Medîne Sözleşmesi, câhiliye çağında ortaya konmuş olan çoğulcu toplum projesi olması yanında çoğulcu toplumu örgütleyen bir metin; dînî, etnik[1] ve politik grupları bir sözleşme etrafında başarılı biçimde birleştiren canlı bir göstergedir. Bu nedenle bir ütopya, lafta kalmış bir senaryo, hayata geçirilememiş bir plân değildir; Medîne devriminin yazılı belgesidir.
Medîne’de Evs ve Hazreç kabîleleri arasında süren kabîle çatışmaları, Arap yarımadasını kapsayan bir yaptırım gücünün olmaması, herkesi kuşatan bir karar mekanizmasının bulunmaması, baskın ve katliam gibi eylemlerin yaygın olduğu kaotik bir ortamın yarımadayı kaplaması gibi olumsuz koşullar bir düzen ihtiyacını doğuruyordu. Ezilen çoğunluk ve güvende olmak isteyen özgür insanlar barış içinde yaşamanın yollarını arıyordu. İşte tam bu şartlarda yazılan Medîne Sözleşmesi, bir grubu diğerine üstün yapmayı durdurdu, herkesi eşit katılımcı yaptı. Çünkü bu sözleşme, farklı grupların hukûk karşısında eşitliğini savunuyordu. Dağınık ve kopuk yaşayan halkları bir araya getirmek için Sözleşme’de üniter ve totaliter[2] politik düzen reddediliyor, ortak değer ve davranışlar dışında her kesim iç işlerinde (yönetim, hukûk, gelenek) bütünüyle serbest bırakılıyordu.
Günümüzde de çok gündemde olan üniterlik tekçi, birci, tekçilikten veya bircilikten yana olma; yasama, yargı ve yürütmenin tek merkezden yönetilmesidir. Üniter devlette tek bir yasama organı, tek bir yargı organı ve tek bir yürütme organı bulunur. Federatif devlette ise bir yanda federal devletin yargı, yürütme ve yasama organı vardır, diğer yandan her federe devletin ayrı bir yasama, yürütme ve yargı organı bulunur. Üniter devlet, sert merkeziyetçi; federal devlet yerinden yönetimcidir. Örneğin ABD, Rusya, Almanya, Avusturya, İsviçre, Kanada, Avustralya, Belçika, Bosna-Hersek; Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri; Brezilya, Arjantin, Venezuela, Mikronezya, Pakistan ve Hindistan birer federal devlettir. Bunlardan hangisinin ideal devlet olduğu tartışması ise oldukça önemlidir.
Bir yönetim modelini yüceltip başka modeli mutlak kötü ve tartışma dışı ilan etmek model putçuluğudur. Hukûk, eşitlik, özgürlük, barış, güven, sosyal adâlet, dayanışma, paylaşma, eğitim, eleştiri, sorgulama, sağlık, iletişim, ulaşım, seyahat, adâlet ve güvenlik yönlerinden insanları mutlu eden, kimseyi mağdur etmeyen, çatışan sınıflar üretmeyen devlet iyi devlettir. Bunun hangi modelde uygulandığı önemli değildir. Ancak hiçbir uygulama ve görüşünü tartışmaya açmayan, her türlü farklılığı bölücülük, terör ve düşmanlık olarak değerlendiren (katı merkeziyetçi), resmî görüşü putlaştıran (tek tipçi), resmî görüşün dışındaki dil, din, renk, kimlik, kişilik, mezhep ve siyasi görüşü dışlayan (ötekileştirici), zengin-yoksul uçurumunu doğal kabûl eden (sınıfçı), soru ve hesap soranların hayatını zehir eden (yönetimi sorgulatmayan); devleti efendi, sorgulanmaz, eleştirilmez ve halkı devletin kölesi veya hizmetkârı gören, devleti bireyden üstün tutan (kutsal devletçi) devlet kötü devlettir. İşin özeti budur.
Medîne Sözleşmesi’nin ilk yirmi üç maddesi göçmen (muhacir) ve yerlilerin (ensar) başkanları veya temsilcileri tarafından ilk günlerde belirlendi. O günkü Medîne’de her kabîlenin mahallesi surlarla çevriliydi. Mahalleler arasında ortak bir karar birliği ve ortak yönetim yoktu. Her kabîle kan diyeti için kabîle içinde ortak bir fon oluştururdu. Kabîleler arasında yazılı hukûk yoktu. Medîneli Yahûdîler ise İbrânî alfabesi kullanır ve Arapça konuşur ve çocuklarına ders verdikleri yerlere beytü’l-medârîs derlerdi. Araplar, Yahûdîler karşısında eğitim konusunda çok gerideydi. Arap ve Yahûdîler hem birbirlerine karşı hem de kendi içlerinde çatışırdı. Ayrıca Yahûdî Kaynuka oğulları Arap Hazreçlilerin, Yahûdî Nadir oğulları ve Kureyza oğulları Arap Evslilerin müttefikleriydi. Evs ve Hazrec arasında yüz yirmi yıldır sürmekte olan ve adına buâs denilen bir savaş vardı.
Hicretten önce Medîneliler aralarında Abdullah bin Ubey’i Bizans örneğinde olduğu gibi bir kral yapmaya hazırlanıyordu. Tam bu zamanda göç gerçekleşti ve Peygamber ensar ile muhâcir arasında kardeşlik anlaşması (muâhât) yaptı. Kardeşlik anlaşması hicretin ilk günlerinde 45 ensar ve 45 muhacir arasında yapıldı. Hicretin 5. ayında kardeşleşen aile sayısı 186’ya çıktı. Böylece Medîne’de Müslümanlar (1.500 kişi), Yahûdîler (4.000 kişi) ve müşrik Araplardan (4.500 kişi) oluşan sosyolojik bir yapı ortaya çıktı.[3]
Medîne Sözleşmesi’nin içeriği şu şekildedir:
- Madde: Sözleşme, ensar ve muhâcir ile bunlarla anlaşan ve sonradan da anlaşmaya katılanlar yanında ensar ve muhâcirle birlikte düşmana karşı çarpışanlar için düzenlenmiştir. Bu madde genel bir ittifak dilidir.
- Madde: Birinci maddedeki taraflar diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluşturur. Bu madde ümmet sözcüğünü doğru yere oturtur. Buna göre ümmet; Müslüman, Yahûdî ve müşrikleri içine alan politik, ekonomik, askerî ve sosyolojik birlikteliktir. Ümmet; din, hukûk ve kültür alanlarında özerk olup dil, din, renk, mezhep ve etnik köken gözetmeyen toplumsal bir üst birlikteliktir. Ümmet, farklı grupların oluşturduğu uyumlu birlikteliği tanımlar; dinsel, mezhepsel, etnik ve ideolojik bir âidiyeti anlatmaz. Ancak zamanla ümmet kelimesi bir devleti oluşturan tüm paydaşların ortak kimliği olmaktan çıkarılmış ve sadece Müslümanların birliğini anlatan dînî kimliğe dönüştürülerek hem anlam saptırması ortaya konmuş hem de Medîne Sözleşmesi’nin ruhuna ihanet edilmiştir. Bu gerçeği bilmeyenler “Ümmetten millete geçtik.” diyerek neye itiraz ettiğini bilemediği gibi onlara karşı çıkanlar da neyi savunduklarını bilememiştir.
Kur’ân perspektifinde millet, aynı değerler etrafında bir inanç sistemi oluşturmuş topluluğun ürettiği hukûk düzeni, farklı kavimlerin veya aynı kavmin ortak inançlıları tarafından oluşturulan inanç merkezli hukûk kimliği, ideolojik yönden aynı dünya görüşüne sahip olanların kendi aralarında uyguladığı hukûk sistemi demektir. Bu bağlamda millet, kavimler üstü bir dinsel kimliğin uyguladığı hukûk normlarına denir. Hristiyan Birliği, İslâm Birliği, İslâm Konseyi millet tipi yapılardır. Ancak Türkiye Ermeni Katolik Cemaati ile Türk Yahûdîleri Topluluğu hem millî (dînî hukûkla bağlantılı) hem kavmî (kavimle ilgili) bir kimliğin ortak yansımasıdır. Millet-ümmet tanımlarını Kur’ân ve Peygamber tecrübesi üzerinden kurmayanlar milleti en nihayetinde bir soy ortaklığının yahut kavim kimliğinin adı veya bir soyun yahut bir kavmin egemen olduğu toplulukları da içeren üst kimlik biçiminde tanımlamaktadır. Kur’ân ve Peygamber doğru anlaşılacaksa, kavramlar kendi perspektifi yanında tarihsel süreçte aldıkları anlamlar üzerinden ele alınmalıdır. Kur’ân’ın İbrâhîm milleti tanımı sevgi ve acıma üzerine kurulmuş hukûk düzeni demektir, yoksa İbrâhîm’in soyundan gelenler değildir.
3-11. Maddeler: Mekkeli göçmenler, Avf oğulları, Hâris oğulları, Saîde oğulları, Cuşeym oğulları, Neccâr oğulları, Amr ibn-i Avf oğulları, Nebît oğulları ve Evs oğulları diyetlerini kendi aralarında öder, savaş fidyesini mâkul ve âdil biçimde öder ve tediyeye[4] katılırlar.
Bu maddeler grupların özerkliğini[5] ortaya koyar. Ancak suçlular tüm kabîleyi temsil etmeyecek, suç kişisel olacaktır. Hangi gruptan olursa olsun suçlular korunmayacaktı. Böylece bireysel suçu kabîlenin sırtına yükleme kaldırıldı, suçun şahsîliği ilkesi getirildi, kimsenin yakınları nedeniyle yargılanamayacağı ortaya kondu.[6]
- Madde: Barış ve güven yoldaşları (mü’minler) ağır ekonomik sıkıntı çeken diğer barış ve güven yoldaşlarını zor koşullardan kurtaracak, kan diyeti ve kurtuluş fidyesini ödeyecekler. Barış ve güven yoldaşları birbirinin mevlâsıyla[7] birbiri aleyhine anlaşmayacak. Bu madde azat edilmiş kölelerin velâ hakkını almayı, arkadan iş çevirmeyi yasaklar. Velâ hakkı, kölesini azat eden efendi ile azat edilen köle arasında yardımlaşma ve dayanışmayı içeren bir akrabalık biçimiydi. Efendi, eski kölesini akraba olarak kabul eder ve her türlü dayanışma içinde olur. Bu, efendi için hak sayılırdı. Araplardan kimileri bu hakkı birbirinden parayla satın alırdı. Velâ hakkını alan, eski kölenin yeni akrabası olurdu. Akrabalık ise akrabasının her alanda yanında durmayı gerektirdiğinden tüm barış, savaş ve düşmanlıkta işe ortak olmayı sonuçlandırıyordu. Bu durumda özgürleşmiş köle, durduk yere yeni düşmanlar edinebiliyordu.
- Madde: Topluma karşı görev ve sorumluluğunun bilincinde olan barış ve güven yoldaşları kendi aralarında saldırgan ve haksız bir eylem gerçekleştirenlere veya barış ve güven yoldaşları arasında karışıklık çıkarmayı amaçlayan kimselere karşı birleşecekler. Saldırgan veya haksız durumdaki kişi üst konumdaki birinin evladı bile olsa ona karşı güçler birleştirilecektir.
Bu maddeye göre adâlet ve yargılama bireylere değil yasaya bırakılır, birine yakınlık özel muamele olmaktan çıkarılır, hukûk hayatın merkezine yerleştirilir.
- Madde: Muhammedî bir barışçı (Müslim), Muhammed’in temsil ettiği barış ve güven değerlerine güven duymayıp o değerlere savaş açan biri için Muhammedî bir barışçıyı öldürmez ve Muhammedî barışçının aleyhine nankörlere yardım etmez.
Bu madde akrabacılık nedeniyle yoldaşını satmaya kalkanlara karşı bir uyarıdır. Kardeşlik, eşitlik, özgürlük, paylaşım ve dayanışma gibi değerler kabîlecilik, akrabacılık, yandaşlık ve kan davası gibi eski değerleri kaldırmıştır.
- Madde: Muhammedî bir barışçının verdiği koruma tüm Muhammedî barışçıların nazarında geçerlidir. Barış ve güven yoldaşları diğer insanlardan farklı olarak birbirinin mevlâsı durumundadır. Bu maddede barış ve güven yoldaşlarını tek beden gibi kenetlendiriliyor.
- Madde: Yahûdîlerden mü’minlerle barış ve güven ortamı yaratma konusunda uyumlu çalışanlar, mü’minlerin aleyhinde iş yapmadıkça ve mü’minlerin düşmanlarıyla anlaşmadıkça mü’minlerin desteğini hak eder. Bu maddeye göre barış yoldaşlarının Muhammedî olmayan arkadaşları barış ve güven temelli toplum düzenine destek verdiği sürece dostluğun tüm imkânlarından yararlanır.
- Madde: Barış ve güven yoldaşları arasında barış tektir, ayrı ayrı yapılmaz. Barış tüm barış ve güven yoldaşlarını kapsayacak biçimde yapılır. Bir savaşta tüm barış ve güven yoldaşlarını kapsayacak biçimde barış yapılır. Bu barış da barış ve güven yoldaşlarının arasındaki birliktelik ve adâlet dikkate alınarak yapılır. Bu madde barışın herkesi bağlayacağını, kişisel ve kabîlesel düşmanlıkların barışı bozamayacağını ve barışın tüm barış yoldaşlarına göre yapılacağını belirtir. 14-17. maddeler birlikte düşünüldüğünde yeni değerlerde birleştirilen bir güven toplumunun inşâ edildiğini görürüz.
- Madde: Barış ve güven yoldaşlarıyla birlikte savaşa katılan askerî gruplar sırayla nöbet tutar. 17 ve 18. maddeler savaşı bireysel tavırdan çıkarmış, 1. maddede çerçevesi çizilen ümmetin stratejik ortak kararı haline getirmiştir.
- Madde: Barış ve güven yoldaşları, aralarından birinin intikamını birlikte alır. Bu madde ile bireysel, kabîlesel ve bölgesel kavgalar reddedilmiş; onların yerine barış ve güven yoldaşlığına dayanan birliktelik bilinci tek vücut haline getirilmiştir.
- Madde: En iyi ve en doğru yolda yürümek görev ve sorumluluk sahibi bir barış ve güven yoldaşı olmanın gereğidir. Hiçbir müşrik, Mekkeli bir düşmanın mal ve canını koruma altına alamaz ve bir barış ve güven yoldaşına karşı bir Mekkeliyle ittifak kuramaz. Bu madde barış toplumu aleyhine çalışmanın affedilmeyeceğin belirtir.
- Madde: Bir barış ve güven yoldaşı tammüden[8] öldürülürse ölenin velisi diyete razı olmazsa kısas uygulanır. Bu durumda barış ve güven yoldaşları kâtile karşı birleşir ve bu durumda mü’minlerin kâtil aleyhinde olmaları helâldir. Bu maddede öldürülen bir yoldaşın can ve kan hakkı tüm barış yoldaşlarının dâvâsı olarak görülüyor. Böylece kabîle dayanışması yerine barış ve güven yoldaşlığına dayalı kardeşlik hukûku yerleştiriliyor. Eskiden kabîlenin kâtili korunurken Sözleşme ile birlikte başka kabîleden olan maktülün hakkını almak için kabîlenin kâtilini bizzat kabîlenin üyeleri tutukluyor veya hesaba çekiyor.
- Madde: Bu sayfada yazılı olanları kabul eden ve Tanrı’ya ve yaşamın aşama aşama süreceğine güven duyan[9] bir mü’minin bir kâtile yardım ve yataklık[10] etmesi helâl değildir. Kâtile yardım ve yataklık eden kıyamet günü Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır. Bu durumdaki kişiden ne para tediyesi ne taviz alınacaktır. Bu madde ihânetin asla affedilmeyeceğini belirtir. Akrabacılık veya başka bir sebeple kâtili koruyanların asla bağışlanmayacağı vurgulanır.
- Madde: İhtilafa düşülen konularda Allah ve Muhammed’e başvurulacaktır. Bu madde Allâh ve Peygamber’in şahsında ilkeler ve hukûkun egemenliğini savunur.
- Madde: Yahûdîler savaşa katıldığında masraflarını kendileri öder.
25-35. Maddeler: Avf oğuları, Neccâr oğulları, Hâris oğulları, Saide oğulları, Cuşem oğulları, Evs oğulları ile Sa’lebe oğullarının kolu Cefne oğulları Yahûdîleri de Avf oğulları Yahûdîleriyle aynı haklara sahiptir. Ancak haksızlık yapan ve suç işleyen sadece kendini ve ailesini zarara sokmuş olur. Onların mevlâları ile Yahûdîlere sığınanlar Yahûdiler gibidir. Bu madde ittifak alanını kişilerin Muhammedî barışçı olup olmamalarına bakılmaksızın genişletiyor. Ortak değerler ve ortak hukûk egemen yapılıyor, bir grubun ittifak anlaşması diğer gruplar için de bağlayıcı hale getiriliyor. Böylece “Benim düşmanımla anlaşana düşman olurum.” tarzındaki çok eskilere dayanan kabîle husûmetleri barış ve güvenlik çıtası yükseltilerek durduruluyor.
- Madde: Yahûdîler Müslümanlarla birlikte savaşa katılmak isterse Muhammed’den izin alacaktır. Yaralamanın intikamını almak yasaklanamaz. Kâtil biri sadece kendini ve ailesini zora sokar. Allah, bu yazıya uyanlarla beraberdir. Bu madde ile müttefiklerin kafasına göre davranamayacağı, öldüren ve yaralayanların kimliği ve konumuna bakılmaksızın cezaya çarptırılacağı vurgulanır.
- Madde: Savaş durumunda Muhammedî barışçılar ile Yahûdîler kendi masraflarını karşılayacak. Bu sayfada adı geçenlere savaş açanlara karşı birlikte savaşılır. Bu sayfada adı geçenler birbirine iyi ve içten davranır, buradaki kurallara uyarlar, aykırı davranmazlar. Hiç kimse müttefiklerine karşı suç işleyemez, haksızlığa uğrayana yardım edilir.
- Madde: Mü’minler ile Yahûdîler omuz omuza savaştığı sürece savaş masraflarını birlikte karşılar. 25-38. maddeler Yahûdî-Muhammedî barışçılar ittifâkının temel ilkelerini ortaya koyar.
- Madde: Yesrib vadisi; öldürme, kavga ve savaşın yasaklandığı bölgedir. Bu madde Medîne’nin barış, eşitlik ve özgürlük yurdu yapılmaya çalışıldığını gösterir. Bu madde ile insanlar sığındıkları kaleler içinden çıkarılıyor, kan ve akrabalık bağlarıyla yaşamanın yerine hukûk etrafında, üst bir hukûkî ve politik birlik altında birleştiriliyor. Haram bölge (harem), korunaklı alanı, özgürce yaşam alanını, siyâsî birlik ve güvenli bölgenin toprak sınırını belirtir.
- Madde: Koruma altına alınan kişi birine zarar vermedikçe ve suç işlemedikçe koruyan gibi hak ve sorumluluklara sahiptir.
- Madde: Koruma hakkı, koruyanın izni olmadıkça bir başkasına verilemez. 40-41. maddeler Araplarda yaygın olan korumasına alma (himâye) anlaşmalarını düzenliyor.
- Madde: Bu sayfada adı geçenler arasında öldürme ve ihtilaf olduğunda Allah’a ve onun elçisi Muhammed’e gidilir. Allah bu sayfada yazılanlara bağlı olanların yanındadır. 42. maddeyi Yahûdîler önermiştir. Çünkü ihtilafları asla hiçbir taraf çözemiyordu ve mutlak tarafsız birine veya çözümleme gücü olan bir otoriteye ihtiyaç vardı. Bu madde Peygamber’i bir yargıç değil bir hakem konumuna oturtur.[11] Allâh ve Peygamber’e gitmek hukûk, vicdân, eşitlik, özgürlük ve güvenlik ilkeleriyle hayatı yoluna sokmaktır.
- Madde: Mekkeliler ile Mekke’ye yardım edenlerin korunma hakkı kabul edilmez. Çünkü Mekke Muhammedî barış ve güven devrimini boğmaya çalışan merkezdi.
- Madde: Muhammedî barışçılar ile Yahûdîler, Yesrib’i birlikte savunacaklar.
- Madde: Muhammedî barışçılar Yahûdîleri barış yapmaya veya barış çağrısına katılmaya davet ederlerse Yahûdîler barışa derhal yanaşır. Yahûdîler Müslümanları barışa çağırırsa barış ve güven yoldaşları da olumlu cevap verir. Din için girişilen savaş bu durumun dışındadır. Her grup kendi bölgesinin savunma ve ihtiyaçlarından sorumludur. Bu maddeye göre müttefik bir grup sırf dininden dolayı Medine dışından gelen bir saldırıya uğrarsa diğer din mensuplarının yardım etme zorunluluğu yoktur.
Bu madde dine dayalı bir savaşın desteklenmeyeceğine vurgu yaparak Peygamber’in din savaşı yürütmeyeceğini, din üstünden yapılan savaşlara destek vermeyeceğini ortaya koyar. Bu madde ve savaş âyetleri Haç-Hilâl, Müslüman-Yahûdî, Müslüman-Hristiyan biçiminde sınıflandırılmış savaşların meşrû savaşlar olmadığını ortaya koyar.
Savaş sadece zulmü durdurmak için yapılır, zulüm durdurulunca da ateşkes yapılır, barış anlaşması imzalanır, herkes yurduna çekilir, işgâlden uzak durulur; eşit, özgürlükçü ve barışçı bir düzen kurulur. Bunun dışında yapılan her türlü savaş cinayettir. Câriye, köle ve toprak elde etme; yer altı ve yer üstü nimetlerine çökme, bir halkı keyfî biçimde yurdundan sürme; bir halkın dil, din ve mezhep gibi tüm değerlerini yasaklamaya varan örtülü veya açık yasaklar getirme gibi sonuçlar için yürütülen savaşlar bütünüyle istilâ, işgâl ve cinayettir. Mehter çalıp tekbir getirmek, yeşil sarıklar takıp toplu namazlar kılmak, dualar edip kurbanlar kesmek, mevlütler okuyup hatimler indirmek bu tür savaşları haklı, meşrû ve Kur’ânî yapmaz. Zulüm, İslâm örtüsü altında yapılsa da zulümdür ve her zâlimle cinsel, dinsel, bölgesel ve ırksal kimliğine bakılmaksızın savaşılır.
- Madde: Bu sayfada gösterilen hak ve sorumluluklar, Evs Yahûdîleri ile mevlâlarına bu sayfada adı geçenler tarafından uygulanır. Haksız kazanç elde edenler, sadece kendine zarar verir. Allâh, bu sayfada adı geçenlerin en doğru ve uyumlu olanlarıyla beraberdir. Bu maddeye göre herkes hakkını bilme ve alma hakkına sahip olduğu gibi ortak yaşamın gerektirdiği sorumluluklara da sahiptir.
- Madde: Bu yazı, haksızlık yapan ve suç işleyenlere sırf müttefik oldukları veya bizden oldukları için ayrıcalık sağlamaz. Medîne’de oturan veya Medîne’den çıkan barış ve güven mensupları, haksız bir eylem içinde olmadığı sürece güvencededir. Allah ve elçisi Muhammed, bu sayfaya gerektiği biçimde uyanların koruyucusudur.[12]
Bu maddede Muhammed, vicdân elçisi olma, devrime önderlik etme yanında barış toplumunun lideri ve Sözleşme’yi gündeme getiren biri olarak dönemin koşullarnda Sözleşme’ye imza atanları korumasına (himâyesine) alıyor. Bu madde, Allâh kavramıyla üst ve tartışmasız insanlık değerlerini, Muhammed ile bu değerler için hayatını ortaya koyan vicdân elçisini vurgulamış; hukûk, etik ve eylem birlikteliğini insanlığın önemli bir kazanımı haline getirmiştir.
devam edecek…
_________________________________________________________
[1] Etnik: Etnisite ile ilgili, etnisiteye ait. (Etnisite: Farklılıklarıyla diğer gruplardan ayrılan grupçuk.)
[2] Totaliter: Devlete ait yasama, yürütme ve yargılamanın tek kişi veya tek kurumda toplandığı baskıcı yönetim.
[3] Buhârî, 5/44; İbn-i Hişâm, 1/183.
[4] Tediye: Para ya da benzeri bir şey verme, ödeme.
[5] Öz-erk: Yerinden yönetim. İç işlerinde kendi kendini yöneten, dış işlerinde merkezî hükümete bağlı olan yönetim biçimi.
[6] En’âm, 164/Velâ teksibu kullu nefsin illâ ‘aleyhâ velâ teziru vâziratun vizra uhrâ (Herkesin kötülüğü kendini bağlar, kimse başkasından sorumlu değildir; herkes kendi yükünü sırtında taşır, kimse bir başkasının suçunu taşımaz.)
[7] Mevlâ: Kişinin yakını, dostu, yardımcısı, arkadaşı, efendisi. Kölesini âzat etmiş eski efendi, âzat edilmiş köle.
[8] Taammüd: Bir işi ya da suçu bilerek, tasarlayarak yapma.
[9] Allâh’a ve âhirete iman
[10] Yataklık: Suçluları barındırma, suçlulara gizlice yardım etme.
[11] Nisâ, 65.
[12] Muhammed Hamidulah, Vesâiku’s-Siyâsiyye, Medine Anayasası, çeviren: Vecdi Akyüz, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1997.