Bu yazıyı tarifsiz bir acı ve şaşkınlık içinde yazıyorum. Yazması bile kolay değilken inanması çok zor… Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi sabah saatlerinde katledildi.
Tahir Elçi, Şırnak Cizreliydi. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden diplomasını alarak avukat oldu. Çocukluğu ölüm ve katliamla sınanan her Kürt genci gibi onun da adaletle derdi vardı. Çoğumuzun burun kıvırdığı hakka hukuka hep inandı. Naifliğinden değil ama, inatçılığından…
Cizre, Lice, Roboski…
Hak ihlali haberleri üzerine kalem oynatan her gazetecinin yakından tanıdığı bir isimdi Tahir Elçi. Benim de tanıma şerefine nail olduğum biriydi. Abimizdi. İnsan haklarına karşı işlenmiş hemen her dosyala ilgilendiği için bu alanı takip eden gazetecilerin kaçınılmaz olarak irtibatta olduğu bir avukattı.
Bugüne kadar avukatlığını üstlendiği davalar sayılıyor ya bir bir, o kadar fazla ki o dosyalar, saymakla bitmez. Cizre, Lice, Roboski… Yerel mahkemeler ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi arasında mekik dokuyarak geçen bir meslek hayatı… Bir yerde nefret suçu mu işlenmiş? Tahir Elçi suç duyurusunda bulunur. Bir çocuk yine mi katledilmiş? Tahir Elçi soruşturma açılmasına ön ayak olur.
Dünyanın en kibar insanıydı. Gazeteci-avukat ilişkisini bilen bilir, kovalamaca içinde geçen bir ilişkidir. Cevapsız kalan bir arama gerçekleştirdiğimi hatırlamıyorum. “Buyrun Burcu hanım” diye her soruya bütün sakinliği, konuya hakimiyeti ve beyefendiliğiyle cevap verirdi. “Tahir abi” ile “Tahir bey” arasında gidip gelen bir hitap şeklim vardı. Laubali gözükmek istemezdim ama o kadar samimi ve gerçek biriydi ki ‘abi‘ kelimesi ağzımdan kaçardı. Şu an geçmiş zaman kullanıyor olmanın hayreti içindeyim…
Kendisiyle en son iki gün önce Diken için hazırladığım, Iraklı gazeteci Muhammed Resul’un tutukluluk durumu hakkında telefonda görüşmüştük. Onun da avukatıydı. Tutukluluk gerekçesinin absürdlüğünden bahsedip durdu. Yeniden tahliye talebinde bulunacaktı Resul için. Zaman bulabildi mi, bilemiyorum.
Ve gün geldi, onu da kaybetttik
Kısa bir hikaye anlatayım size: Tahir Elçi, Cemile Çağırga’nın da avukatıydı. Cansız bedeni derin dondurucuda bekletilen 10 yaşındaki Cemile, Eylül ayında Cudi mahallesinde evinin önünde vurularak öldürülmüştü. Cemile’nin ailesinden yedi kişi ise 1992 yılında havan mermisiyle hayatını kaybetmişti. Bu ailenin avukatlığını yapan Elçi, yıllar sonra Cemile’nin de dosyasını üstlenmek durumunda kalmıştı.
Neydi sizce bu? Kader mi? Tesadüf mü? BBC Türkçe’den Hatice Kamer’e verdiği demeçte şunları söylemişti: “Baktığım ilk davalardan biriydi. Davayı AİHM’e taşıdık ve ailenin yaşadığı trajediye tanıklık ettim.”
Tahir Elçi, bugüne kadar benzer birçok acıya tanıklık etti. Seyretmekle kalmadı, bir zihniyetle insanın gücü ne kadar yeterse o kadar mücadele etti. Ve gün geldi, onu da kaybetttik.
Elçi, mücadele ettiği zihniyetin kurbanı oldu. Sonu gelmeyen trajedi sarmalı sonu oldu. Onunki insan haklarına adanmış bir ömürdü. Biz tutuklanma ihtimalinde bile dehşete düşmüştük ama karşı karşıya kaldığımız tablo bu lanet gün oldu. Hitap ederken tereddüte düşünüyordum, şimdi söyleyebilirim: Biz sevenleri, abimizi kaybettik.
Öldüğüne inanınca üzülebileceğim. Şimdi sadece şaşkınlık içindeyim. Bizler onu koruyamadık. Göz göre göre katledildi. Acı içindeyim. “Sözün bittiği yer” diyemeyecek kadar sözün bittiği yerdeyiz.
Burcu Karakaş