L. Doğan Tılıç
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bugün 1’inci yılını geride bıraktığımız depremlerin gölgesinde girmiştik. Depremin enkazı altında kalan iktidarın seçim yenilgisi yaşayacağını bekleyenlere karşın, benim tezim depremin iktidara yarayacağı idi. İktidar, “inşaat yeteneği” ile insanları evlerine ancak kendisinin kavuşturabileceğine ikna eder ve ekonomik sorunların konuşulamadığı bir seçim kampanyası yürütebilirdi.
Öyle oldu.
Bir seçime daha “deprem etkisi”yle giriyoruz. Erdoğan deprem bölgesinde anahtar dağıtarak, hastaneler açarak başlattı kampanyayı: “Yapacağız dedik, yaptık!”
Yapacağız dediğini yaptı mı? Ne dedi ne kadar yaptı? Bakalım, öncelikle depremin vurduğu 11 ilin 14 milyon insanı, sonra da başta İstanbul olmak üzere memleketin her yerinde deprem tehdidini hissedenler bu sorulara ne yanıt verecekler.
6 Şubat’ın ardından, “319 bini 1 yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konut yaparak depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz” diyen Erdoğan, geçen gün, o 1 yıl geride kalmışken, “İnşallah 2 ay içinde deprem bölgesi genelinde 75 bin konutun teslimini bitireceğiz. Temel atmasının üzerinden 1 yıl geçmeden inşaatları bitirme sözümüzü önemli ölçüde yerine getirerek, yılsonuna kadar 200 bin evi teslim etmiş olacağız” dedi.
Hızlı konut inşaatının yaratacağı riskler konusundaki uyarılara rağmen, seçim sözlerinin az biraz tutulabilmesi uğruna tam gaz gidilmesine karşın, ilan edilen hedef henüz uzakta bile görülmüyor. Daha enkazın tümü de kaldırılmadı!
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, 1 yıl geride kalmışken, yaklaşık 680 bin kişi çadır kentlerde ve prefabriklerde yaşamaya çalışıyor! Peki, hangi koşullarda?
Bu sorunun yanıtını Hatay’ın Samandağ, Antakya ve Defne ilçelerinde yapılan bir TTB araştırması çarpıcı verilerle ortaya koydu. Deprem çocukları arasında bodurluk yaygınlaşıyor!
“– Ailelerin dörtte üçünden (%76,3) fazlasının güvenceli bir işi yoktur, yarısından fazlası (%56,7) düzenli gelire sahip değildir.
– Ailelerin %10,3’ünün kendine ait mutfağı yoktur.
– Ailelerin sadece üçte birinin (%33,5) gıdaya düzenli erişimi vardır.
– Ailelerin neredeyse yarısının suya erişimi yok ya da yetersizdir.
– Beş yaş altı çocukların %6,2’sinde bodurluk (%3,7’si bodur, %2,5’i çok bodur); %8,9’unda zayıflık (%5,5’i zayıf, %3,4’ü çok zayıf) ve %4,4’ün aşırı kiloluluk belirlenmiştir.”
Ve 1 yılın ardından hâlâ 38’i çocuk 145 insanımız kayıp!
2014’de “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.” diyen Erdoğan, bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak 145 insanın akıbeti hakkında suskun.
Dahası, imar afları nedeniyle yitirilen yaşamlardan sorumludur diye hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ve tabii soruşturmaya gerek olmadığı kararı verilmiş dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum depremin soluğunu ensesinde hisseden İstanbul’da AKP adayı!
Teselli sayarsanız; her şeyi yıkıp yerle bir eden deprem, insanlığa dair umudu da ayağa kaldırdı. Memleketin ve dünyanın dört bir yanından koşup gelen iyi insanların dayanışması, Baudrillard’ın Çaresiz Stratejiler’deki “Tarihle, politikanın kendinden geçtikleri, anlamlarını yitirdikleri bir dönemde yaşıyoruz. Herkesin her şeyden haberdar olup, hiçbir şey yapmadığı, her şeyle dayanışma içinde görünüp yerinden bile kıpırdamadığı bir dünyada yaşıyoruz” saptamasını boşa çıkardı.
Gezi Parkı’nın merdivenlerinden sonra, depremin enkazları üzerinde de dayanışmanın nelere kadir olduğu gösterildi.
Daha fazlasını gösterebilmenin önkoşulu ise o dayanışmayı bir politik forma büründürebilmek!