Kadınların hayat boyu süren ve genellikle görülmek istenmeyen işçiliklerinin müzikal yansıması, “Kadın iş türküsü” belgesel olarak perdeye yansıtıldı.
“Kadın iş türküleri” adlı belgesel film, Türkiye’de daha çok tarım ve hayvancılık yapan, küçük atölyelerde işçi olarak çalışan kadınların “iş başında” söylediği mani ve deyişlerden oluşuyor.
Kadınlar, iş türkülerinde; isyanlarını, kavgalarını, kaygılarını, umutlarını, eleştirilerini anlatıyor. Şahit olduğunuz melodik yorumlar; kadınların alın terinin, emeğinin, güç ve yeteneklerinin yansıması… İllaki özlemlerin ve fantezilerin dışa vurumu.
Filiz Bingölçe, 19 farklı ilde 39 emekçi kadınla yaptığı görüşmeleri, “Women’s work songs/ Kadın iş türküleri” adıyla belgesel tarzda, kadınlara armağan etti.
‘AZ ÜCRETLİ İŞLERİN BAŞINDA TUTSAK OLDUKLARININ FARKINDAYDILAR’
Bingölçe, Ankara, Adana, Rize, Trabzon, Artvin, Çanakkale, Balıkesir, Konya, Mersin, Muğla, Antalya, Kars, Ardahan, Burdur, Afyon, Kastamonu, Kayseri, Samsun ve Giresun’da gerçekleşen çekim anlarında kadınların durumlarını, “Tüm kadınlar farkındaydı” diye anlatıyor. Bingölçe, “Belgeseli çekerken ekibim ve ben Anadolu’nun değişik yerlerinde çalışan 36 kadınla uzun sohbetler gerçekleştirdik, 40 derece güneşin altında birlikte ter döktük ve neşeli molalarda şarkılar, türküler, maniler söyledik. Hayat zordu, monotondu ve az ücretli işlerin başında tutsak olduğunun tüm kadınlar farkındaydı. Ama özgürleştikleri anlar yok muydu? Elbette var. Birlikte eğlenilen, dans edilen ve şarkı söylenen anlarda onların da bizim de tüm ağırlıklardan kurtulduğumuz oldu” diyor.
Çekimlerden önce kafasında bir kurgu yokmuş Bingölçe’nin. “Kadınlar hayalimi genişletti” diyor, şöyle anlatıyor: “Belgesele başladığım gün elimde bir senaryom yoktu. Kadınlar çalışacak, çalışırken maniler türküler söyleyecek, ben de çekecektim. Öyle de oldu! Ama onlar üstüne bir de hikayeler anlattılar, dans ettiler, aklıma hayalime gelmeyen orijinal bestelerle hayalimi genişlettiler. Her şey kendiliğinden gelişti. Kimi kez elektrik, su ve hatta yol olmayan yaylalarda, kadınların hikayelerini şarkılar ve danslarla anlatışlarını kaydettik, kimi kez de bir kentin göbeğindeki atölyede kıyasıya eleştirilerini…”
Filiz Bingölçe, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölümü mezunu. Çeşitli basın kuruluşlarında muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak görev almış bir kadın. Alt Üst Yayınlarının yayın direktörlüğünü yapan Bingölçe, “Kadın İş Türküleri” belgeselini de yayınevinden çıkan “Süper Kadın Süper Zor- Türkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet” çalışması sırasında yakalamış.
Bingölçe, “Halk bilimcilerin ya da müzik bilimcilerin pek de ilgisini çekmeyen özel bir olgu olarak ‘Kadın İş Türküleri’ni Türkiye’nin her yerinde tespit etmek mümkün. Kadınların işlerini yaparken söyledikleri, çoğu zaman da bizzat kendilerinin ürettikleri orijinal melodik formlardan oluşma koca bir evren var” diyor.
Belgesel öncesi kısa bir ön gezi yapmış. Tarlalarda, yaylalarda çalışan kadınlarla sohbet etmiş. Ardından da küçük bir ekiple tüm bu melodik formları kendi deyimi ile “son teknolojilerden nasibini almamış ilkel kamera”sıyla kaydetmeye girişmiş. Çekimler başlangıçta 5 il ile sınırlıymış ancak, kaydettikçe kasetlerin sonu gelmemiş. 19. kente gittiğinde, “Son noktayı koymakta epey zorlandım” diyor.
NÜFUSUN YÜZDE 51’İ, İŞLERİN DÖRTTE ÜÇÜ KADINLARIN
Bingölçe, kadınların iş türkülerindeki izleri şöyle anlatıyor: “Her iş gününde ve Türkiye’nin her yerinde yaşanan ancak pek de duyulur hale gelmeyen bir olgu olarak ‘Kadın İş Türküleri’ kadınların yaşamdaki direnişlerinden, eleştirilerinden ve mizah duygularından güçlü izler taşıyor. Kadınlar çalışır… Dünyanın her yerinde bu böyle. Nüfusun yüzde 51’ini oluşturan kadınlar dünyadaki işlerin dörtte üç’ünü yapıyorlar. Bunca çalışmaya karşılık aldıkları gelir oranı ‘onda bir’i geçmiyor, tapusunu edindikleri mülkiyet oranı ise yalnızca ‘yüzde bir’de kalıyor. Bu dünyasal bir gerçeklik. Türkiye’de de aynen geçerli olan haksız bir gerçeklik. Evet kadınlar çok çalışıyor, çok yoruluyor, genellikle çok sömürülüyor. Ancak direndikleri, hiçbir acının altında ezilmemek için gayret ettikleri, yaşama sevinçlerini kaybetmedikleri de bir başka gerçek. Direniş silahlarının başında elbet emekleri var ve bir de dillerinden düşürmedikleri şarkıları diyebiliriz. Sonuçta ortaya çıkan onlar için söyleyen ya da söyleten bir belgeselden daha çok söyleyenleri dinleyen ve onların türkülerine kulak veren bir belgesel oldu.”