“Beyan Sosyolojisi / KİTAPTAN HAYATA”; bir kitap adıdır. Kitabı, verimli bir yazar ve değerli bir akademisyen olan Kadir Canatan hocam yazdı. Ben yanındaymışım gibi ifade kullandım değil mi? Biraz öyle de ondan. Kadir Hoca, mevcut kaynakları elinden geldiği kadar inceleyen, araştıran ve onların içinden yeni bir şeyler üretmeye kaynaklık edecek bir şey bulabilir miyim diye gece gündüz çalışan bir yazardır. Daha önce birçok kitabı ve makaleleri yayınlandı, istekli ve meraklısı olan internetten bunları görebilir.
Bu yazı, kitabı tanıtma, değerlendirme ve inceleme yazısı olmayacak. Yazarı arkadaşım diye övgüler yazıp reklamını da yapmayacağım. Değerli okuyucularım ve Adil Medya sitesi takipçilerinin hakkıdır diye sadece kitabın içindekiler bölümünden ana başlıkları ve içerikle ilgili bir iki cümle yazmakla yetineceğim. Kitap, “giriş” ve “sonuçlar” bölümleri ile şu üç ana başlıktan oluşmaktadır: “Birinci bölüm: Batılı Sosyolojinin Temelleri ve Gelişimi; İkinci bölüm: Beyan Bilimlerinin Temelleri; Üçüncü bölüm: Beyan Sosyolojisinin İmkânı”.
Kitabın birinci ve ikinci bölümleri konuları gereği daha çok ilgili ve ciddi kaynaklara dayalı bilgiler içermekte, bununla birlikte bazı önerme ve iddialar da sunulmaktadır. Kitabın esas özgünlüğünü üçüncü bölümde kendini göstermektedir. Yazar, bu bölümde yeni ve bugüne kadar pek değinilmeyen konuları kendine özgü Beyan Bilgi Sistemleri zemininde tartışmaya açmaktadır. Bu çabası ile asırlardır tıkalı olan Müslüman bilincini açmaya ve onu bir bilim adamı asaletiyle Kur’an’ın aydınlık yoluna çıkarmaya çalışmaktadır.
Hiçbir insan eseri mükemmel değildir. Bu kitap da öyle; ciddiyet ve samimiyetle okuyan herkes onda eleştirecek birçok şey görecektir. Bu anlamda bir örneğini benim kalemimden aşağıda bulacaksınız. Bir müzmin ve artık gelenek olmuş bir yarayı kaşımak, başka bir deyişle onu deşmek istiyorum. Bunu bir alıntı üzerinden yapmaya çalışacağım. Yazar, geleneği bozmamış, yıllardır yinelenip duran söylem ve anlayışa o da katılmış. Bunun için belki de bir beyhude nakarat bile denebilir. Belki de ben yanlış bir yaklaşımda bulunacağım. Kocaman bir kitaptan yapacağım bir alıntıyı kendime göre yorumlayıp yapacağım değerlendirme ve eleştiri büyük bir itirazla karşılanabilir, eyvallah! Yazar’ın kendi açısından dediği gibi mevcudu yok saymadan, hatta ondan yararlanarak yeni bir sosyoloji üretmeye kalkışmak doğru, yararlı ve gerekli bir yaklaşımdır. Ama ben, kronikleşmiş ve dillere pelesenk olmuş yaygın yaklaşımı kökünden sarsmak niyetindeyim. Onu sarsmaya çalışırken, elbette kendimi de epeyce hırpalamış olacağım.
İşte konumuz olan alıntı: “Modern zamanlarda Müslüman dünya ve özellikle Türkiye aydınları, kendi düşünce geleneğinden kopmuşlar ve kendi dışındaki bir medeniyeti taklit etmeye başlamışlardır. Bu nedenle olsa gerek ki, sosyologlarımız başta olmak üzere sosyal bilimcilerimizin çoğu Durkheim, Weber ve Marx gibi Batılı sosyal bilimcilerin yerli temsilcisi olmaktan öteye geçememişler ve özgün çalışmalar ortaya koyamamışlardır. Düşünce dünyasındaki bu taklitçilik ve dışa bağımlılık zinciri kırılmadıkça, ne doğru sorular sorabiliriz, ne de doğru cevaplar verebiliriz.” (1)
Bu pasajı üç bölüme ayırabiliriz. Elbette bu bölümler birbirinden tamamen bağımsız değiller. Ancak böyle bir yöntemle meramımı daha açık ve kolay anlatabileceğimi düşünüyorum. Adamakıllı yerleşmiş bir anlayışı dipten gelen dalga ile sarsmaya çalışsam da pek kolay olmayacağa benziyor. Çünkü neşter atacağım yara çok bilindik ve yaygın kabulü olan bir kondur. Neyse ben hazırım, sevgili okuyucu sen da hazır mısın? Öyle ise başlayalım:
Önce 106’ncı sayfadan yaptığım alıntıda geçen “yerli temsilcisi” ifadesinin yanlış olduğu üzerine bir iki cümle söylemek yararlı olacak: Yerli temsilci; bayi/ acente demektir. Bu durumda dışarıdan gelen ürün geldiği gibi, yani orijinal hali ile satılır ve kullanılır. Oysa taklitçilik, benzer olanı üretmek (çakmasını yapmak) başka bir şeydir. Dışarıdan alınan ister teknolojik ister düşünsel/zihinsel ürün olsun, onu millileştirmek ya da yerlileştirmek ve böyle işler yapmaya çalışmak ürünün orijinalliğini, aslını, özgünlüğünü bozmak, yani onu fesada uğratmak; böylece değer ve işlevini azaltmak/düşürmek demektir. Taklit etmek, kopyalayıp uyarlamak ve değiştirerek kullanmak buna denk düşer.
Aynı alıntıdaki ifadelerin tamamı sorunlu ve yanlış bir analizdir. ‘Milli’, ‘kendimizin’, ‘bizim’ gibi sınırlayıcı anlayış ve düşüncelerin hepsi hastalıklıdır. Bu zihinden/kafadan insan için evrensel bir bilim çıkmaz/çıkamaz. Bu bağlamda alıntı metindeki ifadeleri üç bölümde toplayıp sıra ile tercüme/analiz edelim:
- “Modern zamanlarda Müslüman dünya ve özellikle Türkiye aydınları, kendi düşünce geleneğinden kopmuşlar ve kendi dışındaki bir medeniyeti taklit etmeye başlamışlardır.”
Bu söylem, çok kaçamak ve kolaycı bir açıklamadır. Çünkü gerçekte olan şudur: Avrupalı ve Amerikalı yapmakta olduğu bilimini yapmaya devam etmiştir. Diyelim ki, Türkiye’de bilim yapan insanlar vardı, onlar teknik ve sosyal bilimlerde Avrupalı ve Amerikalıdan başka bir şey mi yapacaklardı; su, güneş, astronomi, kimya, fizik ve sosyal meselelerle ilgili başka formüller, bilgiler, denklemler mi bulup üreteceklerdi? Hayır, böyle bir şey yok. Burada aydınların kopması diye bir şey olamaz. Olan şudur: bilimsel yolculukta, yolda kalmak, yarışı sürdürememek var. Aynen at yarışında ve diğer yarışlarda yarışı sürdüremeyip diskalifiye olma durumu gibi.
- “Bu nedenle olsa gerek ki, sosyologlarımız başta olmak üzere sosyal bilimcilerimizin çoğu Durkheim, Weber ve Marx gibi Batılı sosyal bilimcilerin yerli temsilcisi olmaktan öteye geçememişler ve özgün çalışmalar ortaya koyamamışlardır.”
Bu ifade tam da az önce söylediğime güzel bir örnektir: “Yerli temsilcisi” de olamazlar, çünkü onlar taklitçi olmuşlar, yani çakmasını yapmaya çalışıyorlar. Yerli temsilci, acente olmak çok farklı bir şeydir. Acente sahibi aldığı orijinal bir şeyi ya olduğu gibi satar ve kullanır ya da orijinalin devamı versiyon ve daha üstün olan bir şey ortaya koyar ve bu proje için bayisi olduğu merkezden lisans/patent alarak bir üst modelini üretir Türkiye’de böyle bir şey duydunuz mu? Yani onların, bizim, sizin diye bir medeniyet yok, tek medeniyet ve bilim yolu var ve bir de onu yapanlar ile hazır kullananlar. Yapılan çakma çalışmaları bu anlamda ve alanda değerlendirilemez.
- “Düşünce dünyasındaki bu taklitçilik ve dışa bağımlılık zinciri kırılmadıkça, ne doğru sorular sorabiliriz, ne de doğru cevaplar verebiliriz.”
Bunun bir yolu var: işin ustalarına gitmek ve onlardan yeni ve bilmediğimiz şeyleri yapmayı öğrenmek ve onların yapacağını onlardan önce yapmaktır. Yoksa onların yapacağından başka bir şey yapmak diye bir şey olamaz, çünkü öyle bir şey yok. Allah milletlerin hatırına değişik yasalar koymaz ve yasalarını da değiştirmez. O, takdirini yapmış ve yapılacakların hepsi bunun içindedir. Kosmos tektir, aynı tür işler için nomos da tektir, onu önce bulup yapan hep önden gider. “İnsan kosmosu kopya ederek nomosu yaratır” (2) Bunda bizimki, sizinki, onlarınki diye bir şey yoktur…
Sonuç: Bilim üretememenin gerekçesi, alıntı metnindeki görüş değildir. Burada söylenenler, başta Mehmet Akif olmak üzere birçok kişi tarafından söylenmiştir. Ayrıca Mehmet Akif’in söylediği rivayet edilen “Avrupalının işleri bizim dinimiz, bizim işlerimiz Avrupalının dini gibidir.” Sözündeki denklem doğru mu? Böyle bir şey olabilir mi?
Evet, Kosmos hazır, nomos emek ister…
”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
(1)Kadir Canatan, Beyan Sosyolojisi, KİTAPTAN HAYATA; s: 106, Mana yayınları/İlim Yurdu Yayıncılık, birinci baskı, İstanbul- Aralık 2015
(2)Kadir Canatan, a. g. e.