Sevgili dostlar,
Türkiye bir haftayı aşkın bir süredir Erdoğan’sızdı.
Her gün her ekranda sürekli görmeye alıştığımız Cumhurbaşkanı ortadan kayboldu. 39 ilçede miting yapmak şöyle dursun, medya söyleşilerini bile durdurdu. Bunun üzerine hemen spekülasyon kuşları havalandı. Kimisi “Kaybedeceğini anlayınca faturayı Binali Yıldırım’a kesmek için çekildi” dedi; kimisi “İmamoğlu’nun kucaklayıcı dili prim yapmaya başlayınca gerginlik siyasetinden vazgeçti” yorumunu yaptı. “Hastalığı nüksetti, tedavi görüyor” söylentisi yayan da oldu.
Sonunda Erdoğan, bu söylentileri yalanlarcasına çıktı ortaya… Hem de sustuğu günlerin acısını çıkartacak kadar saldırgan bir dille… Neler demedi ki son iki günde:
“Devletin valisine ‘it’ diyen İmamoğlu, özür dilemeden o makama gelemez” diye başladı.
“Milletin inancıyla kavgalı bir ‘azgın azınlığın’ İstanbul’un dokusunu bozmasına izin vermeyeceklerini” söyledi. Bu ötekileştirme cümlesinin hemen ardından “Hiç kimseyi ötekileştirmedik” diyerek akıllarla alay etti.
“Pontus” lafını ortaya atan, kendi partilisi değilmiş gibi bir de
“Karadenizlileri hedef alan ahlaksız bir kampanya yürütülüyor” diye muhalefeti suçladı.
Bildiğimiz Erdoğan işte…
Muhtemelen dilini daha fazla tutamadı; “O konuştukça AKP kaybediyor” diyen anketlere kulak asmadan kendi normallerine döndü. “Bunca seçimi bu üslupla kazandım; neden bunda değişeyim” diye düşündü muhtemelen… Ve son turda saldırıya geçerek bir haftayı aşkın süredir gerilimsiz bir kampanya yaşayan, adayları ekranda medeni bir üslupla yarışan Türkiye’yi yeniden gerdi.
İşe yarar mı? Bence zor. Bu kez karşısında kendisine cevap yetiştirerek ona hizmet eden bir muhalefet adayı yok; tersine sinirlerini aldırmışçasına sakin, güleryüzle sürekli umut yayan, “kutuplaşmayalım, kucaklaşalım” diyen bir siyasetçi var.
Sanırım Erdoğan Türkiye’nin kendisinden yorulmuş olma ihtimalini hesaplayamadı. Her gerilen ipin bir kopma anı vardır. Türkiye’ninkinin 23 Haziran olabilir.