Sevgili dostlar,
Yunan yönetmen Costa Gavras’ın “Kayıp” filmini bilirsiniz. 1970’lerde Şili’ye yerleşen Amerikalı genç, aniden ortadan kaybolur. Ailesi izini sürmeye başlar. Sonunda “kayıp” gencin “çok şey bildiği için” ordu tarafından kurşuna dizildiği anlaşılır.
Gavras, “Missing”le 1982’de Cannes’da Altın Palmiye almıştı. Ödülü, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı Şerif Gören’in “Yol”uyla paylaşmıştı. Türkiye de o dönem askeri cunta tarafından yönetiliyordu ve çoğu işkenceden kaynaklanan gözaltında kayıplar yaygındı.
Kim derdi ki Türkiye 40 yıl sonra askeri darbedekinden beter bir kayıp salgınına yakalanacak. Üstelik bu, demokrasiymiş gibi yapan bir dönemde yaşanacak. İnsanlar gözaltında kaybedilecek, kimse konuyla ilgilenmeyecek, korkudan aileleri bile şikâyetçi olamayacak.
Ankara’da güpegündüz başına çuval geçirilerek kaçırılan Mustafa Yılmaz, 8 ay sonra Karapürçek Karakolu’nda “bulundu”. Eşinin her kapıyı çalarak aradığı bir insan nasıl olur da devletin elinde bulunur? Cevabı herkes biliyor: KHK mağduru bu insanlar, belki de “çok şey bildikleri” düşünülerek, devlet tarafından kaçırıldı, gözlerden uzak bir yerde ağır işkenceler gördü; sonra da bir karakola bırakıldı. Tabii “Şikâyetçi olursanız bir daha görüşemezsiniz” tehdidiyle…
Bakın, eşini 8 ay sonra gören Sümeyye Yılmaz ne diyor:
“Çok zayıflamıştı. Yüzü solgun, elleri soğuktu. Kendisinin çok iyi olduğunu, merak etmememizi söyledi. ‘Avukat tutmayın, bütün haklarınızdan feragat edin’ dedi.”
Ne yazık ki bu, kaçırılan, işkence edilen, sonra tehditle susturulan ilk kayıp vakası da değil.
Bu, alenen işkencedir. İnsanlık suçudur. Devlet açıkça suç işliyorsa, insanları yargılamak yerine kaçırıp işkence ediyorsa, tehdit edilen aileler korkudan şikâyet edemiyorsa, devlete çöreklenmiş bu çeteyi deşifre etmek bizlere düşen bir insanlık görevidir.
Türkiye’yi cunta dönemine döndürdüler ya… Yarın yargılandıklarında, yaptıkları hırsızlıklardan, devleti soymaktan
alacakları cezalar, bu insanlık suçlarının yanında çok hafif kalacak.