Hüküm konusu İslâm’ı siyasal hesapları için kullananlar kadar saf niyetle ve işin aslını bilmeden bir slogan[1] peşinde koşanlar tarafından da önemsenir. Fakat siyaset cinliğini yapanları bir yana bıraksak bile din baronlarının peşinden giden ve cehâletinin kurbanı olan geniş kitleye gerçekleri göstermek gerekir. Bu makale hüküm meselesini ele alarak hakikatı incitenleri incitecektir.
Sınır tanımayan/haddini aşan birini ceza vererek durdurmaya, azgın ata gem vurmaya hüküm; yulara da hakeme denir.[2] Kişiyi frenleyen, kişinin oto-kontrol içinde olmasına sebep olan anlayış ve niteliğe hikmet; yanlış yaparak veya toplumu rahatsız ederek problem oluşturan kimseleri engelleme yetkisine hükümet/hükûmet denir. Hüküm bağlayıcı, zorlayıcı ve yaptırım gücü olan kararlar olduğundan genelde hükûmet kararlarıdır. Yasama, yürütme ve yargının bağlayıcı ve zorlayıcı tüm yasalarına hüküm denir. Hâkim, hüküm veren, hikmetle karar veren, gem vuran, azgın ve sınır tanımazlar hakkında bağlayıcı kararlar veren kimsedir. Muhâkeme, akla gem vurmadır; aklın sınır tanır halde olmasına, ölçülü kullanılmasına, kontrollü olmasına denir.
Toplum adına hareket edilirken ve hüküm verilirken üç ilkeden asla vazgeçilemez:
I. İlke: Ortak Aklın Egemenliği
“Vicdân, sağduyu ve evrensel aklın çağrısına koşar, dayanışmayı ayağa kaldırır, toplumsal meselelerini aralarında birbirine danışarak yürütür ve temel ilkelerini birlikte ortak akılla belirler;[3] ellerine geçen kazançlarından ihtiyaç sahiplerinin açığını kapatır, eksiğini tamamlar ve bunu yaparken de hiçbir karşılık beklemeden paylaşır.”[4] âyeti yukarıdaki âyetlerin sosyal hedefini özetler. Çünkü dayanışmayı ayağa kaldrmak, muhtaçların ihtiyacını gidermek, bir gereksinim karşılanırken hiçbir karşılık beklemeden vermek, işleri birbirine danışarak ortak akılla yapmak; evrensel aklın sevgi, acıma, eşitlik ve sağduyu ile işletilmesini sağlamak bir devrimciden beklenen asıl özlemlerdir. Vicdân elçisi Muhammed bu nedenle 1442 yıl önce çok sevildi ve toplumu köleleştirmek isteyenler tarafından ise hiç sevilmedi.
II. İlke: Zulmeden Affedilmez
“Adâlet, kıst, özgürlük, dayanışma, paylaşım ve direniş gerçeklerini zorbalıkla engelleyen ve gerçeklerin öğrenilmesini baskıyla susturanları hiçbir koşulda savunmayın.”[5] âyeti Muhammedî barışçılara temel ilkeyi verir. Buna göre Müslümanlık zâlimin her türlüsünü, zulmun tüm biçimlerini reddetmekle başlar. Yargılama yaparken toplumuna zulmetmiş kimseler üstünden ne kadar zaman geçse de bağışlanmaz.
III. İlke: Kolektif Çaba
“Vicdân, sayduyu ve evrensel aklın egemenliği bol bol ve sürekli artan mutluluk, iyilik, özgürlük ve zenginlik getirir. Bol bol artırma, iyilik ve mutluluk inşâ etme, özgürlük ve zenginlik meyvelerine ulaşma gücü sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve evrensel akıldan fışkırıp çıkar.”[6] âyetinde tek tipçi düzenlerin değil kolektif düşünce ve eylemlerin toplumsal barış ve huzuru sağladığı vurgulanır. Kişi dehâ da olsa toplumuna dayanmadığı, halkla yol yürümediği, insanlığın özlemlerine tercüman olmadığı sürece bir adım ilerleyemez.
Hüküm konusunda Kur’an’ın dediklerini irdeleyelim:
- Aklın Yolu
“Aranızda bir anlaşmazlık olduğunda, bir uyuşmazlık gerçekleştiğinde, aykırı bakış ve eylemler söz konusu olduğunda sevgi, acıma ve adâlet alt yapısına dayalı evrensel akla başvurun. Bu aklın bağlayıcı kararına uyun. İşte bu nitelikteki akıl, hem besleyip büyüten hem de eğitip donatanımızdır. Bu evrensel akla dayanmalı ve ona yönelmeliyiz.”[7] âyetini “Bir konuda ayrılığa düştüğünüzde Allah’ın hükmüne gidin.” diye yapılan çeviri maksadı anlatmayan bir tercümedir. Örneğin trafik kurallarını belirlemede, okul sıralarını sınıflarda dizmede, bina yaparken binaların dizaynının belirlenmesinde, savaş stratejileri ortaya koymada, çocuğa isim vermede, bebeğin hangi hastanede doğacağına karar vermede farklı görüşler ortaya çıktığında “Durun! Bunu Allah’a soralım, onun cevabına göre davranalım.” mı diyeceğiz. Çünkü Allah’ın hükmünü böyle anlayanlar bile var. Kimileri de Allah’ın hükmü ifadesini “Âyette yoksa hadise bakarım, hadiste yoksa fetvalara bakarım.” diyerek olması gereken evrensel aklın yoluna doğru geliyor.
- Ehil ve Âdil Yargılama
“Vicdân, sağduyu ve evrensel akıl görev ve sorumlulukları işi yapabilecek yetenekte olan kimselere vermenizi ister; sınır tanımayan veya azgınlaşarak hukuku çiğneyenleri durdururken hiçbir suçluyu birbirinden ayırmayın; ‘bizim azgın’ veya ‘sizin hukuk tanımazınız’ diyerek suçlular arasında ayrım yapmayın; her suçluya eşit yaklaşın.”[8] âyeti cezâ hukukunda taraflı davranmayı yasaklar. Her iktidârın kendinden olan kimseleri cezalandırma konusunda uzak dururken muhâliflerin cezalandırılmasında keskin ve ölçüsüz davranması eleştirilir. “Adâletin bu mu dünya?” dedirtmeyecek bir sistemin inşa edilmesi Kur’an tarafından mutlak şart olarak ele alınır. Burada hüküm verenler, âdil yargılayanlar bizzat insanlardır.
- Eşitliği Engelleyen Kâfir
“Vicdân, sağduyu ve aklın toplumdaki azgınları ve azgınlıkları dizginleyen kararlarını çıkarları için görmezden gelenler; hak yemiş, hukuk çiğnemiş kimseleri rüşvet, vaad ve çıkarlar karşılığında cezalandırmayanlar sorumlu oldukları toplumuna karşı nankörlük edenlerdir. Bunlar kendinden başka nankör aramasın.”[9] âyetini “Allâh’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendisidir.” diye çevirme modası vardır. Bu âyeti dillerine dolayan pekçok siyasal dinci çevre, bu âyetle oy toplamış, iktidârın nimetlerine kavuşmuş ve abdestli kapitalizmin bayrağını dikmiştir. Kur’an burada çıkar hesapları, parti yandaşlığı, vakıf ve dernek yoldaşlığı, cemaat ve tarîkât birlikteliği, ideoloji birliği gibi nedenlerle adâleti yok edenleri şiddetle eleştirmekte; onları kâfir/nankör olarak nitelemektedir. Bu âyete göre kâfir, Tanrı’nın varlığını inkâr eden değil, toplumda eşitliği kaldıran, kendinden olana yol açıp kendinden olmayana tüm yolları tıkayandır.
- Hukuk Cinâyeti
“Cana can, göze göz, dişe diş, kulağa kulak, buruna burun ve yaralamaya karşı yaralama biçiminde kısas yapılmasını yazdık. Ancak gördüğü yanlışa karşılık bir ceza istemeyenlerin yaptığı şey bir bağışlamadır. Vicdân, sağduyu ve evrensel aklın toplumdaki azgınları ve azgınlıkları dizginleyen kararlarını dikkate almayanlar baskıcı ve dayatmacı zorbalardır.”[10] âyetinin son bölümü “Allâh’ın hükmüyle hükmetmeyenler zâlimlerin tâ kendisidir.” diye çevrilmektedir. Bu âyetteki kısas vurgusu, kadim çağların temel hukuk ilkesidir. İnsanlık vicdânı kendini korumak için bire bir bedel mantığı ile hareket ettiği için kısas hükmünü üretmiştir. Hukuk, haklar demektir ve hakkın alınması için ortaya konmuş yasaları kasteder; amacı adâleti sağlamaktır. Çünkü adâlet, mülkün temelidir. Mülk ise siyasal ve ekonomik egemenliktir. Dindaş, soydaş, yoldaş, partidaş, cemaattaş, tarîkâttaş, mezheptaş, yurttaş/vatandaş, karındaş (kardeş), akraba, anne-baba-evlat ilişkileri adâleti ortadan kaldırıyorsa bu tür ilişkiler zulümdür. Yani gerçeği baskı yoluyla karartmadır. Kur’an, zâlim ile Müslim/Müslüman arasında bir bağ olamayacağını belirtir. “Dinden çıkma” edebiyatını en çok yapanların en çok zulmedenler olması onların İslam’dan (barış yolundan) en hızlı çıkanlar olduğunu da gösterir.
- Şaşkın Fare
“Elinde müjdeli haber olanlar ellerindekiyle sınır tanımaz ve azgınlaşmış kimseleri kontrol altına alsınlar. Ancak bunu yapmayanlar vicdân, sağduyu ve evrensel akıl karşısında kediden kaçamayan şaşkın fareye döner.”[11] âyetinin ikinci bölümü “Allâh’ın hükmüyle hükmetmeyenler fâsıkların tâ kendisidir.” diye çevrilmektedir. Âyetin içerik ve kastında “Hıristiyanlar ellerindeki İncille azgınları durdursun.” mesajı da çıkar. Çünkü İncil’den de etik değerler üretilebilir ve toplum düzenlenebilir.
- Tanrılık Oyunu
“Gerçek krallık olan Tanrılığa asla ulaşılamaz. Vicdân, sağduyu ve evrensel aklın krallığı üstünde bir krallık kurulamaz. Kalıcı güç sevgi, acıma ve adâletin; sarsılmaz hükümdarlık sağduyunun, ulaşılmaz yücelik evrensel aklındır.”[12] âyetine göre toplumlar üstünde iktidar hırsını tepe tepe kullananlar bir gün muhakkak Tanrılık psikolojisinden uzaklaşacaktır. Çünkü köle ile efendiyi, saray kapıcısı ile padişahı, kral ile aşçısını eşitleyen ölüm herkesin kapısını çalacak. Yeryüzünde insanların gönlünde taht kuran şeyler sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve akıldır. Bunlara tutunanlar küresel egemenliğin yolunu tutar. Bu âyet, siyasal erk sahiplerine “yıkılmaz” gözüyle bakıp yalakalık yapanların yüzüne tokat vurur.
- Tanrı’yı Kullanmak
“Onlar kafalarında şekillendirdikleri Tanrı ve melekleri bulut biçiminde görüp kendilerine gölge etmesini, Tanrı ve meleklerin işlerini nasıl yaptıklarını apaçık biçimde kendilerine göstermesini istiyorlar. Bu tür bir Tanrı ve melek anlayışı saçma değil mi? Gökte Tanrı bulutu ve melek gölgesi aramanın yerine yeteneklerini keşfedip geliştirsinler ve gereğine uygun davransınlar. Değişmez insanlık ilkelerinin izini arayanlar onları ancak vicdân, sayduyu ve evrensel aklın izinden giderek bulur.”[13] âyeti somut Tanrı ve melek anlayışına reddiyedir. Dinler çağını bitiren İslam, klasik dinlerden bir din olmadığını, Tanrı ve melek tasavvurları üzerinden bir toplum inşa etmediğini bu âyetle de ortaya koyar. Bu âyette gökteki Tanrı ve onun işlerini gören yardımcıları ve çalışanları anlayışındaki zihniyete darbe vurulmaktadır. Böylece ordusu, sarayı, hizmetçileri ve bürokrasisi ile gökten ilham alarak yeryüzünde egemenliğini kurduğunu iddia eden kimselere itiraz edilmekte; Tanrı krallığı hokkabazlığı, Tanrı için/din adına kurulmuş siyasal düzen propagandaları deşifre edilmektedir. Egemenlerin Tanrı adına verdiklerini iddia ettikleri hükümlerin de kendi adına üretilmiş ve kendi egemenliklerini korumaya dönük yasalar olduğu belirtilmiş olmaktadır.
- Allah’ın Hükümleri Şeriat ve Mezhep Fıkhı mıdır?
8.1. “Allah’ın indirdiği ile hükmedin.”[14] âyeti mezheplerin fıkhıyla mı hükmetmektir? Ayrıca hangi mezhebin fıkhı Tanrı’nın kararıdır? Hangi mezhep “Benim fıkıh hükümlerim beşerîdir, bize inanmayın, onlara inanın.” demektedir? Tanrı, hangi mezhebin fıkhını onayladığına dair bir söz söylemiş, belge göstermiş ve işaret yollamıştır?
8.2. Şeriatlar din midir? Şiî ve Sünnî şeriatları farklı olduğu gibi Sünnîliğin Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin şeriat içtihatları[15] çoğunlukla farklıdır. Şiîlikte de İmâmiye, Zeydiye, İsmâiliye ve pekçok gulât grubu birbirinden farklı içtihatlara sahiptir.
Şeriat deyince “Kimin hangi şeriatı Tanrı’nın rızasına uygun olan şeriattır?” diye sormak zorunda kalıyoruz. Üstelik tüm bu gruplar kendi içtihatlarının doğru şeriat olduğunu savunuyor ve ötekini en hafifinden söylersek dinin tam içinde görmüyor, tam dışına da atmıyor. Fakat ben ne kadar yumuşatarak söylesem de onlar birbirlerini kâfirlikle suçlayarak cehenneme postalıyor, ötekine hayat hakkı tanımıyor. Suudîlerin İran’a ve Tâlibân’ın IŞID’a, Süleymancıların Nurculara, Cüppeli Ahmet grubunun Işıkçılara bakışında bu çarpık şeriat saplantılarını görebiliriz. Bunların herbiri kendilerine özel şeriat tasavvurlarına İslâm şeriatı demekte, kendi dışındakilerin ise insanlığı Peygamber’in yolundan uzaklaştırdığına inanmaktadır. Tüm mezhepçi şeriat borazanlarının fıkhında “Tanrı’nın isteği budur, tek yol bizimkidir, şeriatımıza itiraz edenin kellesi gider; kanı, malı ve karısı helâl olur.” ana fikri vardır. Bu sebeple şeriat düzenlerinin doğasında despotluk, düşünce özgürlüğü düşmanlığı, klikçilik, yürürlükteki geleneksel ve yerel değerlerin savunulması esastır. Bu anlam ve pratiğe sahip şeriatın peşinden gitmek Kur’an’dan fersah fersah uzaklaşmak yanında Vedâ Hutbesi, Hılfı’l-Fudûl eylemleri, Medine Sözleşmesi ve adâlet âyetlerine ihânet etmektir. Yani şeriata karşı gelmek tevhîde sahip çıkmak, Kur’an’ın onurunu sahiplenmek, Muhammedî devrimci dinamizmi inşa etmek; barış (İslâm), adâlet, kıst, hürriyet, paylaşımcı dayanışma (salât), devrim, direniş (sabır) ve güven (iman) toplumu inşa etme yolunda çaba ortaya koymaktır (cihâd).
Fıkıh kitaplarının hükümlerini İslâm sananlara Musâ Cârullah “Allah ‘Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalim-kâfirdir.’ demişse Tenvîrlerde,[16] Bezzâziyelerde,[17] Câmiu’r-Rumûzlarda[18] yazılmış hükümleri kastetmemiştir.”[19] diye yanıt verir. Zaten Mâlikî fıkıhçısı Tûfî’ye göre Kur’an’ın muamelât hükümleri[20] maslahata[21] göre değiştirilebilir. Kitap ve sünnetin verileri tüm zamanları bağlamaz, ama tarihsel bir örneklik oluşturur.[22] Tûfî’ye Şâtıbî’nin Makâsıd-ı Şeri’a’sını[23] da eklediğimizde Kur’an’daki muâmelât/ahkâm[24] âyetlerinin değişime açık, değiştirilebilir nitelikte olduğunu; zaman içinde koşulların değişmesi ve toplumsal gelişmişlik düzeyi paralelinde yeni hukuk kurallarının konulabileceği ortaya çıkar. Ancak her üretilen hüküm muhakkak insanlığı daha özgür, daha barışçı, daha ilerici, daha gelişmiş, daha güvenilir yapmalıdır. Her yeni hüküm zamanın elinden tutup zamanın ruhuna seslenmelidir. Ancak yenilikten ürken gelenekçi saray-saltanat fıkhı bida’t kavramına sığınarak zihinsel rönesansı boğmaya çalışmıştır. Özgürlükçü yorumlar biraz başını kaldırınca kelleri alınmıştır.
- Allah’ın İndirdiği Hükmün Gerçekliği
Kur’an’ı antropolojik, jeo-politik teoloji, ekonomi-politik gerçeklik ve sosyo-ekonomik ortam çerçevesinde okuduğumuzda “Allah’ın indirdiği ile hükmedin.” âyetinden iki anlam çıkar:
I. Anlam: Sevgi, acıma, adâlet, kıst, paylaşım, özgürlük, dayanışma, direniş ve sağduyunun gönül dünyamızdaki patlamasını takip ederek evrensel aklı yönlendiren işaretlerine göre karar verin.
II. Anlam: Sevgi yolu, acıma caddesi, adâlet ilkeleri, sağduyu sokağı ve akıl terazisi yoluna girip bağlayıcı kararlarınızı bu yola göre verin.
_______________________________
[1] Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfir, zâlim ve fâsıktır. (Dolayısıyla öldürülmeleri de câizdir.)
[2] Maç “hakem”leri maçın yularını elinde tutan kimsedir.
[3] Ve emru-hum şûrâ beyne-hum
[4] Şûrâ, 38/Ve’l-lezîne’s-tecâbû li-rabbi-him ve egâmu’s-salâte ve emru-hum şûrâ beyne-hum ve mimmâ razeg-nâ-hum yunfigûn(e)
[5] Nisâ, 105/İn-nâ enzel-nâ ileyke’l-kitâbe bi’l-haggi li-tahkume beyne’n-nâsi bi-mâ erâka’l-lâh(u) velâ tekun li’l-hâ-inîne hasîm(en)
[6] Mülk, 1/Tebârake’l-lezî bi-yedihi’l-mulku ve huve ‘alâ kulli şey’in gadîr(un)
[7] Şûrâ, 10/Ve mâ’h-telef-tum fî-hi min şey’in fe-hukmu-hu ila’l-lâh(i)
[8] Nisâ, 58/Ve izâ hakem-tum beyne’n-nâsi en tahkumû bi’l-‘adl(i)
[9] Mâide, 44/Ve men lem-yahkum bi-mâ enzele’l-lâhu fe-ulâike humu’l-kâfirûn(e)
[10] Mâide, 45/Ve keteb-nâ ‘aley-him fî-hâ enne’n-nefse bi’n-nefsi ve’l-’ayne bi’l-’ayni ve’l-enfe bi’l-enfi ve’l-uzune bi’l-uzuni ve’s-sinne bi’s-sinni ve’l-curû-ha gisâs(un) fe-men tesaddega bi-hi fe-huve keffâratun le-hu ve men lem yahkum bimâ enzele’l-lâhu fe-ulâike humu’z-zâlimûn(e)
[11] Mâide, 47/Ve’l-yahkum ehlu’l-incîli bi-mâ enzele’l-lâhu fîh(i) ve men lem yahkum bi-mâ enzele’l-lâhu fe ulâike humu’l-fâsigûn(e)
[12] Tâhâ, 114/Fete’âla’l-lâhu’l-meliku’l-hagg(u) velâ ta’cel bi’l-gur’âni min gabli en yugzâ ileyke vahyu-hu ve kul rabbi zidnî ‘ilm(en)
[13] Bakara, 210/Ve ila’l-lâhi turce’u’l-umûr(u)
[14] Mâide 44-45, 47.
[15] İçtihat: Yasa, yönetmelik ve yönergeleri yorumlama. (Âyet, hadis ve fetvaları yorumlama)
[16] Muhammed Emin İrbilî, Tenvîru’l-Kulûb, Çeviren: Mehmet Ali Arslan, Mütercim Yayınları, Batman, 2017.
[17] Bezzâzî, el-Fetâvâ’l-Bezzâziyye (Hanefî fıkıhçısı Bezzâzî’nin ünlü fıkıh kitabı)
[18] Şemseddîn Muhammed el-Kuhistânî, Câmiu’r-Rumûz (Hanefî mezhebi fıkıhçılarından Tâcü’ş-Şerîa’nın Vikâyetü’r-Rivâye’sine Sadrü’ş-Şerîa’nın yazdığı en-Nukâye adlı özet eserin şerhidir.)
[19] Musa Carullah, Rahmet-i İlahiye Burhanları, 84.
[20] Hukuki, idârî ve mâlî işler
[21] Toplumun yararı
[22] Yaşar Nuri Öztürk, Laiklik, Yeni Boyut Yayınları, Aklın Laiklik Açısından Önemi, İstanbul, 2003.
[23] Hukuk kararlarında amacı dikkate alarak karar vermek. Bu nedenle metni amacın gerçekleşmesine uygun biçimde yorumlamaktır.
[24] Ahkâm: Hükümler, yasal kararlar