Ekonomi hayatın her şeyini etkileyen alandır. Kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada para tanrı, sermâye ilâh, bankalar tapınak, bankacılar râhip, zenginlik cennet, yoksulluk cehennem, kamu gücü sermâye sahiplerinin yoksullar üstündeki zebânîleri, para oyunu kuranlar paranın evliyâ ve peygamberleridir. Ribâ yoksa kapitalizm de yoktur, ribâsız kapitalizm riyâsız münâfıklık[1] gibi bir çelişkidir. Çünkü ribânın çocuğu kapitalizm, riyânın evlâdı münâfıklıktır.
- Ribânın Etimolojisi
Ribâ ve fâiz kavramları çok karıştırıldığı için öncelikle bu sözcüklerin etimolojileri[2] üzerinde durmak gerekiyor. Yaptığım temel kaynak araştırmalarına göre kavramın anlamları şöyledir:
Rebâ, “artma, gelişme, büyüme”dir. Su üstündeki köpüğe râbiyyen, sayıca çoğalmaya/artırmaya erbâ, tepeye/yüksek yere revbe/ruvbe,[3] bir şeyin büyüyüp artmasına müterebbî, nefes nefese kalmaya/nefesin kesilecek duruma gelmesine rebvu, yüksekte olan yere/tepeye rebve, bir şeyin artmasına yerbuvâ,[4] borç verilen ana malın üstündeki hak edilmeyen artmaya veya anaparanın üstüne yapılan haksız eklemeye[5] yahut yükselme, yukarı çıkma, bedenin serpilip gelişmesine ribâ denir.[6]
Haksız yollardan kazandıkları ile servet tepeleri ve sermâye yığınları oluşturan, halkın ulaşamadığı yüksek gelirler kendisine akan, ulaşılması güç yüksek katlı rezidanslarda yaşayan, birikim ve servetiyle göz kamaştıran kimseye murâbî (ribâcı) denir.
Fâiz, ribâdan bağımsız olarak “taşan, kabaran, dökülen, artan” demektir. Fâiz ile aynı kök anlama sahip olan fey(i)z “suyun taşıp çıkması, etrafa saçılması, çevreye yayılması; bolluk, cömertlik” demektir. Araplar “Su taştı, su etrafa yayıldı, su saçıldı.” derken fâza derler.[7]
Faiz her türlü artma ve çoğalmadır. Emek verilerek elde edilen artış da emeksiz artış da faiz kapsamına girdiği için “her ribâ fâizdir, ama her fâiz ribâ değildir.”
- Ribânın Arka Plânı
Rab(b) ve ribâ aynı kökten türemiş kelimelerdir. Ribâ, başkasının imkânlarıyla kendini geliştirip büyütme, malın emek vermeden artmasıdır; rab(b) ise kendi imkânlarıyla başkasını besleyip büyütmedir. Ribâda bencillik, Rablıkta diğergamlık[8] vardır.
Ribâ, borç verirken anamalda yapılan fazlalıktır. Ribâ, zengini daha zengin yaparken yoksulu daha fakir yapar. Ribâ sisteminde dayanışma yok olur. Riba düzeni çalışmadan zenginleşen kesimler üretir. Ribâ, bireyleri daha yoksullaştırırken ülkeleri de sömürüye açık hale getirir. Ribâ, ekonomik yönden zayıf kesimlerin servet sahibi güçlü kesimler tarafından sömürülmesiyle ortaya çıkan haksız kazanç sistemidir. Ribâda borç veren kişi hiçbir sorumluluk altına girmeden ve hiçbir emek vermeden borçlunun emeği ve parası üzerinde hak sahibi olur. İşin özünde ribâ, borç alanın emeğini sömürme; borçlu borcunu ödeyemedikçe borcun katlanarak artırılmasıdır. Bu durum doğal olarak borcu ödenemez bir duruma getirir.[9]
Ribâ, bir yandan hak yiyerek öte taraftan kazanırken emek vermeyerek elde edilen kazançtır; bu nedenle emeğe çökerek her türlü mal, para ve servet birikimi yapmanın yoludur. 1400 yıl öncesindeki Mekke de tam bir ribâ cennetiydi. Mekkeli tefeci tüccar Mekke’nin yönetimine egemendi. Mekke’de ölen yabancı bir tüccarın tüm mal varlığı kendisiyle en son ticâret yaptığı zengin ve yönetici tefeciye miras kalırdı. Zengin Mekkeliden borç isteyen bir yoksul Mekkeli ona kendisi için en değerli olan şeyleri ve genelde de çocuğu ve eşini rehin bırakır, bazen kendini rehin gösterirdi. Ödeme zamanı gelince anaparanın üstüne fazlasıyla eklenmiş miktarda borç tahsilâtı yapılırdı. Üstüne eklenmiş borcunu ödeyemeyen borçu bu durumda kimi veya neyi rehin vermişse o kişi veya şey tefecinin kölesi/mülkü olarak çalıştırılır ve tefeci “Borcun ödendi.” dediğinde kişi veya şey serbest kalırdı. Borçlunun oğlu ve kendisi köle olurken karısı, kızı ve gelini fuhuş ve eğlence sektörünün ana malzemesi yapılırdı. Tefeci, bu kadınları hem kendi kullanır hem de kapısında flama asılı olan genelevlerde çalıştırırdı. Bu genelevlerde farklı yerlerden getirilmiş fuhuş kölesi kadınlar da vardı. Bu dramatik durum nedeniyle toplumun alt katmanlarında bir gelir düzeyi olan pekçok insan kız çocuğunu küçücükken diri diri toprağa gömerdi. Yani ya çocuğunun büyüyünce kirli ellerde bir meze olmasına razı olacak ya da büyümeden onu öldürecekti.[10] Kur’an tefeci ribâ düzenine savaş açtığında bu nedenle Kur’an’ın etrafında toplumun ezilen alt sınıfları toplandı. Kur’an, tüm ezilenlerin ezenlere karşı isyan bayrağına dönüştü.
Kur’an’ın toplumda ses vermeye başladığı dönemde Araplarda nes’i’e ribâsı yaygındı. Nesi’e ribası, örneğin 12 aylığına borç para veya veresiye mal verildiğinde her ayda veya 12. ay olan ödeme zamanında, borç verilmiş olan para ve veresiye verilmiş malın dışında alınan fazladan para veya mala denirdi. Arapların arasında ödeme zamanı geldiğinde alacaklı kimse borçluya “Ya öde ya da artır.” derdi. Borçlu ödeme yapamazsa alınacak olan borç mal cinsinden olduğunda 1 deve 2 deveye, 1 kg. hurma 2 kg. hurmaya çıkarılırdı. Eğer para türünden borç söz konusu ise ödeme zamanı gelmeden her ay belirlenmiş oranda fazladan para alırlar, ödeme zamanı geldiğinde de anaparanın tamamını alırlardı. Fakat borçlu kişi, zamanı geldiğinde anaparayı ödeyemezse alınacak para yapılan eklemelerle katlanırdı.[11] Durum öyle bir hâl alırdı ki borç “fazlalığın fazlalığı” biçimini alırdı, yani paranın artırılmış borcu bir daha artırılırdı.[12] Tıpkı günümüzdeki bileşik faiz gibi.[13] Araplar borç işlemlerini birbirinden ayırmak için anaparaya re’sü’l-mâl, artırılan/bindirilen paraya da ribâ derdi.
- Kur’an’da Ribâ Yasağı
İstifçilik,[14] karaborsacılık,[15] spekülasyon,[16] ve tefecilik[17] de ribâ türleridir. Yani malı piyasadan çekerek mal darlığı oluşturmak, sonra el altından pahalıya satmak ve fiyatlar yükselince açıktan pahalıya satmak, mal alamayanlara bir yandan ödeyemeyecekleri faizle borç verip öte yandan elindeki malları borç verilen ihtiyaç sahiplerine satmak kâr içinde kâr sağlayan bir sömürü düzenidir; buna ribâ (sistemi) denir. Bu yüzden Kur’an tüm ribâcılara savaş açtı.
- 1. Üç Çözüm Yöntemi
“Hak ettiğinden fazla para ve malı emek vermeden elde edenler vicdân karşısında değersiz ve sağduyu yanında itibarsızdır. Vicdân ve sağduyu ile donanmış bir akıl birilerinde azalırken bir başkasında tepe oluşturan haksız birikimi onaylamaz. İhtiyacı olanların yararlanması ve gereksinimini gidermesi için ihtiyaç olmayan mal ve birikimleri yetim,[18] mazlum,[19] mahrum,[20] miskin,[21] mümlig,[22] fakîr,[23] cev’ân,[24] garîm,[25] mugtir,[26] musrim,[27] ibn-i sebîl,[28] feteyâti’l-biğâ,[29] sâil,[30] bâis,[31] âmil,[32] kânî,[33] mu’ter[34] ve mustazaflara[35] ya tamamen mülkiyet olarak vermek ya mülkiyeti elde tutarak kullanımını devretmek ya da ihtiyaç karşılandıktan sonra geri alıp başka ihtiyacı olanlara aynı yöntemle vermek biçiminde dolaşımda tutmak hem ezilenlerin gözünde değer kazanmak hem de muhtaç durumdaki tüm sınıflara bir çıkış yolu belirleyip onları o yolda yürütmektir. İhtiyaç fazlası mal ve paranızı haksız biçimde çoğaltıp servet tepeleri oluşturmak yerine bahsedilen üç yöntemle kullanıma sokarsanız verdiklerinizin kat kat fazlasını alırsınız.”[36] âyeti zengin-yoksul dengesizliğinin yaygın olduğu bir toplumda arayı kapatacak tedbirlerden biri olarak üç yöntem önermektedir. Bu uygulama özellikle Medine’de hayata geçirildiği için yöntemin sağlıklı oluşu hayatla ispatlanmıştır.[37]
- 2. Ribâ Kazancına El Koymak
“Haksızlık ve sömürü üzerinden kazandığı mal ve para ile servet ve sermâye kuleleri dikenler vicdân, akıl ve sağduyunun her türlü sömürü ve haksız yoldan elde edilmiş kazancı yasakladığını bilmelerine rağmen ‘Hak edilmeyen kâr yetmezmiş gibi ona da kâr bindirmek ve borcunu ödeyemeyene ek borçlar yüklemek ile ticâret yapmak aynı şeydir.’ demeleriyle öfke, nefret, hırs ve rekâbet ateşiyle yanıp tutuştuklarını; sağduyuyu kaybettiklerini; sevgi, acıma ve adâlet duygularını susturduklarını göstermiş oldular. Haksız kazanç yolları ile hak yemeden yapılan alışverişi eşleştirmek gerçekleri çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
Vicdânının sesini dinleyip de haksız kazançtan vazgeçenin o güne kadar kazandığı tüm birikimleri öncelikle elinde tutulur. Ancak bu kişi hakkında nasıl bir işlem yapılacağını vicdân ve sağduyu sahibi olup evrensel ilkelere uygun hareket edenler belirler. Vicdân sahiplerinin kendisi hakkında verdiği kararı beğenmeyip yeniden sömürü düzenine dönenlerin etrafı öylesine bir ateş çemberiyle sarılır ki o çemberin hiç gitmeyeceği hissine kapılırlar.”[38] âyeti ribâ ilişkisinden vazgeçilmesini dillendirmektedir. Ribâ ile ticâreti aynı görenlerin ve ribâdan vazgeçmeyenlerin etrafını ateş çemberiyle sarmanın önemi vurgulanıyor. Toplumun sırtından zenginleşenlere çaldıklarını iâde etmesi için ültimatom[39] verilmesi gerektiği, buna yanaşmayanların hesaba çekilmesi ve haksız birikimlerine el koyulması gerektiği vurgulanmaktadır. Toplumu soyanların malları topluma döndürülmelidir.
- 3. Ribâ Düzenini Temelden Sarsmak
“Vicdân haksız kazançla oluşturulan tepelerin izlerini silip yok eder, sağduyu zenginin yoksula yakınlaşması ve sınıf farkının azalması için zengin tarafından yoksula verilen malla toplumdaki zengin-yoksul dengesizliğini siler, evrensel akıl ise varlıklı kimselerden yoksulun hakkını almayı onaylayarak sınıflaşmış düzenden hiçbir eser bırakmaz.”[40] âyeti vicdân, sağduyu ve akılla donanmış bir toplumun âdil[41] ve muksit[42] bir toplum olabileceğini vurgular. Siyasal, ekonomik ve hukuksal eşitsizliklerin hâkim olduğu bir toplumda vicdân susturulur, sağduyu körleştirilir ve akıl hapsedilir. Ribânın düşmanları sevgi, acıma ve adâlet temelinde oluşturulan sağduyu ve bunları koşullara göre stratejik[43] biçimde plânlayıp hayata geçiren akıldır.
- 4. Murâbîlere Uyarı
“Ey barış, güven, adâlet ve özgürlük devrimine gönülden bağlı olanlar! Topluma karşı görev ve sorumluluklarınızı yerine getirin. ‘Vicdân, sağduyu, adâlet, kıst, evrensel akıl, sevgi, acıma, özgürlük, paylaşım ve dayanışmaya güveniyorum; onların topluma barış getireceği konusunda hiçbir şüphem yok.’ diyorsanız halkı sömürerek oluşturduğunuz servet tepelerinden vazgeçin, yığdıklarınızı terk edin ve haksız birikimlerinizi elinizden çıkarın.”[44] âyeti ribâcılara sesleniyor. Bir yandan “Tanrı’ya, ondan geldiği kabul edilen önerilere, adâlet ve özgürlük gibi en temel değerlere güvenim var.” deyip halkı sömürmeye devam etmek; halkın malı, canı, ırzı, âile düzeni, ekonomik durumu ve onurunu ayaklar altın alan düzeni sürdürmek ikiyüzlülüğün yansımasıdır. Kur’an, bu âyetinde murâbîlere “İki yoldan birini açıkça seçin, omurgalı olun, hem halkın kanını emip hem de süslü palavralar[45] atmayın.” demektedir.
- 5. Sömürülenin Hakkını Sömürenden Almak
“Bu önerimizi dikkate almayıp ezilenlerin alın terini sömürerek servet tepeleri ve zenginlik kuleleri oluşturmanız nedeniyle hem vicdân, sağduyu ve evrensel akılla hem de bunlara elçilik yapan Muhammedle savaşa tutuşacaksınız. Fakat ‘Zekât yolunu ribâya tercih edeceğiz.’ derseniz sizinle savaşılmayacak, haksız biçimde kazandığınız mal ve parayı iade ettikten sonra anaparanız size kalacak. Ana ilkemiz ne haksızlığı uğramanız ne de hakızlığa maruz kalmamızdır.”[46] âyeti ribâcıların ikiyüzlü davranmaktan vazgeçip ellerindeki birikimleri topluma iâde etmeleri halinde affedileceklerini, anaparalarının kendilerinde kalması kaydıyla çaldıkları tüm fazlalıkların ellerinden alınacağını bildirir. Kur’an kamu otoritesine ribâ ilişkisini sadece yasaklamasını değil, ribâcılardan borçlular ve sömürülenlerin haklarını almasını da söylemektedir.
- 6. Ribâcı Sözde Mü’minler
“Ey barış, güven, adâlet ve özgürlük devrimine gönülden bağlı olanlar! Zayıflardan çalarak kat kat artırdığınız, ezilenleri sömürerek basamak basamak yükselttiğiniz, borç altında ezerek yığınlarla mal tepeleri oluşturduğunuz birikim ve zenginliği yemeyin. Topluma karşı görev ve sorumluluk bilinci olan birisi ne bu şekilde mal kazanır ne de topluma karşı sorumsuz davranır. Hâlbuki istediğini elde etme, ihtiyaç duyulan şeylere kavuşma, gerçek bir zafer kazanma peşinde koşan ve hayatında huzurlu bir rahatlık isteyen kimse, her türlü haksız kazançtan uzaklaşıp servet tepeleri oluşturmaktan uzak durmalıdır.”[47] âyeti vicdân elçisi Muhammed’in sözleri etrafında toplanmasına rağmen ticari ilişkilerinde ribâyı kullanan kimseleri uyarmaktadır. Hem üst insanlık değerlerinde birleşip hem de değerleri aşındıran ribâcılık yapmak “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”[48] söylemine muhatap olmaktır. Kim hangi iddiâ, tez ve ideolojinin savunusunu yapıyorsa ya onun gereğine uygun davranmalı ya da söylem-eylem çelişkisine düşerek çoklu kişilik sorunu yaşamaktan uzak durmalıdır.
- 7. İslâmî Sosyalist-Komünal Devrim Hayâleti
“Halkın elinde avucunda ne varsa hiçbir haklılık payı olmadan parasına para, malına mal katanlar, bu davranışlarından vazgeçmedikleri sürece topluma karşı nankörlük ettikleri için yediğine doymayacak, gözüne uyku girmeyecek, ağzının tadı kaçacak, içinde sürekli bir kırbaç acısı hissedecek, bunalıma girecek, umutları alıp götüren ve insanı kahreden bir iç yanmasıyla dolacak.”[49] âyeti ribâya sarılanların hayattan hiçbir zevk alamayacaklarını dile getirir. Çünkü kamu gücünün tüm haksız kazançlara el koyacağı korkusu, halk devriminin sömürenlere karşı direnişe geçeceği endişesi, ezilenlerin ayağa kalkıp hesap soracağı kaygısı tüm ribâcıların korkulu rüyası ve bütün sömürü düzenlerinin korkunç hayâletidir. Medine’deki İslâmî sosyalist-komünal devrim kendi çağında tüm coğrafyada dolaşan hayâlet olmuş, Velid bin Muğîre benzeri tefeci zenginlerin kâbusuna dönüşmüştür. Ancak bu devrim uzun sürmemiş, Muhammedî İslâm’a karşı Emevîler tarafından karşı devrim yapılarak tüm tefeci, karaborsacı, sömürücü zenginler sözde şeriat fıkıhlarıyla kurtarılmışlardır. 1400 yıldır piyasada yaşanan ve adına İslâm denen din ile vicdân elçisi Muhammed’in devrimci, sosyalist ve komünal dini arasında -isimlerinin aynı olması dışında- bir ilişkisi yoktur.
- Anti-Ribâ Âyetleri
- 1. Zenginlerin Cenneti Olmayacağız
“Memleketin serveti, yurdun varlıkları, toplum emeğininin ürünü olan mal, para ve sermâye sadece zenginden zengine gitmesin, zenginler arasında dolaşmasın; yalnızca zenginlere hizmet eden ekonomik çarka çomak sokun.”[50] âyeti zenginlere hizmet eden, zenginleri sürekli zengin eden, para ve malı sadece zenginler arasında dolaştıran, yoksulları ezdikçe ezen, yoksulu daha da yoksullaştıran, zengin-yoksul arasını açtıkça açan düzene karşı mücâdele edilmesini öne çıkarır. Ribâ düzeni bu sonucu doğurduğu için ribâ sistemiyle daima savaşılır.
- 2. Emeğimizi Çaldırmayacağız
“İnsan için sadece emeği vardır, insan demek yoğun çalışma ve emek demektir. İnsan, girişiminin dışındakileri isteyemez; kişinin çabalayıp alınteri döktüğü, yılan gibi yerlerde sürünerek kazandığı ve emek verdiği şeyler hakkıdır; emeğe dayalı bir hak kimsenin elinden alınamaz, kimseye emeğinden fazla hak verilemez.”[51] âyeti tüm emekçilerin emeğini koruması için ayağa kalkmasını, emekten gelen üretim gücünü kullanmasını dile getirir. Ribâcıların kişiyi borç batağına sürükleyerek hakkı olmayan mal ve parayı alması karşısında emeğini sömürtmemek ve ribâcılara karşı direnmek bu âyetin ana mesajıdır. Bu âyet açıkça “Ne hak ye ne hakkını yedir, ne sömür ne sömürt, ne ez ne ezil.” demektedir. Herkesin hak ettiği oranda varlık sahibi olması gerektiği, hak etmenin ölçüsünün de verilen emek olduğu vurgulanıyor.
- 3. Minâreyi Çaldırtmayacağız
“Siyasal, askerî, hukûksal, ekonomik gücü elinde bulundurmayı aranızda hiçbir haklı dayanağı olmadan, size ait olduğuna dair bir veri sunmadan tekelinize almaya kalkmayın. İnsanların siyasal, askerî, hukûksal ve ekonomik hakkını bilerek ve isteyerek elinden almayın; bunun için yargıcı kandırmayın, sahte belge ve deliller sunmayın, rüşvet vermeyin, torpil yapmayın ve yaptırmayın,[52] oturduğunuz makamları kullanmayın.”[53] âyeti her türlü imkân, makam, zenginlik ve varlığa ulaşırken dosdoğru yoldan ulaşın; kimseyi ezmeyin, kimsenin sırtına çıkarak yükselmeyin, kimsenin kanını emerek doyuma ulaşmayın, kimsenin hakkını yiyerek mutlu olmaya çalışmayın, demektedir. Cumâ namazına gidip bu âyeti dinleyerek halkı sömürenlere karşı savaş açmak Kur’an’ın emridir.
- 4. Yasal Hırsızlığa Direneceğiz
“Birbirinizin malını kandırarak, soyarak, değerini düşürerek, hukûk ve ahlak kurallarını hiçe sayarak yemeye kalkmayın.”[54] âyeti kimsenin gözyaşı üzerinden zenginleşmemeyi, hiç kimseyi bilgisizliğinden yararlanarak kandırmamayı dile getirir. Ribâ düzeni bir soygun sistemi olduğundan bu yolla kazanılan mal ve para helâl kabul edilmez. Ribâ düzeninde paranın kazanılması kanuna uygun yapılır, ancak her kanun bir hukûk sistemi değildir ve hakka hizmet etmez. Kanunlar hakkı korursa hukuk düzeni oluşur.
devam edecek…
___________________________________________________________
[1] Münâfık: Duruşu, niyeti, fikri, kişiliği ve kimliği gerçekte bilinmeyen; duruma ve yerine göre kimlik ve kişilik değiştiren, omugası ve duruşu olmayan. Bukalemun tip. İnfaktan nifak’a kaçan.
[2] Etimoloji: Kök(en) bilimi, kökenbilim. Kelimelerin köklerini, hangi dile ait olduklarını, ne zaman ortaya çıktıklarını, ilk defa hangi kaynakta kayıt altına alındıklarını, ses ve anlam bakımından geçirdikleri dönüşümleri inceleyen dil bilimi dalı.
[3] John Penrice, Kur’ân Sözlüğü, Çeviren: Ömer Aydın, Rebâ Maddesi, İşaret Yayınları, İstanbul, 2010.
[4] Ebû Hayyan el-Endülüsî, Kur’ân Lügati (Tuhfetu’l-Erîb Bimâ Fi’l-Qurâni Mine’l-Ğarîb), R-B-V Maddesi, Çeviren: Enes Selam, İşaret Yayınları, İstanbul, 2019.
[5] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Bakara Sûresi, 514 Numaralı Dipnot, Düşün Yayıncılık, 5. Baskı, İstanbul, 2011.
[6] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, Çeviren ve Notlandıran: Yusuf Türker, R-B-V Maddesi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007; ayrıca bkz. Lexion, 3/1023; Lisânu’l-‘Arab, Ribâ Maddesi; Okyanus, R-B-V Maddesi.
[7] Sevan Nişanyan, Etimoloji Sözlüğü, Faiz Maddesi.
[8] Diğer-gam: Başkası için de kendisi gibi endişelenmek, kendisi ile başkasını eşit görüp bencil davranmamak.
[9] Muhammed Esed, Kur’an Kavramları, Çevirenler: Ömer Aydın-Ertuğrul Özalp, Riba Maddesi, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016.
[10] Recep İhsan Eliaçık, Nuzül Sırasına Göre Yaşayan Kur’an, Rum Suresi, 11 Numaralı Dipnot, 5. Baskı, İnşa Yayınları, İstanbul, 2014.
[11] Hakkı Yılmaz, Kur’ân’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Riba Maddesi, Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[12] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1. Cilt, Ribâ Bahsi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 2014.
[13] Basit faiz, borcun üstüne konulan ek borçtur. Bileşik faiz, faizli paranın kazandırdığı ek paradır.
[14] İstifçilik: Bir malı gelecek günlerde bulunmayacağı/fiyatının artacağı hesabıyla elde biriktirerek piyasada mal darlığına yol açmak.
[15] Karaborsa: Piyasada bulunmayan bir malın el altından yüksek fiyatla alınıp satılması. Örneğin tüp, petrol, şeker, patates sıkıntısı yaşanırken bunları gizlice ve yüksek fiyatla satmak. Yeraltı ekonomisi veya gölge ekonomisi denilen bir gizli pazar oluşturmaktır.
[16] Spekülasyon: Bir malı düşükken alıp elde tutmak ve fiyatı yükseldiğinde çıkarıp satmak.
[17] Tefecilik: Ödenmesi oldukça zor olan yüksek fâizli borç vererek borçlunun mal varlığına el koyma.
[18] Yetîm: Politik, ekonomik ve toplumsal yönden sahipsiz bırakılarak aşağılanan, ötekileştirilen, hakları yenen, ucuz ve pis işler kendisine layık görülen
[19] Mazlûm: Ezilen, tüm hakları çiğnenen.
[20] Mahrûm: haram edilen, hak ettiğine ulaşması yasaklanan.
[21] Miskin: Bir işte ücretli çalışmasına rağmen acınacak durumda olan, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hiçbir mal varlığı bulunmayan
[22] Mümlig: Yalvararak boyun eğen, acınası bir durumla itaat eden, ölmemek için bedeni dâhil her şeyini teslim eden.
[23] Fakîr: Birikmiş serveti ve eline geçen kazancı olmadığından zorunlu ihtiyacını karşılayamayan.
[24] Cev’ân: açlığı sebebiyle mide/karın ağrısı çekenlerdir. Ölümle burun buruna kalan, “öldü, ölecek durumda olan açlar
[25] Garîm: Temel ve zorunlu ihtiyacını karşılayabilmek için borçlanandır. Bu kişi borcu bini aşan, gırtlağına kadar borca batan, borç harç alarak geçinen, borcunun uzaması nedeniyle derdi de bitmeyen
[26] Mugtir: Ailesini geçindirmek için harcayacak bir şey bulamayan, ailenin nafakasını azaltmak zorunda kalan
[27] Musrim: Malı az olan, zor geçinen, geçim sıkıntısı çeken.
[28] İbn-i sebîl: Yolu açılmayan, yol bulamayan, yol verilmeyen, yol alamayan, yolu görünmeyen, yolu kesilen, yoldan çevrilen, yolunu kaybeden, yolunu şaşıran, işleri bir türlü yoluna girmeyen, gideceği yolları tutulan, yola gelmesi engellenen, yoldan dönemeyen, yolda kalan, yolsuzluğa bulaştırılan, sağa sola yollanan, yoluna taş konan, yollu yapılan, yoldaş edinemeyen, bir yola hapsedilen; sevdiğine ve evine gitmesi engellenen, özgürlüğü çalınan, yaban ellerde unutulan, sokakta yaşayan, rehin alınan, zorla borçlandırılan, mülteci/sığınmacı durumuna düşürülen, tecavüze uğrayan, mafyanın emrinde çalıştırılan, her türlü varlığı tehdit altında olan
[29] Feteyâti’l-biğâ: Evlenmeye zorlanan geç kızlar, gelenek ve toplumsal kurallar dayatılarak özgür tercihi yok sayılan ve henüz gençliğe adım atmış olan kızlar
[30] Sâil: Yoksulluk nedeniyle istemek/el açmak zorunda kalan.
[31] Bâis: Çaresizliği nedeniyle dilenmek zorunda kalan
[32] Âmil: Emekçi, eylemci, mal veya hizmet üretmek için bilinçli eylem ortaya koyan.
[33] Kânî: İhtiyacını açıkça belirterek ihtiyacının giderilmesini isteyen.
[34] Mu’ter: İhtiyacının giderilmesi için yakınımızda duran ancak bunu açıkça dillendiremeyen
[35] Mustazaf: Zaafa uğratılan, ezilen, zayıflatılmış, ezilmiş, proleter.
[36] Rûm, 39/Ve mâ âtey-tum min riben li-yerbuve fî-emvâli’n-nâs(i) felâ yerbû ‘inda’l-lâh(i) ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vecha’l-lâhi fe ulâike humu’l-muz’ifûn(e)
[37] Namık Kaya, Paradigmanın İnşâsı, İslâm’ın Ekonomik Mülkiyet Pratiği, Flora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[38] Bakara, 275/Ellezîne ye’kulûne’r-ribâ lâ-yegûmûne illâ kemâ yegûmu’l-lezî yetehabbetu-hu’ş-şeydânu mine’l-mess(i) zâlike bi-enne-hum gâlû inneme’l-bey’u mislu’r-ribâ ve eha’l-la’l-lâhu’l-bey’a ve harrame’r-ribâ fe-men câe-hu mev’izatun min rabbi-hi fentehâ fe-le-hu mâ selefe ve emru-hu ila’l-lâh(i) ve men ‘âde fe-ulâike ashâbu’n-nâr(i) hum fî-hâ hâlidûn(e)
[39] Ültimatom: Bir devletin başka bir devlete bir konuda verdiği ve hiçbir tartışma/karşı çıkmaya yer bırakmaksızın, tanıdığı süre içinde isteklerinin yerine getirilmesini bildirdiği, içinde savaş tehdidi bulunan uyarı.
[40] Bakara, 276/Yemhagu’l-lâhu’r-ribâ ve yurbî’s-sadegât(i)
[41] Âdil: Eşitlikçi. Bir şey verirken hiç kimseyi dışarda bırakmayan, ya herkese veren ya da hiç kimseye vermeyen.
[42] Muksit: Verirken hak edilen şeyi hak edilen oranda veren, verilmesi gereken hakkı/şeyi ne fazla ne de eksik veren.
[43] Strateji: Bir amaca ulaşmak için uygulanan her türlü yol ve yöntem.
[44] Bakara, 278/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenu’t-tegû’l-lâhe ve zerû mâ bagiye mine’r-ribâ in kun-tum mu’minîn(e)
[45] Palavra: Gerçeğe aykırı, uydurma söz veya haber, boş konuşma.
[46] Bakara, 279/Fe-in lem tef’alû fe’zenû bi-harbin mina’l-lâhi ve rasûli-hi ve in tub-tum fe-lekum ruûs-u emvâli-kum lâ-tazlimûne ve lâ-tuzlemûn(e)
[47] Âl-i İmrân, 130/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenû lâ-te’kulu’r-ribâ ez’âfen muzâ’afe(ten) ve’t-tegû’l-lâhe le’alle-kum tuflihûn(e)
[48] Bir ilke benimsediği halde, benimsediği ilkenin tersine davranışlarda bulunmak. (deyim)
[49] Nisâ, 161/Ve ehizhimu’r-ribâ ve gad nuhû ‘an-hu ve ekli-him emvâle’n-nâsi bi’l-bâdil(i) ve a’ted-nâ li’l-kâfirîne min-hum ‘azâben elîm(en)
[50] Haşir, 7/Lâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâ-i min-kum
[51] Necm, 39/Ve en leyse li’l-insâni illâ mâ sa’â
[52] Tudlû bihê
[53] Bakara, 188/Ve lâ te’kulû emvâle-kum beyne-kum bi’l-bâdıl(ı)
[54] Nisâ, 29/Lâ te’kulû emvâle-kum beyne-kum bi’l-bâdıl(i)