Çevremizdekilerle ülkeler hakkında konuşurken, bir kitap okurken veyahut haber izlerken Müslüman ülkelerin diğer ülkelere oranla refah ve birçok faktörde geride kaldığına dair hem fikir oluruz. İslam toplumu, İslam’ın ilk tebliğ edildiği dönemlerde uzun yıllar boyunca sosyal, ekonomik ve bilimsel gelişmelerle gelişmiştir. Bu medeniyet her ne kadar fetihçi bir görünüm arz etse de -ki günümüz gözüyle bu olaya bakıp bu olguyu eleştirmek mantıklı olmayan bir davranış olacaktır. Sistemin olgunluk dönemlerinde yayılmacı batı ülkelerine oranla çok kültürlü, barışçıl ve daha ekonomik özgürlükleri içinde barındıran bir zihniyete sahip olduğu söylenebilir.
İslam’da diğer dinsel geleneklere kıyasla onu benimsemiş halkları ve coğrafyaların çeşitliliği daha fazladır. Ancak zamanla Hz. Muhammed’in temellendirdiği ve Kuran’a bağlı akılcılık yöntemini de içeren sosyoekonomik anlayışın, Peygamberin ölümünden sonra kademeli olarak kaybolması ve asırlar sonra tamamen bitmeye yüz tutması aynı zamanda İslam medeniyetlerinin bozulmasına ve gerilemesine neden olmuştur.
İslam medeniyetinin özellikle düşünce dinamiklerindeki dönüşümde, Kuran ve akla dayalı olan fikrin terkedilmesiyle ve bundan oluşan olumsuzluklarda, sorumlulukların üstlenilmemesi gibi bir kadercilik anlayışıyla karşılaşılmaktadır. Oysaki insan cüz’i iradesiyle yapıp ettiklerinden sorumludur. Aklın varlığı bu sorumluluğun kanıtıdır. Kur’an’ı Kerim’de, bu şekilde olumsuzluklar karşısında sorumluluğu Yaratıcı ’ya yükleyen anlayışlara karşı sert uyarılarda bulunulmaktadır.
Bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanan olumsuzlukların hataların sonucunu kadere ya da Yaradan’a atıp özgür iradeleri ile yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmemeleri Kur’an’da eleştirilmiştir. Nahl Suresi 93.ayette ‘’Tercihi Allah yapsaydı sizi bir tek toplum (ümmet) yapardı. Ama (tercihi size bıraktığı için) sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.’’ denilir.
İnsanoğlunun imtihanı kendi aklına ve tercihlerine bırakılmıştır. Bunu ayetler açıkça ortaya koymaktadır. O halde İslam dünyasının da 21. yüzyılda içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumla ilgili sorumluluğu tamamıyla dışsal faktörlere bağlamak, Kur’an’ın ortaya koyduğu anlayış ile kendi yaptıklarından sorumlu birey ve toplum yapısı ile çelişmektedir. Keza Maide Suresi 48.ayette de ‘’Gerçekleri içeren bu Kitabı sana, önceki Kitapları onaylayıcı ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat (kitap) ve bir yöntem (hikmet) verdik. Allah sizi tek bir toplum (tek bir nebînin ümmeti) yapmayı tercih etseydi yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için (böyle yaptı). Öyleyse (tartışma yerine) iyi işlerde yarışın. Tekrar hayata dönünce hep birlikte Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size bildirecektir.’’ İnsanın imtihanlara karşı kendi özgür iradesini kullanması onun gidişatını belirler. Nisa Suresi 4.ayette ‘’Sana ne iyilik gelse Allah’tan gelir, sana ne kötülük gelse senden kaynaklanır. Seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak Allah yeter.’’ Ve böyle birçok ayette açık olan durum hadis icma ve kıyaslarla halı altına süpürülmüş ve yozlaşmalar başlamıştır.
İslam medeniyetindeki farklı dönemlerdeki çöküşlerin temelinde yer alan anlayışın Birinci çöküş dönemi Emevîler ile başlamıştır. Bu yönetim Medine topluluğunun peygamber ruhundan ve medeniyet anlayışından koparak Bizans İmparatorluğu’nun yönetim anlayışını tatbik etmiştir. Bu anlayış zorbalığa, sert yönetim anlayışına ve servet bolluğunun yarattığı infak, zekât, sadaka ve kenz ayetlerine uyulmamasıyla meydana gelen ahlaksızlık ve yolsuzluklara tekabül etmekteydi.
İslam’la ilgisi olmayan bir kader anlayışı ile toplumun, yaşanan yozlaşmayı kabullenmesi isteniyordu. Mesela ‘’Şu kişi başa geçiren Yüce Allah’tır o nedenle başarısız olmuş ise yöneticinin hatası değil Yüce Allah’ın takdiridir’’ sözleriyle ortam yatıştırılarak halkın tepkisi azaltılmıştır. Yine Örneğin Emevi zamanında İstanbul’un fethi için birçok askeri ve maddi kayıplar yaşanması, üstüne üstlük kuşatmalarda başarısız olunması üzerine ‘’ İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Hadisi oluşturularak halkın tepkisinin sönmesi sağlanmıştır. İstanbul’un o gün ki adıyla Konstantinopolis’in ilk Arap kuşatması; 674 ile 678 yılları arasındaki Bizans-Arap Savaşları‘nın büyük bir çatışması olup, Konstantinopolis‘in savunmasının test edildiği zamanlardan biriydi. Savaş Bizans İmparatorluğu ve Arap Emevîler arasında oldu. Muaviye, Emevî -Arap İmparatorluğu hükümdarı olarak ortaya çıkmış ve Şam‘ı başkent yapmış sonra ise stratejik hedef olarak Bizans İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılmasını hedeflemişti. 5 yıl boyunca birçok kez kuşatılan şehir alınamadığı gibi on binlerce askerin ölümüne ve dev bir maddi zarara neden olmuştu. Dolayısıyla Bu hadisin Yezid b. Muaviye için uydurulmuş olması muhtemeldir. Zaten Kuran’a göre Peygamberler dahil kimse Kutsal Kitap da vahyedilenler dışında gaybı bilemezdi. Neml Suresi 65.ayette De ki; “Göklerde ve yerde olan gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Onlar ne zaman yeniden diriltileceklerini fark edemezler. Bu durum vahyedilmiştir. Yine Ahkaf Suresi 9. Ayette De ki “İlk elçi ben değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece doğruları açıklayan bir uyarıcıyım; o kadar.” Açıkça peygamberlerin geleceği bilememesi açıklanmıştır.
Bilim ve teknolojik hareketin ilerlemesinde de İslam dini, Müslüman uygarlıkların en gelişmiş dönemlerini yaşadığı süreçte bilimin devrim yaşayıp ilerlemesinde rol oynayan en önemli faktör olmuştur. Bu dönemde bilimin ve teknolojinin İslam ülkelerinde bu derece ileri gitmesinde etkili olan diğer bir etken ise devletlerin yaşayan her inanca sahip kesimin sahip olduğu çabalardır.
Bilimde altın çağını yaşayan İslam ülkelerinde uygulanan dini serbestlik ve Kur’an ışığında oluşturulan özgür fikir ortamı devletlerin içindeki aydınların bağımsız hareket etmesine yol açıp bilim yapmalarına olanak tanımıştır. Bu isimlere örnek verirsek birçok bilim adamı tarafından modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilen Câbir Bin Hayyân (720-815), Matematik ilmini halka anlatabilecek durumda düzenleyerek cebir ilmini kuran ve ayrıca Dünya’da sıfır rakamını ilk defa kullanan Harezmî (780-850), Felsefenin en büyük otoritelerinden kabul edilip Aristoteles’ten sonra felsefe ve çeşitli bilimlerdeki bilgisinin ve görüşlerinin derinliği sebebiyle “Muallimü’s-Sânî (İkinci Öğretmen)” unvanını alan Farabî (873-950), Matematik, astronomi ve coğrafyanın dışında da birçok bilim dalında çığır açıcı araştırma ve incelemeler yapan Bîrûnî (973-1061), çalışmalarıyla Hipokrat’ın ününü geride bırakıp “Tabiplerin üstadı” olarak kabul edilen en önemli eseri olan ‘’el-Kanun fî’t-Tıbb’’ın Avrupa’da 600 sene kaynak tıp kitabı olarak okutulan İbn-i Sînâ (980 – 1037), Dünya tarihinde bilgisayarın temeli olan sibernetiğin kurucusu olarak tanınan ve haberleşme, kontrol, denge kurma ve ayarlama ilminde öncü olan bu ilimle gerek insanlarda gerekse makinelerde karşılıklı bilgi alışverişi, kontrol ve denge durumunu inceleyen ve geliştiren Cezerî (1136-1206), Astronomi de büyük keşifler yapan Uluğ Bey (1394-1449) bu isimlerden bazılarıdır.
Ancak İslam’ın altın çağlarından sonra maalesef her alan gibi pozitif bilim alanlarında da benzer bir düşüş yaşanmış Kur’an’ın ve Kur’an’ın savunduğu akılsal düşüncenin terkedilmesiyle 13.yy dan sonra başlayıp artan düşüşle 16. Yy da artık Avrupa’nın gerisine düşülmüştür. Ünlü Tarihçi Bernard Lewis’e göre de Avrupa’da meydana gelen Rönesans, Reform ve hatta bilimdeki devrim ve aydınlanma, Müslüman dünyası tarafından hiç takip edilmemiş ve Avrupa’yı Avrupa yapan bu süreçler Müslüman dünyasının farkındalığının dışında gerçekleşmiştir. Halbuki Kur’an da bilimi teşvik eden birçok ayet vardır. Bakara Suresi 64. Ayette ‘’Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığına ve birliğine) deliller vardır.’’ Yüce Allah burada tüm evrenin kâinatın konu başlıklarını bu ayette vermekte ve yaratılmış olan her şeyde iman edenler için birçok deliller bulunduğunu ifade etmektedir.
Bilim evrenin kitabının ayetlerini bulma yolunda büyük önem teşkil eder. Yüce Allah’ın sanatı bu şekilde anlaşılır. Yine Nur Suresi 43. ayette ‘’Hiç görmedin mi Allah, bulutları sürüklüyor, sonra birbirine kaynaştırıyor; sonra yığın haline getiriyor. Sonra arasından yağmur çıktığını görürsün. Gökteki dağdan (dağ gibi buluttan) dolu indirip doluya tutulmasını tercih ettiği kimselerin tepesine yağdırıyor. Kimilerinden de onu uzak tutmayı tercih ediyor. Onun şimşeğinin parıltısı gözleri çıkaracak gibidir.’’ Fatır Suresi 13. Ayette ‘’Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve ayı da hizmete koymuştur. Bunların her biri[*] belli bir süreye kadar, yörüngesinde akar gider. İşte bunları yapan Rabbiniz Allah’tır. Yetki ondadır. Onunla aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.’’ Müminun Suresi Ayetlerinde de insan oluşumu ile ilgili aşamalar anlatılarak tıbbi bilgiler verilmiştir. ’İnsanı çamurundan oluşan bir özden yarattı. Sonra onu karar-ı mekînde nutfe (döllenmiş yumurta) haline getirdik Sonra o nutfeyi alaka yaptık. O alakayı bir çiğnem et parçası yaptık. O et parçasını kemiklere dönüştürdük. Sonra kemikleri etle donattık, sonra onu başka yaratık haline getirdik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah pek yücedir’’ Yine Zariyat Suresi ayetlerinde de insanı da bu konu da teşvike yönlendirilir. ‘’Kesin bilgi sahibi olmak isteyenler için yeryüzünde belgeler var! Kendinizde de var; gözlemlemiyor musunuz?’’
Dolayısıyla İslam Medeniyetlerinin bilim ve uygarlıkta geri kalmasının nedenlerini araştırırken bu olayın İslam’ın bizzat kendisi ile ilgisinin olmadığı çok bellidir. Kur’an, bilim ve uygarlığın gerilemesinin sebebi asla değildir. Gelişme süreci zaten geçmişte kendi dinamiğini oluşturmuş ve uygun koşullarda yolunu bulmuş durumdayken, dinin bir andan sonra bilimlerin ilerlemesini tehdit etmesi imkansızdır. Zaten İslam düşünce birikiminin bilimsel araştırmalarla gelişip buna bağlı uygarlık oluşturma vizyonu temel olarak varlığını koruyordu. Burada önemli olan nokta, kitabî din ile onun algılanması ve yorumlanmasının farklı şeyler olduğunun anlaşılmasıdır. Bu düşünce, çoğu zaman ve tarihsel olarak da Müslümanlar ile İslam’ın yani Kuran’ın aynı şey olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Dolayısı ile İslam son dinin adı iken, Müslümanlık İslami düşüncenin Müslümanlar tarafından hayata aktarılıp ve yaşanmasıdır.
İslam Medeniyetinin geri kalmasında birçok ekonomik siyasi faktör de vardır ancak en hayatisi Kur’an’dan giderek uzaklaşılmasıdır. İslamcılık bugün bu noktalardan hayli uzak ve İslam’ın “hastalığı” halini almıştır. Şeriatı mevzuatla karıştırmıştır. Oysaki şeriat Allah adına açık, ebedi ve evrensel bir ahlak yoludur. Her devirde, o zamanın sorunlarını çözmek için bir ilham kaynağıdır. Bu kaynakta yalnız Kur’an’dır. Ancak ne yazık ki bu ilham kaynağı başka türlü kaynakların Kur’an süzgecinden geçirilmemiş mevzuatlarıyla karıştırılmıştır. Tarihsel ve geleneksel olan mevzuat evrensel olanın yani Kur’an’ın yerine geçmiştir. Din Allah tarafından indirilmiş olduğu için ilahidir. Ancak dinin amaçlarını, hükümlerini anlamak ve uygulamak insanlara kalmıştır. Dolayısıyla hakikat mutlak ancak hakikati bulandırmak insanidir. Nahl Suresi 89 ayet de ‘’Her toplumun (ümmetin) içinden kendilerine karşı bir şahit çıkardığımız gün, seni de bunlara karşı şahit getiririz. Bu Kitabı, her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin, bir ikram ve İslam’a girenlere müjdeci olsun diye sana parça parça indirdik.’’ Enam Suresi 114. ayet de (De ki) “Allah’tan başka bir hakem mi ararım?” Kitap’ı size açıklanmış olarak indiren O’dur. Kendilerine Kitap verdiklerimiz bilirler ki bu Kitap, Rabbin tarafından tümüyle gerçekleri gösterecek şekilde indirilmiştir. Sakın şüpheye kapılanlardan olma.” Gibi birçok ayette bu durum vahyedilmiştir. İsra Suresi 16.ayette de bu Kur’an’dan uzaklaşma durumunun Yüce Allah’ın öfkesini arttıracağı ve İlahi yardımın bir süre sonra alınamayacağı da çarpıcı bir şekilde vahyedilir.
Maalesef ki İslam Dünyası’nın durumu da bu ayet gibidir. ‘’Bir kenti yaşanmaz hale getirmek istersek önce oranın ileri gelenlerine emirlerimizi ulaştırırız. Onlar, orada yoldan çıkarlar ve cezanın şartları olgunlaşır. Sonra orayı yerle bir ederiz.’’