusal yetkilerini kendi malı ve babasının mirası gibi kullananalara karşı direnişe geçtiniz mi?[60]
- Kavim, millet, ümmet, devlet ve şehit kavramlarını resmi görüşün çizgisi ve onayına göre mi, yoksa Kur’an’ın ana ilkeleri ve kavramlar dünyasına göre mi belirliyorsunuz?[61]
- Din, ekonomi, hukuk, savaş, barış ve siyaset görüşünü yöneticilerin söylemlerine göre belirleyen ve değiştiren ilkesizlere karşı Nu’aym bin Hammâd gibi “Senin rabbin yöneticindir.” diyebiliyor musunuz?
- Mahmut Urmevî’nin IV. Murat’ın yüzüne karşı vergi zulmu altında halkın ezildiğini söylediği gibi siz de sözde emek örgütleri olarak zam üstüne gelen zamları ve katmerli vergileri eleştirebiliyor musunuz, bunun için meydanlara çıkabiliyor musunuz?
- Bir basın toplantınızda, bir seminerinizde, bir bülteninizde krallık, sultanlık, padişahlık modelleri ile Hz. Muhammed’i kıyaslayarak aşağıdaki karşılaştırmaları hiç yaptınız mı? Hz. Muhammed için:
“Başkasına talkın verip kendisi salkım yemedi.[62] Başkasına adâlet tavsiye edip kendi zâlimleşmedi. Başkasına paylaşma önerip kendi biriktirmedi. Başkasına fakirliğin fazîletini ve cennetteki yoksulluk makamını anlatıp kendisi devrinin Bizans ve Sâsânî krallarıyla eşitlenecek biçimde zenginleşmedi ve yakınlarını da zenginleştirmedi. Başkasına mütevâzı evlerde oturmayı söyleyip kendi saraylarda yaşamadı. Başkasına az yemeyi telkin edip kendisi halkın adını dahi duymadığı yiyecekleri yemedi. Başkasına adam kayırmayı yasaklayıp kendisi yandaş ve yakınlarını zengin etmedi. Başkasına çileli bir yaşamın gerçekliğini hatırlatıp kendisi özel sofralar ve hizmetçiler arasında boy göstermedi. Başkasına gösterişli at ve develere binmeyi uygun görmeyip kendisi kızıl develere binmedi. Başkasına herkesle eşit olmayı hatırlatıp kendisi eşitler üstü bir konuma gelmedi. Başkasını yasalara uymaya çağırıp kendisi mahkemeye yandaş kadı atamadı. Başkasına kuralları hatırlatıp kendisi köprüden geçerken at değiştirmedi. Başkasına sadakat, vefâ ve yoldaşlık tavsiyelerinde bulunup kendisi yönetme ve hükmetme sarhoşluğu için ruhunu şeytana satmadı. Başkasına ekonomik ezikliği içselleştirmesini söyleyip kendisi kriz zamanlarında bile yağma, talan ve sermâye şımarıklarını koruma peşine düşmedi. Başkalarına eleştiri ve sorgulama hakkı tanımazken kendisi sorgulayan, denetleyen, iftira atan ve cezalandıran olmadı. Başkalarının konuşmasını türlü bahanelerle susturma ve cezalandırma yoluna gidip kendisi sınırsız ve sorumsuz biçimde konuşmadı. Başkalarına “Arap Muhammed” kimliğiyle hakaret edip karşıdan cevap aldığında “Allâh’ın elçisi Muhammed” kimliğine bürünerek cevap vereni yargılamadı, cezalandırmadı. Başkalarını korku ve dayatma ile kontrol ederken kendisi özgürlük nutukları atmadı. Başkasına kanun ve kurallara uyma zorunluluğu tavsiye ederken kendisi eşkıyâ düzenini normalleştirmedi. Başkasını saygı ve sevgi içinde yaşamaya zorlarken kendisi Müslim olmayı kinci olmakla pazarlamadı. Başkalarına ancak ölmeyecekleri kadar maaş ve maddi olanak verip kendisi Medine hazinesini çıkardığı yasalarla kime ve nereye harcadığı belirsiz biçimde kullanmadı. Başkaları yoksulluk, işsizlik, açlık, aile baskısı, koca ve baba şiddeti, cinsel taciz, güvencesiz iş yaşamı, kalabalıklarda yalnızlık, depreme dayanıksız ev, yetersiz tedavi, her alanda fırsat eşitsizliği, iş cinâyetleri, gelecek kaygısı dramları yaşarken kendisi yazlık kışlık saraylar, gösterişli tapınaklar, korunaklı köşkler, göz alıcı binekler, özel üretilmiş yiyecekler, pahalı giyecekler, zengin evlatlar, hazineyi bitiren besleme yandaşlar, koruma alayları, altın varaklı oturaklar sahibi olmadı. Başkalarına Medîne fukarâlığı anlatırken kendisi Bizans ve Sâsânî saraylarının şatafatı içinde yaşamadı.”[63] dediniz mi?
Muhâfazakâr sendikaların yukarıdaki kırk bir soruluk sınavdan kaldığını her vicdân sahibi bilmektedir. Çünkü muhâfazakârlık karakteri gereği Kur’an’ın devrimci, İslâm’ın ilerlemeci ve Medîne Sözleşmesi’yle belirginleşen siyaset fıkhının kapsayıcılığı yanından bile geçemez. Muhâfazakârlık, askerî din-tarım imparatorluklarının tarîkât ve mezhepler eliyle icat ettiği dinimsi bir kalıntıdır.
Zamanın ruhu, muhâfazakârlığa karşı köklerinden yükselen bir zihniyet devrimi inşâ etmeyi farz kılmaktadır.
______________________________________________________
[1] Meâl(en): Asıl anlatılmak isteneni anlatacak nitelikte (olan).
[1] Statik: Duran, durağan, durgun, hareketsiz
[2] Klasik: Sınıfsal, seçkin, üst sınıfa ait. (Klasik kurumlar: Din sınıfı, askerler, mezhepler, tarîkât mensupluğu, zenginler, yöneticiler, köleler, ezilenler, kabîleye/partiye/cemaate/tarîkâta göre statü verme işlemleri gibi.)
[3] Töre: Yerleşik kural, yasa, dini kaynaktan üretilen yasa ve kural.
[4] Re-vizyon: Baştan sona yeniden gözden geçirme ve işin sonunda doğru ve yanlış tespiti yapma.
[5] Re-form: Formu bozulmuş bir şeyi yeniden forma sokma, biçim verme, kalıba dökme; iyileştirme, kökten değiştirme, düzeltme, yeniden düzenleme. Reformun amacı yok etmek değil, düzelterek yeniden var etmedir.
[6] İnşâ: Kurma, üretme, yazma; temelden yapma, temelden kurma, yıkıp yerine yapma.
[7] Mutlak: Sınır konulamaz, koşulsuz, şartsız, kayıtsız, kayıt altına alınamayan, kimsenin/hiçbir şeyin koşullarına/sınırlamalarına bağlı olmayan. (Mutlaklaştırma: Hiçbir şart bağlı hale getirmeme, tam serbest bırakma, hiçbir engel koymama.) Mutlakın zıttına mukayyet (kayıtlı, sınırlı) denir.
[8] Zerdüşt, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. Muhammed, Fâtih Sultan Mehmet ve Atatürk’ün yaşadığı zamanlara devr-i saâdet yakıştırması yapılması gibi.
[9] Modern: Yeni, güncel, çağdaş.
[10] IŞID, Arabistan, Pakistan, İran ve mezhep muhâfazakârlıkları gibi.
[11] Ferâset: Hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, ayırt etme yeteneğinin güçlü olması, keskin gözlülük.
[12] İroni: Bilmezden gelme, ikiyüzlülük etme, asıl maksadını gizleme, kinaye, alaylı anlatım (istihzâ, tehekküm), sözün tersini kastederek alay etme.
[13] Erk: Kuvvet, güç, iktidâr, istediğini yaptırabilme gücü, sözünü geçirme gücü. Arapçanın erkân “direkler, destekler, önemli kişiler” sözcüğünden alıntıdır. Erkân da rük(ü)n “direk, destek, sütun” sözcüğünün çoğuludur.
[14] Diyakronik: Zamana bağlı olarak gelişen, zamana ayak uyduran, zamanın gerisinde kalmayan, zaman ile birlikte olan, zamanın değişim ve dönüşümüne ayak uyduran, zamanın elinden tutan.
[15] Nostalji: Sıla hasreti, eskiye duyulan özlem, eve dönme isteği.
[16] Hz. Muhammed’in torunları olan “Hasan ve Hüseyin’in soyundan gelen ve günahsız olduğuna” inanılan imamlar anlayışı. Şiîlere göre bu imamların yönetimindeki devletin gerçek bir İslâm devleti olduğu kabul edilir. Devleti mezhebin emrine girdiren bir anlayıştır.
[17] Halifenin emrinde olan bir padişahlık yönetimini veya aynı anda hem halife hem padişah makamını birleştiren birinin yönetimini İslâmî düzen sayan anlayış. Mezhebi devletin emrine girdiren bir anlayıştır.
[18] Kânûnî, Fransa kralına yazdığı mektubunda “Ben ki sultânü’s-selâtîn ve burhânü’l-havâkîn tâc-bahş-ı hüsrevân-ı rûy-i zemîn zıl’lu’l-lâhi fî’l-arzîn (Ben sultanların sultanı, hakanların başı, krallara tac giydiren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesiyim.)” diye hava atarak kendini Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi diye tanımlar. Bu havanın kökeni “Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 9/475)” diye aktarılan ve Kur’anla çatışan ancak Sâsânîlerin siyasal tezini savunan uydurma bir hadistir.
[19] Statüko: Yürürlükteki durum. (Statükocu: Köklü değişiklik ve yeniliklere karşı çıkan, mevcut durumu korumaktan yana olan. Mıhâfazakâr.)
[20] Kasdedilen din geleneksel, mezhepçi, tek tipçi, saray ve saltanat düzenlerini alkışlayan ve sorgulamaya karşı çıkan din anlayışıdır.
[21] Kasdettikleri kendi politik, ekonomik ve hukuksal hâkimiyetleridir.
[22] Detaylı bilgi için bkz. Mehmet Azimli, Müslümanların Engizisyonu Ölümcül Kovuşturmalar-Mihneler (I-II-III), Mana Yayınları, İstanbul, 2021.
[23] Mutaffifîn 1/Veyl(ün) li’l-mutaffifîn
[24] Bakara 104/Lâ tegûlû râ’inâ ve gûlû unzur-nâ ve’s-me’û
[25] Şûrâ 38/Egâmu’s-salâte ve emru-hum şûrâ beyne-hum
[26] Ğaşiye 22/Leste ‘aley-him bi-musaytır
[27] Kâf, 45/Ve-mâ ente ‘aley-him bi-cebbârin fe-zekkir bi’l-gur’âni
[28] Fâtır, 5/Lâ yeğurranne-kum bi’l-lâhi’l-ğarûr
[29] Kâfirûn, 6/Le-kum dîni-kum veli yedîn
[30] Bakara, 119/Ve lâ-tus’elu ‘an ashâbi’l cahîym(i)
[31] Tekâsür 1-2/Elhâkumu’t-tekâsür hattâ zurtumu’l-megâbir
[32] Abese 1-2/‘Abese ve tevellâ en câehu’l-a’mâ
[33] Fecr, 21/Kellâ izâ dukketi’l-arzu dekkân dekkân
[34] Tövbe 34/Ve’l-lezîne yenkizûne’z-zehebe ve’l-fizzate ve lâ-yunfigûne-hê
[35] Tebbet-34 kayda geçtiğinde Hz. Muhammed’in bağırarak söylediği söz “Tebbet el-kânizûn” idi.
[36] Necm, 32/Fe lâ-tuzekkû enfuse-kum
[37] Nisâ 29/Lâ te’kulû emvâle-kum beyne-kum bi’l-bâtıl(i)
[38] Ğâşiye, 1/Hel etâ-ke hadîsu’l-ğâşiye(ti)
[39] Nahl, 90/İnne’l-lâhe ye’muru bi’l-‘adl(i) ve’l-ihsân(i)
[40] Hûd 113/Velâ-terkenû
[41] Necm 39/Leyse li’l-insâni illâ mâ-sa’â
[42] Haşir, 7/el-ağniyâ(i)
[43] A’raf, 85/Ve lâ-tebhasû’n-nâse eşyâe-hum ve lâ-tufsidû fî’l-‘arzi ba’de islâhi-hê
[44] Tövbe, 34/Yeknizûn(e)
[45] A’raf, 60; Mü’minûn, 33/el-mele(u)
[46] Bakara, 275/er-ribâ
[47] Nisa, 6; A’raf, 31/El-müsrifîyn(e)
[48] Sa’d, 78/İstekbera ve kâne mine’l-kâfirîn(e)
[49] Sebe, 34/Mutrefû-hê
[50] Haşir,7/Lâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâ(i) min-kum
[51] Nur, 33/Ve lâ-tukrihû feteyâti-kum ‘ale’l-biğâi
[52] Meâric, 25/Li’s-sâil(i) ve’l-mahrûm
[53] İsrâ, 26.
[54] İsrâ, 31; En’am, 151.
[55] Bakara, 219/Ve yes’elûne-ke mâ zâ yunfigûne guli’l-‘afv(e)
[56] M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Mütercimler: Yaşar Erol, A. Ömer Tekin, Ahmet M. Büyükçınar, İçtimâî Yardımlaşma, 2. Cilt, Divan Yayınları, İstanbul, 1994, Allah’ın Emirlerine Aykırı Olan Emirleri Kabul Etmemek, Cilt 2; İbn-i Abdi’l-Hakem; Kenzü’l-Ummâl 3/148.
[57] Age, Allah’ın Emirlerine Aykırı Olan Emirleri Kabul Etmemek, Cilt 2; İbn-i Asâkir, Kenzü’l-Ummâl 3/166.
[58] Heysemî, IX, 21; İbn-i Sa’d, II, 193; Heysemî, IX, 21; İbn-i Sa’d, I, 372.
[59] Ebu Davud, Edeb,165; Beyhakî, es-Sünenü’l Kübrâ; Alâuddin Abidin, el-Hediyye’l-Alâiyye, 249; benzer bir hadis ve açıklaması için bk. Fetâvay-i İbn-i Salah,18.
[60] Age, Peygamberin Ashabıyla İstişaresi, Cilt 2.
[60] Age, İçtimâî Yardımlaşma, Cilt 2; Buhari, Tarih; Bidaye 86/48.
[61] Enbiyâ, 92/Ümme(h/ten) vâhide(h/ten); Âl-i İmrân, 95/Millet(e).
[62] “Ele verir talkını, kendi yer salkımı.” atasözünde “talkın” telkin (kafaya sokma, yönlendiren bilgi verme) kelimesinin bozulmuşudur.
[63] Namık Kaya, İslam’ın Mülkiyet Paradigmasına Tarihsel Örnekler I-IV, 2018, adilmedya.com.