Dün otuz sekizinci ölüm yıl dönümleri nedeniyle ülkenin dört bir yanında çeşitli etkinliklerle anılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, verdikleri onurlu mücadeleyle kurulu düzeni çok korkuttular.
Haklarında verilen idam kararına Meclis’teki oylamada iki elini birden kaldırarak “evet” diyen Süleyman Demirel, bugün “benim suçum yok” iddiasında bulunsa da, düzenin NATO’cu, ABD’ci generallerinin, sağ siyasetçilerinin ve sermayenin antikomünizm histerisi, gençlik hareketinin bu önde gelen devrimci önderlerini düzmece mahkemelerde yargılayıp idam sehpasına gönderme konusunda sergiledikleri işbirliğinin en önemli birleştirici unsuru idi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç Kuvvet Komutanı’nın imzasını taşıyan 12 Mart 1971 tarihli muhtıra metni, Türkiye’nin siyasi yaşamında önemli değişikliklere yol açtı.
12 Mart 1971 tarihinde dönemin hükümetine muhtıra veren ordu, devirdikleri hükümeti, “Anayasa’yı uygulamamak, Anayasal reformları gerçekleştirmemek, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini ağır tehlike içine düşürmek, ülkeyi kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmak”la suçluyordu.
“Uygulama”da ise muhtıra içeriğine ters düşüldü. Gerçek suçluların suçları kağıt üzerinde kalmış, 12 Mart muhtırasının aslında kimlere yöneldiği ise kısa bir süre içerisinde açıklığa kavuşmuştu.
“Muhtıra suçlusu” hükümete dokunulmadığı, tam aksine, ülkede giderek güçlenmekte olan solun ve işçi sınıfının önünü kesmeyi hedeflediği görüldü. Denizler, antikomünizm histerisine kapılmış karşıdevrimci güçlerin planı olan 12 Mart darbesinin simgesel hedefleri oldular. Bu süreçte çok sayıda devrimci tutuklanırken pek çoğu da yaşanan çatışmalarda yaşamlarını yitirdiler.
Darbeye kadar gelinen süreçte, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Derneği gibi dinci-gerici ve faşist örgütlenmeler sola karşı provokasyonlarda kullanılırken, darbe ile birlikte ordusu, mahkemeleri, Meclisi ile düzenin ana unsurlarının sola ve işçi sınıfına saldırdığı görüldü. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 12 Mart darbesinin, “özel” hukuku başta olmak üzere, 12 Mart darbesinin yarattığı ortamda idam edildiler.
Denizler’in avukatı Halit Çelenk, “İdam Gecesi Anıları” adlı kitabında, o dönemin yargı düzeneğine ilişkin ayrıntılı bir betimlemeyi şöyle anlatıyordu:
“Toplumumuz 12 Mart döneminde, geçmişinde rastlanmayan, geleneklerine yabancı uygulamalarla karşı karşıya kaldı. 20 bine yakın genç, asker, öğretmen, işçi, köylü, aydın, sanatçı, yazar, avukat, mühendis, doktor işkence ve ‘sorgulama’lardan geçti… Kontrgerilla denilen gayriresmi ve yetkisiz gizli örgütlerde, CIA merkezlerinde eğitilmiş görevliler tarafından ‘sorgulamalar’ yapıldı… Bu sorgulama yöntemleriyle alınan ifadeler, açılan davalara ve verilen kararlara dayanak yapıldı.
“Siyasal iktidarın sözcüleri ve bu iktidarın dayandığı sınıfların çıkarlarını savunanlar, kamuoyunu belli bir yönde oluşturmak için büyük bir kampanya açtılar. ‘Son Türk devletinin ortadan kaldırılmak istendiği’, ‘Anayasa’nın tebdil, tağyir ve ilga edilmekte olduğu, Büyük Millet Meclisi’nin görevine engel olunmak için girişimler yapıldığı söylenip yayıldı. Radyolar ve bir kısım basın bu iddiaları yineleyip durdular. Aylar ve yıllarca kamuoyu bu gerçekdışı iddialarla uyutulmaya çalışıldı.
“Anayasa ve yasa hükümleri çiğnenerek, davaları gören mahkemelere telkinlerde bulunuldu. Zaten yasa açısından bağımlı ve hakimleri hükümetçe görevlendirilen bu mahkemelerin, istenilen doğrultuda karar vermeleri için gereken bütün çabalar harcandı. Kararı beğenilmeyen mahkemelere kapatıldı, hakimleri dağıtıldı ve sürüldü.”
İdam kararı veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi infaz gecesinde Halit Çelenk’e, “siz görevinizi fazlasıyla yaptınız ama bu iş başka” demişti.
Denizler’in idamıyla sonuçlanan davadaki üç yüz sayfayı geçen savunmaları, yargılandıkları Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ni de çaresiz bırakmış ve korkutmuştu.
Savunma, gerçek suçlunun siyasi iktidar olduğunu kanıtları ile ortaya koyuyordu. Yine Halit Çelenk’in tanıklığına göre, askeri savcılarca hazırlanan ve Denizler hakkında idam isteminde bulunulan iddianamede dahi, ülkedeki siyasi karmaşa nedeniyle hükümet suçlanıyordu.
Denizler’in savunmasını “karşılayamayan”, red veya kabul etme cesareti bulamayan mahkeme, “şartlı” denebilecek bir karara imza atarak, savunma hakkındaki hükmü, 12 Mart muhtırasının “kağıt üzerindeki” hedefi olan Meclis’e bırakıyor, böylelikle de idamların sorumluluğunu kendi üzerinden atmaya çalışıyordu.
Sıkıyönetim mahkemesinde bu gelişmeler yaşanırken, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın yayınladığı 49 numaralı bildiride, “… bu suçluların bir an evvel cezalandırılarak layık oldukları cezayı görmeyi bütün kamu arzu etmekte…” deniliyor, idam kararı Yargıtay aşamasında iken İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yayınlanan 26 numaralı bildirideki “… infaz işlemlerinin başlamak üzere olduğu bugünlerde…” ifadesi ise, kararın çeşitli hukuki süreçlerin “adet yerini bulsun” diye yerine getirildiğini, idamın her koşulda uygulanacağına ilişkin kararın en baştan verildiğini kanıtlıyordu.
Denizler hakkında mahkemece verilen idam cezalarının infazı için Meclis’in ve Cumhuriyet Senatosu’nun onayı gerekiyordu. Meclis, 11 Mart 1972 günü, 53 ret, 6 çekimser, 238 kabul oyuyla idam kararlarını onayladı. Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, İsmet Sezgin, Nahit Menteşe, Hasan Korkmazcan, Oğuz Aygün, Necmettin Cevheri, Zeki Çelikel gibi isimlerin başı çektiği kabul oyları sağ partilerden ve isimlerden geldi. Meclis’te onaylanan idam kararları, 17 Mart 1972 günü Cumhuriyet Senatosu’ndan geçti.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idama gönderen mahkeme heyetinde savcı yardımcısı olarak bulunan Baki Tuğ’un, 3 Mart 2008 tarihli Aksiyon dergisine verdiği röportajda yer alan, “9 Mart 1971’de komünist bir ihtilal olsaydı 3 milyona yakın insan katledilecekti” şeklindeki iddiası, dönemin sıkıyönetim mahkemelerinde görev alan kadroların ne türden bir ideolojik koşullanmışlıkla hareket ettiklerine ilişkin önemli bir kanıt oldu.
“Katledilecek” isimlerin listesinin MİT arşivinde bulunduğunu iddia eden Tuğ, bugün o döneme ilişkin açıklamalar yapan ve aralarında çok sayıda işadamının da bulunduğu isimlerin listede yer aldığını ifade ederken, listenin devlet sırrı olması sebebiyle açıklanmasının doğru olmayacağını vurguladı. Baki Tuğ, “27 Mayıs’ta da 3 kişi idam edilmiştir, 12 Mart’ta da. Ama ilk idam edilenler milli irade ile iktidara gelenlerdir. Bunlar tam tersi… ‘Anayasal düzeni değiştirelim, Türk insanını öldürelim, Rusya ile bu işi götürelim anlayışı vardı'” diye konuştu.