Eskiden sağcı-solcu vardı.
Yetmedi laik-şeriatçı olduk.
Yetmedi Türkçü-Kürtçü olduk.
Bunlar da yetmedi şimdi küreselci-ulusalcı olduk.
Gün geçmiyor ki bir medya organında bir küreselciyi veya ulusalcıyı nutuk atarken görmeyeyim.
Hazretler derslerine bayağı işi çalışmışa benziyor.
Ekranlar küreselci lordlardan veya ulusalcı ağalardan geçilmez oldu.
Küreselci lordlar uygarlığın “orada” olduğunu söyleyerek bizi habire bir yerlere çağırıp duruyor. Ulusalcı ağalar da habire “burada” durmamızı, hiç bir yere gitmememizi telkin ediyor.
Peki “orada” olan kim, “burada” olan ne?
***
Şu manzaralara bir bakar mısınız;
Bir küreselci katıldığı bir haber proğramında olayları yorumluyor. Önce bir trafik kazası haberi: Bağırışmalar çağırışmalar, oradan oraya koşturmalar, hurdahuş olmuş arabasının içinden kanlar içinde çıkarılan perişan yurdum insanları…
Seyircinin hissiyatının tam da tavana vurduğu anda küreselci yorumu konduruveriyor; “İşte AB’ye girersek bunlar olmayacak!”
Bu durumda vatandaş oturduğu yerden fırlayıp sokağa çıkacak ve avazı çıktığı kadar “Lan bu AB’ye girmemizi engelleyenler kimse çıksın! Vatandaş trafikte ezilirken bunlar hala AB’ye girmemize engel oluyor ha! Kimmiş bunlar!” diye basbas bağıracak…
Şimdi Allah aşkına söyleyin, bu küreselci lorda “aydın” mı diyeceğiz?
***
Ve öteki manzara:
Bir ulusalcı başka proğramda arzı endam ediyor. “Lozan’dan, misak-ı milliden, vatanın bölünmez bütünlüğünden, misyoner faaliyetlerinden , üniter devletten vs. dem vuruyor. “Biz” diyor “Müslümanız, bizim dinimiz akıl-mantık dinidir. AB Hristıyan kulübüdür ne eşimiz var orada?” türünden tuhaf söylemlerle biz uyuyan yığınlara “yakın tehlikeyi” haber veriyor. Milli ve manevi duygularımızı cuşu huruşa getirecek şekilde attıkça atıyor. Ulusalcı sonunda çareyi “dini hissiyatı” okşamakta bulmuş olmalı ki sanki İslam’ın bu ülke için ne anlam ifade ettiğine dair kendisine ani “ilham inmiş” gibi konuşuyor.
Söz dönüp dolaşıp “başörtüsüne” gelince dut yemiş bülbüle dönüyor. “Kem, küm, şey, kamusal mamusal” vs. ağzından hangi dilde olduğu anlaşılamayan garip kelimeler dökülüyor.
Şimdi Allah aşkına söyleyin, bu ulusalcı ağaya “aydın” mı diyeceğiz?
***
Alın birini vurun ötekine…
Lordların ve ağaların yer kapma savaşı bu!
Burada ne Türkiye var, ne millet var, ne halk var.
Burada “aydın namusu” diye bir şey yok.
Küreselciye kalırsa bu memleket, gidip “gavurdan” ekmek ve adalet dileneceğiz. Küreselci lordlara yeni Roma’nın yeni köleleri olacağız.
Ulusalcıya kalırsa bu memleket, kendi öz yurdumuzda “parya” olacağız. Yerel ağalara marabalık yapacağız…
Nerede özgürlük, nerede ekmek, nerede adalet?
Ekmek ve adalet başkasından dilenerek kazanılamaz. Bir milletin onuru dilenerek, başkasının ekmeğine, alınterine göz dikerek değil, kendisi çalışarak, kendisi yaratarak, kendisi üreterek yükselir.
M. Akif’in dediği gibi;
Gökten hiçbir şey inmez bütünüyle yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar
Keza kendi öz insanını paryalaştırarak ulus savunulamaz. Mehmed Akif’i olmayan bir mücadele ulus mücadelesi, millet mücadelesi olamaz. “Taceddin Dergah” ınız yoksa İstiklal marşı yazamazsınız. İçinde “hakka tapmak, şehadet, ezan” kavramlarının geçmediği bir marş da bu milletin “istiklal” marşı olamaz, nitekim olamamıştır da.
Demek ki bir millet “onurunu” kendinden, kendi toprağından fışkırtıp çıkarmıyorsa ona millet denmez. Millet, ulus vs. olarak anılmaya hakkı yoktur.
Sözün namusu adına başka bir ses yok mu?
Var! Eğer bunca kof gürültü arasından duyabiliyorsanız…
Not: Bu yazı dört yıl önce (26.03.2007) yayınlanmıştı. “Görülen lüzum üzerine” hiç dokunmadan yeniden yayınladım. Yoğun bir şekilde süren “Kur’an araştırmaları” türü yazılarından soluklanıp arada bir hafıza tazelemekte yarar var. Güncel gelişmelere fazla takılmadan yazmanın böyle de bir riski oluyor. Bir yerlere yamamaya kalkışanlar çıkabiliyor. Bu nedenle “kuma savaşı” olarak gördüğümüz “görünür saç baş yolmada” nerede durduğumu merak edenler bu yazıyı bir kez daha okumalılar…