Kuran’da kadercilik yok!
Geleneksel din algısına göre kader; İnsanın doğumundan ölümüne kadar yaşayacağı tüm olayların Allah tarafından belirlenmesidir. Bu durum Kuran’ın öğretisine ve mantığına asla uymamaktadır. Kaderi belirleyen insan değilse dünyaya imtihan için gelmemizin de bir anlamı olmayacaktır. Bu doğru olsaydı Mahşerde Cehennem’e giden insanlar ‘’Rabbimiz bizim kaderimizi güzel yazsaydın biz de Cennet e gidecektik bizim suçumuz ne’’ derlerdi. Yine örnek olarak gösterirsek intihar etmek büyük günahlardandır. Örneğin; Kişi kendini 10.kattan aşağı atıp ölünce mahşerde sorgudayken ben intihar etmedim suçum yok, Allah böyle istedi derdi. Bu durum gayet tabi haksızlık olurdu. Örnekler çoğaltılabilir. Nahl Suresi 93.ayette ‘’Tercihi Allah yapsaydı sizi bir tek toplum (ümmet) yapardı. Ama (tercihi size bıraktığı için) sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.’’ denilir. İnsanoğlunun imtihanı kendi aklına ve tercihlerine bırakılmıştır.
Yüce Allah zaman ve mekân kavramlarından münezzehtir. Yüce Allah için geçmiş ve gelecek her zaman dilimi şuan gibidir. O kişilerin yaptığı ve yapacağı davranışları bilir ama onu kulunun iradesine bırakmıştır. Tabi ki bu yolda inancımız vicdanımız, ilhamımız ve ahlakımız bize doğruyu ve yanlışı göstermede yol gösterici bir etki yapacaktır ancak yine de seçim bize aittir. Keza Maide Suresi 48.ayette de ‘’Gerçekleri içeren bu Kitabı sana, önceki Kitapları onaylayıcı ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat (kitap) ve bir yöntem (hikmet) verdik. Allah sizi tek bir toplum (tek bir nebînin ümmeti) yapmayı tercih etseydi yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için (böyle yaptı). Öyleyse (tartışma yerine) iyi işlerde yarışın. Tekrar hayata dönünce hep birlikte Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size bildirecektir.’’ İnsanın imtihanlara karşı kendi özgür iradesini kullanması onun gidişatını belirler. Bakara Suresi 155-157 ayetlerde“ Mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksilterek, sizi biraz korku ve biraz açlıkla yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz, bundan kaçış olmaz. Sen sabırlı davrananlara müjde ver. Onlar, başlarına bir şey gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aitiz, biz O’nun huzuruna çıkarılacağız.” Sahiplerinin (Rablerinin) sürekli desteği ve iyiliği onlaradır. Doğru yolda olanlar onlardır.” Bu durum vahyedilmiştir. İmanın şartlarıyla ilişkilendirilen ayette de kadere iman diye bir yazı yoktur Bakara 177.ayette’’ İyilik, yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. İyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebîlere inanıp güvenen kişinin yaptığıdır. Böyle bir kişi, sevmesine rağmen malını, kendine yakınlığı olanlara, yetimlere, çaresizlere, yolda kalanlara, isteyenlere ve boyunduruk altındakilere verir. Namazı düzgün ve sürekli kılar ve zekâtı verir. Bunlar anlaşma yaptıkları zaman da yükümlülüklerini yerine getirirler. Baskılara, zorluklara, bir de baskın anında olacaklara karşı dirençli olurlar. Özü sözü doğru olanlar bunlardır. Allah’tan çekinerek korunanlar da bunlardır.’’ Dolayısıyla geleneksel kader inancı meselesi hatalıdır.
Kuran’da kendisinden tövbe alınıp, rabıta yapılan keramet sahibi evliyalar şeyhler yok!
Genellikle tasavvuf kültüründe ve tarikatların çoğunda tövbe almak ve şeyhi düşünerek rabıta yapmak gibi davranışlar vardır. Bu kişiler, şeyhin elini tutup hem tarikat alma hem de günahlarından tövbe- istiğfar etme ve bir daha günah işlememeye niyet etme anlamında bir manevi bir bağ teşkil ederler. Bu durumda şeyhin kuvvet ve dirayeti ne kadarsa kendi müritlerine tasarruf eder. Mürit de “beni nezaret ve takip ediyor” diye şeyhinden çekindiği için, günah işlememeye azami dikkat eder. Tövbe vermek gelenekte; Allah dostu bir şeyhin birinin tövbesine vesile olması, tövbe etmede rehberlik etmesidir. Tövbe almak ise; tövbe etmek demektir. Rabıta ise; Kelime anlamı olarak bağ demektir ve tarikatlarda “kendi şahsiyetinden sıyrılıp, Hz Muhammed’in veya şeyhinin manevî şahsiyetiyle bütünleşme ve bağ kurma” şeklinde uygulanır. Ehl-i sünnet âlimleri tasavvuftaki bu tür uygulamalara ilişmemiş ve teşvik etmişlerdir.
Bu uygulamalar şirk ve bidat içerir. Maalesef ki Kur’an’ı anlayamamış olan insanların çoğu bu şirk tuzağına düşebilmektedir. Kul tövbesini yalnızca Allah’a etmelidir. Yaptığı yanlışları bir daha yapmamak şartıyla Yüce Allah’a verilen bir söz durumudur. Kişi günahlarından dolayı af diler. Bununla ilgili birçok ayet mevcuttur. Bakara Suresi 128. Ayette Hz İbrahim duasında; “Rabbimiz! İkimizi sana teslim olmuş kişiler yap, soyumuzdan gelenlerden de sana teslim olmuş bir toplum oluştur! Bize menâsikimizi (hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri) göster ve yönelişimizi (tevbemizi) kabul et! Sana yönelenleri (tevbe edenleri) kabul eden, iyiliği bol olan Sen’sin!” tövbenin aracısız bir şekilde ancak Allah’a edileceği gösterilmiştir. Tövbeyi kabul eden de yalnız Allah’tır. Nisa Suresi 17. Ayette ‘’Allah’ın kabul sözü verdiği tevbe, kendini tutamayarak kötülük işleyen sonra vakit geçirmeden tevbe edenlerin tevbesidir. Allah, onların tevbesini dönüşünü kabul eder. Allah bilir, doğru kararlar verir.’’ Vahyedilmiştir. Kullar Kaf Suresi 16. Ayette denildiği gibi ‘’Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız’’ Kendisine çok yakın olan Allah’a aracısız bir şekilde dua etmelidir. Gelenekte ki Allah Dostu kavramı da çok tehlikeli bir kavramdır. Allah’ın kiminle dost olup olmayacağını kullar belirleyemez. Bakara Suresi 257. Ayette denildiği gibi ‘’İnanıp güvenenlerin en yakını (velisi) Allah’tır.’’ O şeyhler Allah dostu da biz inananlar haşa Allah düşmanı mı oluyoruz? diye insan kendine sormadan edememektedir. Rabıta da ise rabıta yapan mürit şeyhine kayıtsız şartsız teslim olur yani kul olur. Şeyhi dışında bir şey düşünmez. Şeyhin ruhaniyetinin kendisini doğru yola aktaracağını düşünür. Şeyh Allah ile mürit arasında bir köprü gibidir. Şeyh le Allah aynı seviyede gibi hissedilir. Bu tam da Kuranın bahsettiği şirk çeşididir. Putlarla aracılık kuran cahiliye Araplarından tek farkı şimdikilerin putlarının heykeller değil de insanlar olmasıdır. Zümer Suresi 3. Ayette’’ Bil ki Allah’ın dini, katışıksız dindir. Allah ile aralarına evliya yerleştirenler şöyle derler: “Bizim bunlara kulluk etmemiz, sırf bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diyedir.” Allah, onların tartışıp durdukları her konudaki hükmünü, onların yüzüne karşı verecektir. Allah, yalancı olan ve âyetleri görmezlikte (kâfirlikte) direnen birini yoluna kabul etmez.’’ bu durum vahyedilmiştir.
Yine insanlar kendilerince şeyh ve evliya dedikleri kişilere birçok keramet ve olağanüstü yetenekler yakıştırmış, onlara mucizeler isnat ederek insanüstü bir figüre dönüştürmüşlerdir. Kendi şeyhlerini Allah’ın nebileriyle melekleriyle bir tutmuşlardır. Mümin Suresi 78. Ayette ‘’Senden önce de elçiler gönderdik; kiminin hikayesini sana anlattık, kimininkini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan mucize getiremez. Allah’ın emri gelince iş gerçekten biter. Boş işlere dalanlar orada kaybederler.’’ diye vahyedilmiştir. Mucizeler Allah’ın izniyle olur ve onun elçisi olmayan birinde olmaz. Bu Allah’ın iradesine bağlıdır. Mesela Hz Muhammed’e bile elçi olduğu halde Kur’an dışında bir mucize verilmemiştir. Gelenekte gaybı bilen, ölülerle konuşan, Cennetin ve Cehennemin her köşesini gören vs. birçok evliya şeyh vardır. Bu şekil kulaktan kulağa hurafeler bir çığ gibi büyüyüp yayılmıştır. Bunlar Kur’an’a ters düşer ve şirktir. Neml 65 de De ki; “göklerde ve yerde olan gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Onlar ne zaman yeniden diriltileceklerini fark edemezler.” Enam 59 da ‘’Gizli bilgilerin (gaybın) anahtarları, Allah’ın yanındadır. Onları, O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi, O bilir. O’nun bilgisi olmadan düşen bir tek yaprak yoktur. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş veya kuru ne varsa mutlaka apaçık bir kitapta (defterde) yer alır.’’ Yine Fatır 22.ayette ‘’Dirilerle ölüler de eşit olmaz. Allah dinlemeyi tercih edene dinletir. Sen kabirlerde olanlara bir şey dinletemezsin.’’ vahyedilerek bu konular tartışmaya dahi gerek kalmadan kapatılmıştır. Yine çeşitli türbelerde şu kişinin yüzü suyu hürmetine, şu kişinin vesilesiyle diyerekten dua edip mum dikip çeşitli hareketler yapmakta bu şekilde şirktir.
Kuran’da kan ve uyku abdesti bozar yok!
Çeşitli mezheplerde kanamanın ve uyuklamanın uyku hallerinin abdesti bozacağı ile ilgili inanışlar vardır. Maide Suresi 6. Ayette bu konuyla ilgili bölüm ‘’Hasta veya yolcu olur yahut sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlarınızla birlikte olur da su bulamazsanız, temiz yüzeye (toprağa) yönelin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin.’’ vahyedilerek abdesti bozan durumlar açıklanmıştır.
Kuran’da tüm Yahudi ve Hristiyanlar Cehenneme gidecektir emri yok!
Geleneksel inanışta Müslüman olmayan kişilerin, Yahudi ve Hristiyanların kesin olarak cehenneme gideceğine dair inanış vardır. Bakara Suresi 62.ayette ‘’Muhammed’e inananlar ile Yahudi, Hıristiyan ve Sabiîler’den Allah’a ve Ahiret gününe inanan ve iyi işler yapanların ödülleri Sahipleri (Rableri) katındadır. Onların üzerinde korku olmaz, üzüntü de çekmezler.’’ Yine Maide Suresi 69. ayette ‘’İnanıp güvenenlerden; Yahudi olanlardan, Sabiî ve Hıristiyanlardan kim Allah’a ve Ahiret gününe inanıp güvenir ve iyi iş yaparsa, onlar ne bir korku duyar ne de üzülürler’’ vahyedilerek bu inanışın doğru olmadığı açıklanmaktadır. Tevrat’a ve İncil’e doğru şekilde inanan kimseler zaten orada bahsedildiği gibi bizim peygamberimizin haberlenişine ve dinin İslam olduğuna inanmış olmuşlardır. Kur’an’a erişme imkanları varsa bunu zaten anlayacaklardır. Eğer Kur’an’ı bilmiyorlarsa daha doğrusu erişme imkanları yoksa da Araf Suresi 157. Ayette ‘’Onlar bu elçiye, bu ümmi nebiye uyan kimselerdir. Onu (Nebinin adını) yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulurlar. O, onlara marufa uygun olanı emreder ve münkeri yasaklar. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Isr’larını, üzerlerindeki ağır yükleri kaldırıp atar. Kim ona inanır, onu destekler, ona yardım eder ve onunla birlikte indirilen nûra (Kitaba) uyarsa, işte onlar umduklarına kavuşacak olanlardır.” Bu durumdan bahsedilmiştir. Tevrat, İncil ve inen diğer kitapların özüne doğru olarak şirk olmadan inanmışlarsa cennet kapıları açıktır.
Merak edilen bir soruda ‘’Peki Amazonlarda veyahut balta girmemiş ormanlarda yaşayıp ölen ve kitaba erişememiş kabile bireylerine ne olacak’’ minvali sorulardır. Burada da Kuran a göre kıstas; şirk olmadan inanma ve evrensel ahlak yasalarına uyma durumudur. İnsanoğlu doğmatik olarak inançlı yaşamaya kodlanmıştır. Tek olan ve her şeyi kendi yaratmış olan bir Tanrı inancını taşımak ve ahlaklı bir şekilde yaşamak Cennete gitmek için yeterli olacaktır. Dünyanın hiçbir yerinde medeniyet olsun olmasın birinin birini haksız yere öldürmesi ona zarar vermesi ailesine halkına saygısızlık, hırsızlık, işkence ve azap çektirmesi vs gibi etik olmayan durumlar doğru olarak görülmez. Bunu araştırmalarda kanıtlamıştır. Örneğin 4 bin yıl önce yazılmış ve tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı yasalarından biri olan Hammurabi Kanunlarında geçen maddelerden örnek vermek gerekirse; Madde 4 (Bir adam tahıl veya parayla ilgili yalancı şahitlik yaparsa, davaya konu olan cezayı kendisi üstlenir.) Madde 7 (Bir kimse tanık ya da yazılı anlaşma yokken başka birinden canlı, cansız herhangi bir şey kiralar ya da satın alırsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır.) Madde 23 (Soyguncu yakalanamazsa, soyulan kişi zararının miktarını yemin ederek söylerse o zaman soygunun yapıldığı yerin ya da toprakların ya da mekânın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan mallarını tazmin eder.) Madde 229 (Bir usta herhangi biri için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa; inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan da öldürülür)vb… şuanda bize ahlaksızlık ve etik dışı gelen her şeyin o zamanlarda da var olduğu ve yine ahlak dışı göründüğü kanıtlanmıştır.
Kuran’da Sırat Köprüsü yok!
Geleneksel inanışa göre Sırat, mahşer yerinden itibaren cehennemin üzerinden geçerek Cennete kadar uzanacak olan bir köprüdür. Bu köprü, haşir günü cehennemin üzerinde kurulacaktır. Mümin, günahkâr, kâfir istisnasız herkes bu köprüye gelecektir. Cennete gidebilmek için bundan başka yol yoktur. Sıratın iki tarafına konulmuş kancalar oradan geçmeye iyi amelleri yetmeyen kimseleri Allah’ın emriyle çekip o kişileri Cehenneme düşüreceklerdir. İyi amelleri ağır gelenler, kötülükleri sebebiyle tırmalanıp yara almış olsalar bile Sıratı geçeceklerdir. Bazı müminler senelerce sürünerek geçeceklerdir. Sırattan geçiş esnasında Peygamberimiz sırat üzerinde “Kurtar, ey Rabbim, kurtar!” diye müminlere dua edeceklerdir. Yine hadislerde Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra Cehennemin üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur. Allah şefaate izin verir. (Müminler) ‘Ya Allah selamet ver, selamet ver, diye dua eder durur.’ ‘Ya Resulallah, köprü nedir?’ diye sorulduğunda; ‘Kaypak ve kaygan bir yoldur. Orada; kancalar, çengeller ve Necidde bilen sa’dan denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır. Mü’minler amellerine göre kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler. Mü’minlerden kimi sapasağlam kurtulur. Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir. Kimileri de cehennem ateşi içerisine dökülür.’’(Buhari-Müslim-Tırmizi) referans gösterilerek buna inanılmaktadır.
Bu inanışın temeli Zerdüştlükten gelir. Zerdüştlük’den kısaca bahsedersek ‘’Sinvat (Çinvat Köprüsü) Cehennem üzerinde olan bir köprüdür ve buradan Zerdüşt’e inananlar bir kız ve iki adet köpek eşliğinde eğlenceli ve şarkılı bir yer olan Cennete yol alıp gideceklerdir. Çinvat Köprüsü’nün görünümü geçen kişinin dürüstlüğüne göre değişecektir. Bundahişn adlı dini kaynaklarına göre kötü bir kişiye bu Köprü dar görünecek ve bu kişinin ruhu Cehenneme itilecek, burası da ebedî ceza ve acı çekme yeri olacaktır.’’ Dikkat edilirse bu rivayetler olduğu gibi biraz değiştirilerek üstte yazdığımız gibi peygamberimize isnat edilmiştir. Bu konunun Kur’ansal bir kaynağı ve dayanağı yoktur. Gayb la ilgili bilgiler ancak Kuran’dan bildiğimiz kadardır.
Kuran’da tüm peygamberlerin Ortadoğu’ya gönderilmiş olduğu bilgisi yok!
Geleneksel inanışta tüm peygamberlerin Ortadoğu Coğrafyasından çıkmış olduğuna inanılmaktadır. Bu durum Kur’an’ın ayetleriyle uyuşmaz. Örneğin Fatır Suresi 24.ayette ‘’Bu gerçeği seninle birlikte gönderdik ki, müjdeler veresin ve uyarılarda bulunasın. Her toplumun(ümmetin) geçmişinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.’’ Yunus Suresi 47.ayette ‘’Her toplumun(ümmetin) bir elçisi vardır. Elçileri yanlarına geldiği zaman, aralarında hakka uygun şekilde hükmedilir. Onlara haksızlık yapılmaz.’’vahyedilerek her ümmete bir elçi gönderildiği anlatılmıştır. Kur’an’da Ortadoğu merkezli anlatımın olmasının nedeni Kur’an’ın indiği coğrafyadaki insanların vahiyden yabancılık çekmemesidir. Mesela Zerdüşt-Buda-Konfiçyüs-Sokrates’in yazıları ve öğretilerinde Kur’an’dan bazı esintiler vardır. Bu kişilerin önceden peygamber olup öldükten sonra putlaştırılıp verdikleri bilgilerde tahrifler yapılması muhtemeldir. Hz. Nuh’un yaşadığı tufan olayı hemen hemen aynı şekilde tufanın çoğu toplumların yazıtlarında ve görsellerinde yer aldığı araştırmalarca gösterilmiştir. Bir örnek verirsek ‘’Hopi’’ Kızılderililerine ait olandır. Okyanustan çok uzakta, Kuzey Amerika’nın güney batısında yaşayan Hopi’lerin destanlarında kabaran suların ülkelerini kapladığı, dağların tepelerine kadar yükseldiği ve yeryüzündeki canlıları yok ettiği anlatılıyordu. Amerika’nın eski sahiplerinden olan Azteklerin destanlarından ise Tufan olayının süresi bile veriliyordu. Bu medeniyetlere de indirilen kitaplarda nebilerinin Hz Nuh ve tufan olayından bahsetmesi kesindir. Başka örnek olarak İtalyan Pompeii halkının başına gelen olaylar Lut Kavminin başına gelen olaylarla çok benzerdir. Bu konuda en doğrusunu Yüce Allah bilir.