BU YAZIMI gayet sakin şekilde yazamaya karar verdim. Sadece sorgulama var. Muhalif de olsa, müttefik de olsa sert söz yok. Muhatapların önce okuyup, sonra düşünüp, nihayet yargıda bulunmalarını istirham ederim. Kavga, küfür ve sloganik tepkide bulunmak bize hiçbir şey kazandırmadı; bunu bilmeliyiz. Katılınmayan yerler ifade edilir ve üzerinde konuşulur. Bugüne kadar yazılanları bir nebze de olsa aklınızdan uzaklaştırarak okuyunuz bu yazıyı lütfen. Hatta bu yazıyı yarınlar adına yeni bir başlangıç da sayabilirsiniz. Artık insanlık için ortak mücadelenin şart olduğuna ve devrimsel süreci başlatmanın zamanı geldiğine inanıyorum. Ezilenlerin-iyilerin ittifak etmesi gerektiğini düşünüyorum, ezenlere-kötülere karşı. Parçalanmak büyük kayıplar verilmesine neden oldu. Hem hak bazında, hem insan bazında. Şimdi haklarımızı almak ve insanlarımızı yaşatmak adına birleşmek gerekiyor kardeşlerim! Kölelere adalet ve özgürlük diyorum.
NİÇİN hep düşünceler, düzenler, insan ve varlık üzerinde yazıyorum? Evet, başka şey mi yok yazacak? Sevgili dostlar, elbette başka şeylerde var yazacak ama yaşam hep yazdıklarımız üzerinde şekillendiği için, önce temellerin düzelmesi, düzgün olması, sağlam olması gerekiyor ki, yaşamlar da düzelsin, düzgün olsun, güzelleşsin ve sağlam olsun. Her şey varlık âlemi dâhilinde ve temelinde, insanoğlunun etkide bulunmasıyla gelişiyor, oluyor bitiyor. O zaman varlık âlemi nedir idrak etmek gerekiyor, oradan verileri iyi toplamak gerekiyor. Ve bu veriler doğrultusunda insanın sağlam bir düşünceyle mücehhez olması icap ediyor. Zira insanı şekillendiren varlık âlemdir. Varlık âleminden elde ettiği verilerdir. Düzenleri kuranda insandır. Yaşamlarımızı belirleyen de düzenlerdir. Yani zincirleme ve dinamik bir ilişki mevcuttur sürgünü ve mahkûmu olduğumuz yeryüzündeki şeyler arasında. Misal; eğitim sistemini düşününüz. Temel bozuk olunca zincirleme şekilde her şey bozuk oluyor. Öyleyse temel düzeltilmelidir önce. Bilakis konuşmak boştur, bozuk olan dâhilinde çözüm üretmeye çalışmak beyhudedir. Yani bozuk düzenin doğru çarkı olmaz. Öyleyse önce düzeni değiştireceksin ki çarklarda doğru dönsün. Çünkü her çark-her kurum mevcut düzenin ürünüdür. Çünkü her düzen kendini sağlama aldıktan sonra kendi kültürünü ve bu kültür temelinde kendi kurumlarını yaratır. İşte düzenleri dönüştürmeden, değiştirmeden çarkları değiştirip dönüştürmeniz muhaldir. Üzerinde konuşmanız da abestir. Müdür sana emreder, müdüre kendi müdürü emreder, müdürün müdürüne de en üst düzeydeki şahıs emreder, ona da düzenin dinamikleri emreder. Ne oldu? İş nereye dayandı? İşte çektiğimiz ne kadar sıkıntı varsa hepsi yanlış, yalan ve uğursuz düzenlerden dolayıdır. Ve sen sürekli müdürüne kızarsın ve düzeni hiç aklına getirmezsin. Çünkü bu işine gelmez. Zira sorumluluğu vardır. Öyleyse dürüst olmak zamanıdır zaman ve düşünmek zamanı, gerçek çözümlere yönelmek zamanı. Önce devrim yapmak zamanı. Düzeni değiştirmek ve yeni düzeni ikame etmek zamanı. Yeni düzenin kültürünü hayata egemen kılmak ve o kültür üzerinden kurumları dizayn etmek zamanı. Yoksa hep bozuk düzenler içinde çözümler arar dururuz, derdimize derman olmayacak çözümler.
Ya da şöyle düşünelim: Şimdi karşımızda bir insan var diyelim. Nasıl biri bu? Tek kalpli, Tek kafalı, iki ayaklı, iki kollu, iki gözlü, iki kulaklı, tek dilli, tek ağızlı ve tek burunlu bir canlı değil mi? Şimdi bu canlı organizmayı yöneten neresidir? Beyni değil mi? Tabi kalbi de unutmayalım! Kalp motordur, beyin direksiyon. Beyin gideceği yöne adımları çevirir, kalp ise ne şekilde gitmesi gerektiğini tayin eder. Şimdi, bu varlığın beyni ve kalbi bozuk olursa, elleri, ayakları, gözleri, dili, ağzı, burnu, kulakları nasıl işler? Ya da bu organların nasıl işleyeceğini, hangi yönde işleyeceğini belirleyen nedir? Elbette beynine ve kalbine hükmeden değerlerdir. İşte bunun gibi devlet beynine hangi değerler hükmediyorsa devleti oluşturan kurumlarda o değerler yönünde işlerler. Devleti yönlendiren, devletin ne olduğunu ve nasıl işlediğini gösteren de o devlete hâkim olan düzendir-düşüncedir. Devletlerin kalbi ise anayasadır. Beyinler, kalpler doğru istikamette olmazsa organların istikameti de yanlış olur. Düzenler-düşünceler ve anayasalar sağlam olmazsa kurumlarda sağlam olmaz. ‘’Vücudunuzda bir et parçası vardır, o bozuldu mu bütün vücut bozulur. O, kalptir.’’ Hz. Muhammed (sav) İşte bu yüzden temeller üzerinden yola çıkıyor, doğru tespitler yapmaya çalışıyor ve gerçek çözüm yöntemlerini keşfetmeyi seviyorum. Somut gerçekliklerden hareket etmeliyiz diye düşünüyorum. Elde ki verilerden yola çıkmalıyız ve yere basmalıyız diyorum. Çünkü sağlıklı, başarılı ve mutlu bir yaşam istiyorum. Geçelim.
PKK, Kürt kardeşlerimiz adına hareket ettiğini iddia eden bir örgüt. Bu somut bir veri. Gerçekliği var mı? Kısmen. Silahlı ve illegal bir örgüt. Yani silahlı bir mücadele vermektedir ve halk arasında serbest dolaşım hakkı yoktur. Nasıl yapılandığına, nasıl büyüdüğüne, nasıl ayakta kaldığına ve kimlerden destek aldığına dair net bir şey yok. Sadece yapılan analizlerle, farklı kaynaklardan edinilen bilgilerle ya da itirafçıların ifadelerinden bazı ipuçları ile bilgi sahibi olunabilmektedir. Ama yine de bilmiyor değiliz bazı şeyleri! Kürt kardeşlerimiz tabanında da ciddi desteğe ulaşmış bir örgüt. Görünen manzara bu, seçim zamanında BDP nin aldığı oy belli ve buraya oy verenler PKK yı da destekliyorlar yani. Malum BDP, PKK ile aynı çizgide hareket ettiğini gizlemiyor. Öcalan’ı kabul ediyor, hatta bir nevi lider olarak görüyor, direktiflerine uyuyor. Dağlara da selam çakmayı ihmal etmiyor. Asında PKK’dan korkuyorlar, bana göre, ama çaresizler. Zira gün gelecek hepsi PKK nın yönetici takımının kölesi olacak. Yani yıllarını siyasette geçirmiş vekiller PKK yöneticilerinin şamar oğlanı durumuna düşecekler. Bu bir öngörü ve tahakkuk edecek göreceğiz hepimiz yaşadığımız müddetçe. Şahsen ben böyle bir öngörüde bulunuyorum, yanılma payımı da saklı tutuyorum. PKK’yı bütün yönleriyle tahlil ettiğinizde, yani lider kadrosuna falan baktığınızda, iç ve dış dinamikleri göz önünde bulundurduğunuzda resim netleşmektedir. PKK, şiddetin doğurduğu bir çocuk aslında. 12 Eylül şiddetinin. Bilinçli ve denetimli şiddetin. Yani bunu kimse yalanlayamıyor ve yalanlayamaz da. Tabi bu olayın istendik şekilde yürütülmesi adına önceden planlanmış senaryoyu görmezlikten gelmeyiz. Hem de uzun yıllar öncesinden. En son, malum emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın kitabında okudum bunu. Orada bir komutanın, Diyarbakır Cezaevi’nde dillere destan işkenceler yaptığından ve daha sonra da o komutanın PKK tarafından öldürüldüğünden bahsediyor, kendisini şöhret yapan malum kitabında. Şimdi o şiddet icrası olmasaydı bugünkü hal olur muydu? Muhtemelen olmazdı. Olsa da mevcut desteğe ulaşmak muhaldi. Ya da planlanan şiddet oldurulmaya çalışıldığı halde engellenmeye çalışılsaydı bugünkü durumun önüne geçilebilirdi muhtemelen. Etkiye tepki kanununu bilenler işte bu şekilde bir yol izlediler ve kimse de buna engel olmadı. Şimdi de bedelini ödüyorlar bir nevi, her alanda. Tabi millete de ödettiler ve ödetiyorlar aynı zamanda.
Ama ne garip ki, PKK kendi şiddetini, kendine şiddet uygulayanlara ya da uygulatanlara değil de, gariban, savunmasız kitleye yöneltti hep. Ya da sadece polis ve askere. Söyleyin bana: Şehirlerimizde tespit edilen yerlere bomba koyup masum vatandaşların ve küçücük çocukların öldürülmesi PKK’nın hangi hedefinin gerçekleşmesine fayda sağlayacaktı? Ya da herhangi bir karakolda nöbet bekleyen, öylesine kendi halinde masum hayaller kuran polise kurşun yağdırmak ne kazandıracaktı PKK örgütüne veyahut Kürtlere? Şimdi ideolojik düzeyde bakarsanız PKK nın ideolojisinin -Marksizm, Leninizm, Stalinizm, Maoizm- önündeki en büyük engel ne öğretmenlerdi, ne çocuklardı, ne halktı, ne polisti ve ne de askerdi ama bunlar PKK nın hedefiydi. Peki niçin? Bilakis öyle olsaydı, bugün aynı temele dayanan yani Pozitivizme ve Marksizm’e istinat eden ve büyük kitlelerin desteğini alan hatta iktidar olan partiler bulundukları yerde olamazlardı. Çünkü o partilere de oy verenler saydığımız kategoride ki insanlar. Ha biz diğerlerini de hedefine koyup öldürsün istemiyoruz ama burada ki garip paradoksa da takılıyoruz. Bu arada PKK nın yöneticilerinden kimsenin öldürülememesi de garip ve paradoks taşıyor. PKK nın başka hedefleri varsa bile o hedefler içinde bir engel değildi öldürdükleri ama ne garip ki öldürüyordu işte. Ve ciddi şekilde düşman üretiyordu bu durum. Oysa PKK farklı bir yöntem ve strateji ile şiddetine hedef yaptığı kitleye de seslenebilir ve kendine destek arayabilirdi oralardan. Bilinçsiz şiddet, ya da isabetli ifadeyle bilinçli ve denetimli şiddet, Türklerle Kürtlerin arasını açıyordu sürekli. Yani bilinçli, denetimli ve koordineli bir gerginlik yaratıyordu iki kadim kardeş arasında, hedef olmaması gereken yerlerin hedef haline getirilmesi. PKK nın hedef aldıkları ile amaçları arasında derin ve keskin tenakuz bulunuyordu.
Peki, PKK bunu yapmayaydı da legal yolu tercih etseydi ne olurdu? Yani ülke genelini hedefleseydi. Misal; madem Marksistti ve komünizmi hedefliyordu, bu ülkede daha başka komünist örgütler de mevcuttu ve onlar gibi mücadele verebilirdi ya da onlara bir ittifak teklif edip mücadeleyi yayabilirdi ve toplumun geneline seslenebilirdi. Aynı düşünce dinamikleri ile hareket eden legal partilerle ittifak kurabilirdi. Ve bu yol, hedefleri neyse daha çabuk ulaşmasına yardım edebilirdi. Niye olmadı ya da oldurulmadı? Her ülkede o ülkenin dominant siyasi yapısına ve o siyasi yapı üzerinde şekillenen düzenine muhalif bir illegal örgüt yaratmak siyonist emperyalizmin en öncelikli görevi olmuştur her zaman! İran’da ‘’Halkın Mücahitleri’’, Suriye’de ve Mısır’da ‘’İhvan-ı Müslimin’’, Filistin’de ‘’El-Fetih’’, Türkiye’de ‘’PKK’’. Düşünmek gerekiyor, hem de çok düşünmek! Sadece dar alanda kalmakla ne hedeflendi? Hangi kazanım beklendi? Oysa genele hitap etmek hem ideolojisi hem de hakkını savunduğunu iddia ettiği Kürtler için daha mantıklı bir yol olmaz mıydı? Üstelik dine, halkın değerlerine de muhalif şekilde ortaya çıktı, hatta göz göre göre alay etti ortak değerlerle. Peki, bu nasıl oluyor? Hem değerlere savaş açıyor hem kendi hedefi yolunda ciddi engel teşkil etmeyen kitleleri hedef alıyor. Ve hep marjinal kalıyor, yani marjinalliği özellikle seçiyor sanki! Ama diğer şekilde bir yol takip etseydi daha genele hitap edebilir ve tabana yayılabilirdi, üstelik Kürt olmayanlardan da destek alabilirdi. Hatta Kürt kardeşlerimizin tümünden de yardım görürdü. Şimdi diğer kitleleri geçelim, Kürt kardeşlerimizin hepsinden bile destek bulamamaktadır.
Ayrıca bu örgütte yorulan, mücadele eden, ölen ekseriyetle gariban halkın gariban çocukları. Suçlu ya da suçsuz orasını tartışmıyorum. Ama ölenler gerçekten tıpkı bu yanda olduğu gibi yoksul, çaresiz kimselerin evlatları. Ve iki tarafta da yaşayanlar belli konuma sahip, belli desteğe sahip kişiler yani rantı yiyenler, malı götürenler, kirli ve kahpe savaşın kirli nimetlerinden istifade edenler hep savaşın kodamanları, kalantorları ve dokunulmazları. Siz hiç askerliğini bitirdikten sonra sahil kıyılarında son derece mutantan ve lüks villaya konan tek bir Mehmet gördünüz mü ya da görme ihtimali mevcut mu? Veyahut bir tek PKK militanının Avrupa da ya da sair yerlerde süper lüks yaşamına tanık oldunuz mu? Ya da ölen bir tek PKK militanının ailesinin muhteşem bir yaşam içinde olduğunu duydunuz mu? Vatanın bütünlüğünü hedef alıyor, milletin bütünlüğünü hedef alıyor, katı bir disiplinle hareket ediyor. Yani kendi dışındakileri ister istemez öteliyor. Kasten marjinalliği seçiyor sanki. Peki, bunun böyle olmasını isteyen bir güç mü var ve PKK yı buna zorlayan derin adamlar mı var, küresel ya da yerel düzeyde? Şimdi, diyelim ki; ben PKK ya sempatiyle bakmak istiyorum, mücadelesinde destek vermek istiyorum, benim hayallerimi de savunduğunu görmek istiyorum. Ama bakıyorum; dine açıkça küfredecek derecede düşman. Vatanın bütünlüğüne düşman. Milletin birliğine düşman. Özgürlük ve adalet mücadelesi düzeyinde bir eylemselliği mevcut değil. Söylemleri o yönde olsa da maalesef eylemsel düzeyde bir emare yok buna yönelik. Bazı ortak değerler konusunda da bir konsensüs olma ihtimali imkansız, zira görüntü malum. Peki, ben nasıl PKK nın saflarına iştirak edebilirim? Bu mümkün mü? Peki, gerçekte mümkün kılınması daha akıllıca değil mi? Gel de işin içinden çık! Yani illa diğer insanları kendisine muhalif kılmak, düşman etmek, milletin kardeşliğini hançerlemek, vatanın bütünlüğünü bozmak, masum insanları katletmek, özellikle kendine şiddet uygulamayanları katletmek zorundaymış gibi bir yapı inşa edilmiş ve ediliyor. Burada durun lütfen! Parçalanmak: üzerinde derince düşünülecek bir kavram. Parçalanmak, nasıl? Niçin? Kim için?
Yani bugün PKK bu ülkede bütün insanlara karşı uygulanan bilinçli ve denetimli zulümlerin son bulması için başkaldırmış olsaydı, gerçekten ama gerçekten bütün kitleleri hedefleyip genele yönelik söylemler ve eylemler üretseydi, birlik ve bütünlükten yana tavır koysaydı, adalet ve özgürlük mücadelesi düzleminde ortaya çıksaydı ve ortak değerlere karşı saygılı olsaydı, hatta ismini bile tüm kitleri kuşatıcı bir isimle yenileseydi kim PKK nın yanında yer almazdı Allah aşkına? Yani bizim sağlığımız ve mutluluğumuz; silahlı eylemler yaparak, savunmasız insanları katlederek, vatanın bütünlüğünü parçalamaya ahdederek, milletin birliğini dinamitleyerek, çocukları emniyet güçlerinin karşısına çıkararak mı gerçekleştirilecekti? Dış desteklerle kendi ülkesine ve milletine karşı savaş açmakla mı insani düşlerimiz gerçek olacaktı?
Peki, şimdi söyleyin bana: Bu şekilde bir yapı kimin işine gelir? Kimler menfaat temin eder böyle bir durumda? Sadece küçük bir zümrenin yanında yer bulup, büyük çoğunluğu ötelemekle ne kazanılır? Birliği, bütünlüğü engellemekle kime hizmet edilmiş olur? İnsanların ortak değerleri adına değilde, insanlar için bir anlam ifade etmeyen ve bütün insanları ilgilendirmeyen kuru hayaller peşinde koşmak kime ne kazandırır?
Son tahlilde; bu illegalitesi tescilli örgüte yönelik ağır sözlerimiz de haksız mıyız ve haksız mıyım sevgili dostlarım? Ve PKK, bütünlüğü, birliği parçalayarak siyonist emperyalizme hizmet etmekte değil midir? Bu mutlak bir hakikattir. Yani kör değiliz! Geri zekâlı da değiliz!
PKK sempatizanlarına ve Kürt kardeşlerime önerim: Önünüze gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Yani bu dünyada birilerini –liderlerinizi ve önderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların menfaatleri adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Asla ama asla Apo’nun kulları değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
KOMÜNİSTLER, burası da aynı, devlet, vatan, din, millet gibi değerlere anti-patisi var. Oysa vatan düşmanlığı yapmak çok saçma. Yani özel vatanı, sınırsız bir dünya söylemine feda etmek akıl karı mıdır? Ki bu ne kadar gerçekçidir? Yani sınırların gerçekliğinde sınırsızlığı tasavvur et, bu imkânsız mı? Ki zaten olabilecek olan da budur kanaatimce. Öbürü malayani ile iştigaldir. Lütfen saçma değilse bana izah ediniz bunu. Küfretmenize gerek yok. Yani düşünen ve nezaketten anlayacak beyine-ruha sahip insanlarız. Yani sanki komünizm topraksız bir yerde hâkim olmak istiyormuş gibi. Sanki bir devlet yapısı inşa etmeyi düşünmüyormuş gibi. Sanki milletsiz var olabilecekmiş ve bir millete hitap etmiyormuş gibi. Kendince bir değerler manzumesi belirlememiş gibi. Yani yer üzerindeyiz işte be kardeşim. Ne böyle bir kavram icat et kendince ne de düşman olmak zorunluluğu yarat. Hem ne yapacaksın sen bu olguları? Yenilmez, içilmez, giyilmez. Devlet de, din de, millet de, vatan da aynı şekilde. Senin mücadelen özgürlük ve adalet mücadelesi değil mi ve öyle olması gerekmez mi? Hatta insanlık için bile en önemli olan şey; özgürlük ve adalet değil mi? Dinler bile adalete, özgürlüğe çağırmasın da gör insanları, nasıl da uzaklaşıyorlar dinlerden. Yani hiç akletmez misiniz be yoldaşlarım?
Sanki bu mücadele sadece malum değerlere (vatan-din-devlet-millet-) muhalif olanlarla verilebilirmiş ve başarıya ulaşabilirmiş gibi. Bırak insanlar neye inanırlarsa inansınlar ve inandıkları şekilde de yaşasınlar napacaksın ya? Ve adalet ve hürriyet uğrunda mücadele vermeye vatan, din, devlet, millet engel mi? Ve her topluluğunda kendine vatan eylediği bir parça var, yalan mı bu yani? Tamam, faraza olmasın diyelim amma var işte. İnsanlık var olalı beri var. O zaman evini de yık, yok et. Evsiz yaşa. Yaşayabilir misin? İşte vatanda senin evin gibidir. Tıpkı ailenin küçük milletin olduğu gibi, vatanda büyük evindir. Yani gerçekleri görmemek ne kazandırır insana? Ama burada ben dışsal bir oyun seziyorum. Yani birliği engelleyici bir oyun. Sanki birileri illa ötelenmek isteniyor ve mücadele dar alana hapsedilmek isteniyor. Ya da sanki hep zafersiz sefer olsun isteniyor. Zaferden korkuluyormuş gibi bir durum var! Ortak yönlere vurgu yapmamak ve sürekli farklılıkları gündem yapmak ve farklılıklara düşmanca hitap etmek niye? Ne bekleniyor ki böyle bir duruştan? Oysa ortak idealler olan adalet ve özgürlük isteğinden söz edilse, konuşulsa, arkadaşlar malum değerler hepimiz için önemlidir, bizler adalet ve özgürlük için dövüşmeliyiz dense birlik olacak ve zafer gelecek ama olmuyor, oldurulmuyor işte ve bitmeyen, zaferi de getirmeyen bir direniş sürüp gidiyor. Herkes birbirini itham ediyor. Aynaya bir bakılsa!
Yani ben komünist yoldaşları gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Şöyle oturup bir iki kelam etmek istesen, hemen başlıyorlar dine çatmaya, başlıyorlar faşistlik ithamlarına. Ama bir tekinin bile bugüne kadar kompradorlara çattıklarını görmedim, gerçekten görmedim. Ve bu beni kahrediyor, hatta şüphelere itiyor. Yani sen hem adalet ve özgürlük de, hem de senin adalet ve özgürlük rüyalarının önündeki en büyük engeli hiç dile getirme. Bu nasıl bir iştir Tanrı ve insanlık aşkına? Yani senin adalet ve özgürlük rüyalarının önünde kızdıkların varsa da o hiç dile getirmediklerin daha çok var yemin ediyorum. Artık bu büyük hatadan vazgeçilmesi gerektiğine inanıyorum. Kimbilir beklide diğerleriyle, adalet ve özgürlük mücadelesi vermede, ortak bir nokta olur burası.
Peki, bütün halka hitap ettiğini iddia eden bir düşünce böyle bir şeyi savunmakta ne kadar isabet etmektedir? İnsanları nasıl birleştirecektir? Nasıl genele dönük hedefler belirlemektedir? Gerçekten merak ediyorum. Şimdi bu değerler (vatan-din-devlet-millet vb) tarih boyunca topluluklar için ciddi önemde olan değerlerdir. İnsanları birleştiren ve aynı hedefe kilitleyen değerler. Peki, bir düşüncenin ayaklarını yerden kesmesi ve yöneldiği halkın duygularına-düşüncelerine-değerlerine uzak kalarak iş yapması ne kadar doğrudur? Ve hangi düzeyde kabul görür? Sadece soruyorum gerçekten. Çünkü artık birliğin önemine inanıyorum ve birlik olmadan hiçbir şeyin olacağını sanmıyorum. Çağ bunu zorunlu kılıyor. İdeal mutluluk ve adil paylaşım düzenini yaratmak bunu zorunlu kılıyor. Artık ideolojik körlüklerden kurtulmamız gerekiyor. Komünistler devrim diyor ama devrimi kimle yapacağını düşünmeden hareket ediyorlar sanki. Zira diğer kesimleri öteleyecek şekilde bir siyaset yolu belirliyorlar. Oysa ortak insani değerlerden yola çıkmaları daha isabetli olmaz mı? Misal adalet herkes içindir, özgürlük herkes içindir, bazı değerler herkes içindir. Ama toplumda, kendini, bu değerlere muhalifmiş gibi tanıtmaktan gizli bir zevk alıyor sanki komünistler. Ya da insanların birliğinden hazzetmeyen birileri bir oyun oynuyor komünistlere. Ayrıca komünizm için mücadele edenlerde hep gariban takımı, mazbut Anadolu çocukları, yoksullaştırılmış, ezilmiş, ötelenmiş, bazı dönemlerde kasıtlı olarak zulme uğramış, haklardan mahrum bırakılmış insanlarımız. Yani şöyle seçkin kompradorların ön saflarda yer aldığını görmüyoruz. Bu seçkinci haysiyetsizlerin Komünizm ideali için vuruştuğunu, öldüğünü, acı çektiğini, çilelere katlandığını hiç görmedik, duymadık. Ama yönlendirme işine gelince ön saflarda yer aldıklarına şahit oluyoruz. Keyfini sürmeye, nimetini tatmaya geldiğinde en önde göründüklerini müşahede ediyoruz. Buda komünizmin savunduğunu iddia ettiği fikirlerle çelişki arz ediyor. Samimiyeti katlediyor sanki.
Ayrıca şöyle bakıyoruz da bütün komünist örgütler illa illegal olmaları gerekiyormuş gibi hep yer altında yaşıyorlar. Bombalarla, suikastlarla savunmasız insanları katlediyorlar. Peki, insanlar senin yanına nasıl gelecekler? İnsanlara nasıl kurtuluş vaat edip insanların gönüllerini kazanacaksın? Yani insanlık aşkına bugün hangi komünist örgüt adalet ve özgürlük için mücadele veriyormuş gibi bir görüntü sergilemeyi başarabilmektedir? Dürüst olalım hangisi böyledir? Hiçbirisi. Hepside yanlış yoldadır ve masumlara yönelik katliamlar yapmaktadırlar ve bunu da derinler adına yapıyorlarmış gibi görüntü vermektedirler. Ve ortaya çıkan gerçeklerde insanları bu yönde düşünmeye sevk etmektedir. Bir bomba patlamasında ölen bir çocuk ne tür bir engel teşkil etmektedir adalet mücadelesine? Biri anlatsın lütfen. Beyler dürüst olalım dürüst. Bize kazandıracak olan şey dürüstlük ve samimiyettir. Halkın yanında yer almaktır. Yani illa ayrılık yaratacak, düşmanlığı körükleyecek söylemler üretmek, eylemler yapmak kime ne kazandırmaktadır yoldaşlar insanlık aşkına?
Ayrıca gidiyorsun birilerine faşist diyorsun ve o kişinin hassas olduğu değerlere adeta küfrediyorsun, birilerine yobaz diyorsun ve kutsallarına resmen küfrediyorsun, peki ne kazanıyorsun? Adalet ve özgürlük kavgana hangi katkıyı yapmaktadır bu tavırların? Sen o insanların değerleriyle mi savaşıyorsun yoksa herkes için ortak olan adalet ve özgürlük kavgası mı veriyorsun? Lütfen bunu kafanda belirginleştirmelisin. Oysa devrim, birliğin, inancın ve gücün çocuğudur. Yani sen insanlarla birlik olacağına insanları öteliyorsun. Oysa sen de, onlarda özgürlük ve adalet istemekte ortaksınız. Öyleyse ortak değerler üzerinde mücadele etseniz ya. Yani ölür müsünüz bunu yapsanız? Vatan, üzerinde yaşadığın topraktır. Din, bir yerde insanlık değerlerinin bileşkesidir. Millet, iletişim halinde olduğun, içlerinde yalnızlığını giderdiğin insanların toplamıdır. Devlet, kanunlar yapan, uygulayan büyük bir organizma ya da organizasyondur. Şöyle düşün: İnsanlar bir yerde pekâlâ bunlarsız da yapabilir diyelim ama asla adaletsiz ve özgürlüksüz yapamaz yoldaşlar. O zaman siz insanların önem atfettikleri olguları geçin ve herkes için ortak olan olgular adına birleşin ve savaşın.
Son tahlilde; bu tür şekilde yapılan bir mücadele kime ne kazandırmaktadır? Komünistler hangi emellerine ulaşmaktadırlar? Buradan rant elde eden birileri var mıdır? Kimler bu yolu dikte etmektedirler? Bu yöntemle biriliğin engellendiği aşikâr olduğu halde aynı şekilde yol almak kime ne kazandırmaktadır? Hep dar alana sıkışıp kalmak, sürekli şiddete bulaşmak ve diğerlerinin ötelenmesini sağlamak siyonist emperyalizmden başka kime ne fayda sağlamaktadır? Ve ben yoldaşlara kızmakta haksız mıyım? Görünen, yaşanan, uygulanan Komünizm hakkında ki yargılarımda yanılmakta mıyım?
Komünistlere önerim: Önünüze gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Yani bu dünyada birilerini –önderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların menfaatleri adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
MİLLİYETÇİLER, bu kesimde sürekli vatan, millet, devlet diyerek adalet ve özgürlük alanlarına duyarsız kalıyormuş gibi bir görüntü sergilemektedir. Ve adalet, özgürlük mücadelesi verenleri, mülkiyet konusunda düşünce serdedenleri sanki bazı değerlere düşmanlık yapıyorlarmış gibi algılamaktadırlar ve belli kavramlarla tavsif etmektedirler. Bu ister istemez diğerleri ile arada mesafenin açılmasına sebeb olmaktadır. Oysa vatan, millet, devlet gibi kavramlar kendilerinin sömürülmesini sağlamaktadır bir yerde. Yani adaletsiz ve hürriyetsiz bir vatan ne mana ifade edebilir söyler misiniz lütfen? İnsanlarına zulmeden, insanlarını sömürecek çark kuran bir devlet fert nezdinde hangi kıymete layıktır? Gerçeklere kör kalan, sürekli kötülerin izini takip eden, adalet ve hürriyet söylemini dillendirenlere antipatiyle yaklaşan bir milletin doğruyu düşündüğünü kim iddia edebilir? Evet, bu değerlerde olsun, yaşasın ama önce adalet ve hürriyet diyebilmek gerekiyor, bu ortak kavgada yer almak icap ediyor. Yani insanı insan yapan kadim ve vazgeçilemez değerlerdir bunlar ve herkes içindir. İşte görüyorsunuz, bütün insanlar için ortak olan yegâne olgular: adalet ve hürriyettir. Bütün insanların dillendirdiği, istediği, çözüm bulunması gerektiğini düşündüğü, hatta bu olguları hâkim kılmayanları başından def ettiği ortak değerlerdir bunlar. Bunlarsız insan, insan bile değildir. Dinler bile, adalet ve hürriyet için mücadele etmişler hatta bu olgular üzerinden varlık kazanmışlardır. Bu olguların hâkimiyeti için mücadele etmişlerdir sürekli. Ama körü körüne inanç gerçeklerin görülmesini engellemektedir.
Devrim sözcüğüne yabancıdır milliyetçi insanımız. Devrimi sadece komünistlere hasrederek anti-pati duyar ve şiddetle muhalefet eder. Oysa devrim kendisi içinde yaşamın davetiyesidir. Nihayetinde ülkücülerinde düşleri, özlemleri, sevdaları vardır. Ve bu duygularını pek yaşayamamışlardır. Çünkü kendilerini sürekli başka alanlarda mücadeleye adamışlardır. Kendini aldatan, sömüren, masumane sadakatle sahiplendiği duygularını istismar eden dâhilde ki gizli kompradorların oyununu bozan bir şeydir adalet ve hürriyet devrimi. Yani yalan mıdır Allah aşkına Ülkücü Gençliğin bugüne kadar ki iktidarını içeride ki gizli kişilerin engellediği? Ülkücüleri bilerek ortak olgulardan (adalet-hürriyet) uzak tuttukları yalan mı? Sadece bazı duyguları istismar ederek ülkücüler üzerinden rant elde ettikleri yalan mı bazı kişilerin? Ülkücüler aktif olarak katılıp acı şekilde bedelini ödedikleri hangi durumlardan kazançla çıkmışlardır? Ülkücü hareketin ana gövdesi olan gençlik, masum Anadolu çocukları, hangi kazanımı elde etmişlerdir bugüne kadar? Sürekli iktidar özlemiyle yaşatılmamışlar mıdır? Sürekli belli yöne kanalize edilerek, bazı değerleri savunmaktan mahrum bırakılmamışlar mıdır ve bu mahrumiyet birilerini keyiflendirmemiş midir? Zira ülkücülerin adalet ve hürriyet konusunda ki sonsuz duyarlılıkları birileri için tehlike mi arz edecekti? Savundukları değerler içerisinde önceliği bu iki yüce olguya hasretmeleri birilerinin düzenini mi sarsacaktı?
Yani şöyle bakalım bir konserlere vb etkinliklere. Kimler çilesini çekmektedir kimler meyvesini yemektedir? Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi burada da çileyi çekenler mazbut, masum Anadolu çocuklarıdır. Terleyenler, yorulanlar bunlardır ama meyveyi yiyenler arka taraftaki kalantorlardır. Gariban gençliğin emeği acımazsıca sömürülmektedir. Masum duyguları suiistimal edilmektedir. Tepedekiler krallar gibi yaşarken, en güzel evlerde otururken, en güzel mekânlarda ağırlanırken, çocukları mutlu ve kutlu yaşarken, aileleriyle mutlu şekilde devr-i âlem yaparken, her türlü nimeti tadarken ve yüksek meblağları her ay çekerken alttaki gençlik bunların hiçbirinden istifade edememektedir. Allah ve namus aşkına yalan mı bunlar? Yani ne bilmiyor değiliz ne de görmüyor değiliz ve ne de yabancıyız bu durumlara. Ne olur vatan-din-devlet-millet konusunda ki sarsılmaz kararlılık adalet ve hürriyet mevzularında da gösterilse? Zira bunlarsız adalet ve hürriyet olabilir ama adaletsiz ve hürriyetsiz bunların olması muhaldir. Hatta bu değerlerin anlamsız kalacağı bile kesindir. Zira ben adaletsiz bir devleti ne yapayım Allah aşkına? Zulüm içinde yaşadığım bir vatana nasıl sevgi besleyeyim? Benim sürekli sömürülmeme bilerek ya da bilmeyerek destek olan bir milleti nasıl saygıyla selamlayabilirim? Bana adalet ve hürriyet vaat etmeyen bir dini nasıl kabullenebilirim. Görüyoruz değil mi? Her şeye anlam katan, adalet ve hürriyet olgusudur canım kardeşlerim. Çünkü bu olgular varlığın manasıdır, özüdür, nihai gayesidir.
Son tahlilde; bu tür şekilde yapılan bir mücadele kime ne kazandırmaktadır? Ülkücülerin hangi emellerine ulaşmalarını sağlamaktadır? Buradan rant elde eden birileri mi vardır? Vatan-millet-din-devlet olguları hassas olgular oldukları için insanları bu yönde kullanmak çok mu kolay görülmektedir? Bu değerler üzerinden kotarılan bazı şeyler mi vardır? Kimler bu yolu dikte etmektedirler? Bu yöntemle biriliğin engellendiği aşikâr olduğu halde aynı şekilde yol almak kime ne kazandırmaktadır? Hep dar alana sıkışıp kalmak, sürekli vatan-din-devlet-millet adınadır diyerek şiddete bulaşmak ya da bulaştırılmak ve diğerlerinin ötelenmesini sağlamak siyonist emperyalizmden başka kime ne fayda sağlamaktadır? Ve ben ülküdaşlara masumane kızmakta haksız mıyım? Görünen, yaşanan, uygulanan Milliyetçilik hakkında ki yargılarımda yanılmakta mıyım?
Ülkücülere önerim: Önünüze gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Bazı değerlerin yaşamasını istiyorsanız o değerleri gerçekten sevin ve herkes adına olmasını sağlayın. Yani bu dünyada birilerini -liderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların yaşamları adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
İSLAMCILAR, bu kesimde sürekli olarak ahlaki yöne, imani yöne vurgu yapmışlardır. Güzeldir bu ama burada bir açmaza düşmüşlerdir. İmanın ve ahlakın ne olduğu konusunda tam fikir edinemedikleri için düşünce örgüleri de yanlış yönde ilerlemiştir. Dini öncelemişlerdir. Ama bu konuda sürekli muhafazakâr bir anlayışla hareket etmişlerdir. Dini hurafelerle, bidatlerle çoğaltmışlardır. Böylece özü unutmuşlardır. Ve birileri bir şey söyleyince kendi geliştirdikleri dine göre yargılamada bulunarak onları hemen küfürle damgalamışladır. Dünyayı ahiretin tarlası olarak görmüşler ve bu algı doğrultusunda biteviye kazanmaya ağırlık vermişlerdir. Mülk konusunda aykırı söz edenleri sorgulamadan reddetmişlerdir. Ahlakı sadece davranış zaviyesinden ele almışlar, adaletli olmanın da, söze sadık kalmanın da, paylaşmanın da, zalime isyanında ahlaki gereklilik olduğunu çoğu zaman görmezlikten gelmişlerdir. İsyan ahlakı geliştirememişlerdir. Din konusunda söz söyleyenlere çok çabuk tabi olmuşlar, onları Rab edinmişler, sorgulamadan kabullenmeye gitmişlerdir. Liderlerini adeta put gibi görmüşler, dokunulmaz ve layüsel olarak telakki etmişlerdir. Sanki dini herkesin öğrenmesinden korkmuşlardır. Dinin özünü idrakte zayıf kalmışlardır. Mülk karşıtlarını, emek diyenleri, milliyet ve vatan konusunda biraz daha fazla hassasiyet gösterenleri yanlış yolda olmakla itham etmişlerdir. Çoğu zaman kavramlara takılıp kalmışlardır. Misal; devrim dendi mi, tam bağımsızlık dendi mi şiddetli ifadelerle mukabelede bulunmuşlardır. Bu yönde gösterdikleri direnişi tam adalet konusunda göstermekte zorlanmışlardır. Bazı değerleri suiistimal etmişler ve sömürü aracı olarak görmüşlerdir.
Kendi aralarında bir ortak nokta bulamamışlar ve sürekli karşıda duranları itham etmişler, hep kendi dini algılarının doğru olduğunu dillendirmişlerdir. Bu ise muhalifler nezdinde olumsuz bir imaj yaratmıştır. Dini tebliği bırakıp, sürekli siyasi tebliğle iştigal etmişlerdir. Bu da insanların olumsuz düşünceler beslemesine neden olmuştur. Adalet mücadelesinde ekseriyetle geri sıralarda kalmışlardır. Dini, bir yerde, zımnen, kapitalizme payanda kılmışlardır. Dünyaya çok feci alışmaları mülkiyete karşı durmalarını engellemiştir. Lükse ve konfora alışmaları, içinde bulundukları kahpe düzenlere de alışmalarını tevlit etmiştir. İman etmekle kurtulmuşluk hissine kapılmışlar ve muhalif tarafta olanları sanki öteler bir tavır içine girmişlerdir. Çoğunluk olarak kendi inandıkları ve savundukları değerlere ihanete varacak şekilde aykırı hareket etmişlerdir. Bir Müslüman olarak güzel sözle ve güzel ahlakla daveti becerememişlerdir. Hatta dini adeta paramparça etmişlerdir. Muhalefetteki insanlara iyi niyetle ve dinin emrettiği şekilde bir yaklaşım sergileyeceklerine, korkuyla karışık ikircikli bir niyetle ve politikalarının-kendi ürettikleri dini algılarının- emrettiği şekilde yaklaşmışlardır, buda arada sıcak bir diyalog ikliminin oluşmasını engellemiştir. Bir yerde dini iğrenç politikaya alet ediyormuş algısının oluşmasına fırsat vermişlerdir ve bazen de bunu yapmışlardır. Bu da muhalif kesimde olumsuz düşünceler hâsıl olmasına vesile olmuştur. Ve politik dilin şiddetlenmesine yol açmıştır.
Yine, bu kesimin konserlerinde de mazbut, masum, sadakatli Anadolu çocukları hep çileyi çekenler, acılara göğüs gerenler olmuşlardır. Yorulan, çalışan, taş üstüne taş koyan, ter akıtan hep mazbut ve yoksul Anadolu çocukları olmuşlardır ama nimetten pay alanlar ise arka tarafta duran kalantorlar olmuştur. Ve o kalantorların evlatları olmuştur. Bu ise dehşetli bir adaletsizliği doğurmuştur. Aynı zamanda bir ahlaksızlıktı da bu. Ama olmuştu, oluyordu. Oysa bu kesimde önce kendi bünyesinde sadır olana ahlaksızlığa dur diyebilir, adaletsizliğe geçit vermeyebilir ve sonra da diğer kesimlerin indinde biraz daha önem arzeden kavramlar üzerinde temkinli konuşabilir ve ortak kavramlar üzerinden mücadele pratiği oluşturabilmek için birlik kurmaya önem verebilirdi.
Ayrıca bu kesimdeki bazıları, kahpe düzenden ileri düzeyde huzursuz olanlar, yer altına çekildiler, sürekli görünmez mücadele içinde oldular ve bu aleyhlerine oldu. Toplumun kendilerine mesafeli durmasını sağladılar. Birilerinin kendileri üzerinden korku politikası üretmelerine neden oldular. Tıpkı komünistlerde olduğu gibi. Hatta milliyetçilerde. Yani sürekli karanlık adamların kazanmalarını sağladılar. Kirli ve karanlık adamların alçakça suikastlarında dolaylı şekilde kullanılmış oldular. İşlenen bazı kahpe suikastlar kendilerinin üzerlerine atıldı. Kendileri ile dış ülkeler arasında bağlantı kurulmasına neden oldukları için halka yanlış tanıtıldılar. Ve suç tamamen kendilerinde idi. Sen görünmez olursan birilerinin her pisliği senin üzerine bırakmalarına da yol açmış olman muhakkaktı ve görünür olarak yani yaşamın içine girerek bu engellenebilirdi. Ama olmadı ya da oldurulmadı. Ve bu muhaliflerin bile, bir bütün olarak kendilerinin temsil ettikleri düşünce hakkında yanlış algılamalara sahip olmaları sonucunu doğurdu. Böylece ortak bir zemin oluşturmakta çok zorlaşmış oldu.
Son tahlilde; bütün bunlar kime ne kazandırdı? İslamcı kesim ne kazandı bu olanlardan? Davasına eklediği artı değer ne oldu? Davasını getirdiği yer neresidir bu anlayışla? Kitleselleşmesine ne katkı yaptı bu yöntem ve strateji? Muhalifleri ile bir bütün oluşturmasına ve ortak kavramlar temelinde ve ortak zeminde mücadele vermelerine hangi katkıyı sağladı bu durum? Buradan rant üreten birileri mi var acaba? Bilakis bu durumun birliği engellediği, ortak davayı zora soktuğu aşikâr iken aynı yolda yürümek niyedir? Hep dar alana sıkışıp kalmak, ahlak deyip durmak, din deyip durmak ama dinin özünden ve emrettiği yüksek ahlaktan beri olmak ve bu anlayışla şiddete bulaşmak ya da bulaştırılmak ve diğerlerinin ötelenmesini sağlamak siyonist emperyalizmden başka kime ne fayda sağlamaktadır? Ve ben İslamcı kardeşlere masumane kızmakta haksız mıyım? Görünen, yaşanan, uygulanan İslamcılık hakkında ki yargılarımda yanılmakta mıyım?
İslamcılara önerim: Önünüze gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Liderlerinizi Rabler edinmek sizlere asla yakışmaz ve zaten bu şirktir. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Sadece Allah’ın kullarısınız. Yani bu dünyada birilerini –liderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların yaşamları adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
Ey Ülkücüler!
Ey İslamcılar!
Ey Komünistler!
Ey PKK’lılar!
Şimdi anlaştık mı; bu topraklar üzerinde, güzel ahlak temelinde ve tam adalet hedefinde bir devrim yapmak arzusunda ve bu yolda birleşmek niyetinde? Çünkü bu topraklar hepimizin, birlikte kazandık ve üzerinde birlikte yaşıyoruz ve yaşayacağız. Her türlü emperyalizme karşı savunmak, gerekirse uğrunda ölmek görevimiz. Güzel ahlak bizi insan kılan şeydir. Bizi birbirimize yakınlaştıran, bizi birbirlerimizle kardeş kılan, birbirimizi anlamayı kolaylaştıran şeydir. Bir nevi ortak dilimizdir, somut düzeyde. Adalet ise hepimizin arzusudur. Tahakkuku hepimizi mutlu kılacak evrensel bir değerdir. Herkesi eşitleyen şeydir. Herkesin akıttığı terin karşılığının verilmesidir. Her şeyin layık olduğu yere konulmasıdır.
Burada, Cemaatçileri, Kemalistleri, Liberalleri, Kapitalistleri geçiyorum onlardan sağlıklı ve mutlu bir yaşam adına bir fayda gelmez, gelemez. Onlardan hiçbir şey olmaz. Zaten onlarında böyle bir davaları, dertleri yok. Onlar geçim derdinde. Birileri dini kullanarak geçimi sağlıyor, birileri Mustafa Kemal’i kullanarak geçimi sağlıyor. Birileri hür teşebbüs kavramını kullanarak geçimini sağlıyor, birileri de elinde ki kapitali kullanarak geçimini sağlıyor. Bunların tümü, birileri üretsin biz yiyelim ve keyfimize bakalım davasında. Onlardan şerefli bir mücadele beklemeyin. Onlar hazırcıdırlar. Onlar zora gelemezler. Onlar idealist olamazlar. Onlar ancak idealist olanların ürettiklerini ve yaptıklarını yemek için yarışan rezil birer realist olabilirler ancak. Bunların hepsi halk düşmanı, emek düşmanı, bağımsızlık düşmanı asalaklardır. Bunlar azgın birer sömürücüdürler. Bunlar adalet ve hürriyet düşmanlarıdırlar. Hatta bunların hepsi hümanizm ardında insanlık düşmanlığı yapmaktadırlar. Hepsine sorsanız hümanist olduklarından dem vururlar ama insanlık adına yaptıkları bir şey, ürettikleri bir değer asla görülmemiştir ve görülmezde.
ÇOK ÖNEMLİ DETAY:
ÇAĞRI!
Haydi, uzatalım zeytin dallarını
Üzerine yemin ettiği Rabbin
Kardeşçe yaşamak için
Barış yarınımızın çimentosu
Hep birlikte güneşi selamlayalım
Aydınlık şafakların ardından
Bir merhabayla gönlünü alalım
İlk karşılaştığımız insanoğlunun
Korkmayın
Yürekliyseniz yıldızlar sizin
Ama dehlizsiz delik yutacak bilakis
Korkmayın
Tebessüm edin herkese
Paylaşın bir dilim ekmeği kardeşinizle
Ve bölüşün doğan günü sevinçle
Paylaşmak ve bölüşmek çoğalmaktır
Kopmaz kökler salmaktır hayata
Zira tükeneceksiniz
Saklamaktan kazanımlarınızı siz
Dünya boğduğunda seni
Çık, karış insanlığa ve dolaş
Ve de paylaş
Sevgini, sevincini, özlemini, ekmeğini
Ve ne varsa güzelliklere dair
Korkmayın