Açık öğretim sınavlarına hazırlanırken dış ticarete giriş kitabında da karşılaştığım, 2. Dünya savaşı sonrası serbest piyasa politikalarına dair düşüncemi paylaşacağım. İktisadi yönden bağımlı devletler oluşturulup manevi kültürünü yok edip habis topluluklar haline getirme çalışması bu politikanın gizli adıdır. Beni vahamete düşüren Milli eğitimin bu oluşuma; bilimsel aydınlanma, yoksulluğun azaltılması, kalkınma yöntemi ve çevrenin korunması gibi süslü anlatımla olayı farklı mecralara kaydırmasıdır.
Dünya ticaretini kontrol altında tutan, Kapitalist Ülkeler buna ekonomik birleşmelerle yasal zemin hazırlayan merkezleri; New york, Washington, Berlin, Viyana, Paris vb. Şehirlerde finansal kurumlar oluşturmuşlar. Finansal destek, fon sağlayan Ülkeler Amerika, İngiltere, Almanya, Japonya, Fransa (vb. birkaç kapitalist ülke daha) bu fonlarla ilk etapta yardım ve hibe ile sonraları kredi ile 3. Dünya Ülkelerini, gelişmekte olan devletleri borç batağına saplayıp kukla vaziyetine dönüştürüp kontrol ve dengeyi küresel sermayedarların tekeline bırakıyor. Bu organizasyona örnek olarak (Uluslararası Para Fonu, Uluslararası Finans Kurumu, Uluslararası Kalkınma Birliği, Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı, Avrupa Yatırım Kalkınma Bankası, Avrupa Kalkınma ve İmar Bankası, Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ticaret ve kalkınma Bankası, Birleşmiş Milletler ve Kalkınma Programı, Birleşmiş Milletler Sermaye Kalkınma Fonu, Uluslar Arası Ticaret Merkezi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü, Milletler Arası Ticaret Odası. )Bu finansal kuruluşlara Batı Avrupa ve gelişmekte olan Ülkeler (Türkiye dahil) 180’e yakın Ülke üye olmuştur, olmak zorunda kalmıştır. Çünkü oluşturulan rekabet ortamında, serbest piyasa ekonomisini benimsemiş ileri demokrasi yaftası almış Devletler, ekonomilerini ayakta tutmak için, finansal arbede ortamına katılmak zorundadır. Bu finansal kuruluşlara üye olan Devletlerin uymak zorunda olduğu, hukuksal kanunlar, gümrük kanunları, dış ticarete konu olan malların piyasada nasıl dolaşacağı bu kuruluşların başkan ve güvenörleri tarafından belirlenmiş. Bu sayede Dünya ticaretini yönlendiren, paranın parayla yönetildiği bu ortamda kontrol mekanizması Emperyalist ve Kapitalist kan emicilerinin eline bırakılmış.
Medya aracılığıyla İnsan güdüsüne yerleştirilmiş, bu sistemin parolası olan ‘’Sınırlı kaynaklardan sınırsız ihtiyaçların karşılanması’’ yargısı insan zihnine benimsetilmiştir. Gittikçe bireyselleşen insan, toplumdan uzaklaşmış manevi değerlerini kaybetmiş, kültüründen uzak aile yapısı küçülmüş, tekil başarıyı arzulayan yalnız topluluklar olmuşuz. Yükselen gökdelenlere karşı, küçülen İnsanlığımız. Pahalı arabalarına karşı, çıplak ayakla dolaşan sokak çocukları. Toplum kutuplara ayrılmıştır artık. Kendimizi meşgul edecek sorunlar oluşmuştur. Olayın bütünü gözden kaçacak aynı tartışma döngüsünde dönüp duracağız, ihtirasların ihyası olana dek. Ali Şeriati anımsayarak bir sözünü paylaşacağım. ‘’Batı’nın, bütün insanları, öz kültürlerinden, üretken, dinamik, heyecan dolu ve kendini arayan vasıflarından uzaklaştırıp yalvaran, dilenen, zelil ve taklitçi köleler durumuna getirmesi karşısında bugün ne yapmak gerek? Tek çare ÖZE DÖNÜŞTÜR tür’